Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok Filminin Tarihsel Açıdan İncelemesi

Erich Maria Remarque'ın 1929 tarihli aynı adı taşıyan romanından uyarlanan Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok filmi Netflix'te yayında. Gelin, bu filmi tarihsel açıdan analiz edelim.
Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok Filminin Tarihsel Açıdan İncelemesi

netflix'te yayınlanan batı cephesinde yeni bir şey yok filmi (all quiet on the western front) çok başarılı. fakat bu yazıyı salt anlamda film incelemesi olarak değil; küçük bir tarih perspektifi sunarak kaleme almak istiyorum.

filmde almanların batı cephesi'nde saplanıp kaldıkları ''savaş bataklığı'' iyi işlenmiş 

ve tema olarak izleyiciye hep bu cephede yaşananlar aktarılmış. ancak aynı tarihlerde almanya, ''aynı anda iki cephede savaş'' metodu izlediğinden, doğu cephesi'nde de ruslarla amansız bir mücadele içindeydi. yani aslında biz filmde batı cephesi'nde olup bitenleri izledik ama eşzamanlı olarak farklı bir noktada, çok daha farklı bir boyutta kıyamet kopuyordu o dönem için ve almanların savaşı kaybetmelerinin temelinde bu ''iki cepheli savaş'' doktrini yatıyordu. hatta hitler iktidara yürüdüğünde bunu çok sert bir şekilde propaganda etmiş, dönemin bürokrat ve askerlerini, iki tarafta aynı anda harp etmeye sebebiyet verdiklerinden dolayı yerden yere vurmuştu. fakat kaderin bir cilvesi mi, yoksa hitler'in geri zekalılığı mı dersiniz bilmiyorum, almanya aynı hatayı 2. dünya savaşı'nda da yapacak ve sonucunda yine çok ağır mağlup olacaktır.


isterseniz gelin 1914'e dönelim ve o dönemi bir de atatürk'ten dinleyelim

savaş patlak vereceği sırada, o dönem sofyada ataşemiliter olarak bulunan mustafa kemal (atatürk) bey, istanbul'a, dr. tevfik rüştü aras'a 4 eylül 1914 tarihli bir mektup gönderir ve mektubunda çıkmak üzere olan büyük harp ve almanlarla ilgili genel kanaatini, şu isabetli tespit ve gözlemleriyle dile getirir:

''hangi tarafın galip geleceğine dair olan fikri kanaatimi söylemek istemem. nazik ve mühim bir devre içinde bulunduğumuza şüphe yoktur. almanlar büyük ve hayrete şayan bir saldırışla birçok fransız kalesini çiğneyerek sağ kanadı ile paris'i geçip fransız ordusunu -arkası isviçre'ye olmak üzere- sıkıştırdı. bunun almanların biricik maksadı olduğuna ve ona da muvaffakiyet elverdiğine herkes aynı fikirde idi. bütün kâinat ve herkes, artık son kati meydan muharebesine ve onun neticesine intizar ediyordu. halbuki bu neticeye karşılık alman ordularının fransız ordusu karşısında geri çekildiği görüldü.

şarkta, ruslarla almanlar arasında cereyan eden vakalarda ruslar bozuldu. fakat güneyde rusların pek üstün kuvvetleri karşısında avusturya ordusu çekiliyor. batıda fransız ordusu taarruza hazır. binaenaleyh, alman ordusu serbest değil. şarkta rus ordusu üstün ve avusturya ordusu çekilmeye mecbur. vaziyeti şöyle tefsir edebiliriz: almanlar fransız ordusunu kati meydan muharebesi ile henüz mağlup edemeyeceklerini ve avusturya ordusunun üstün ruslar karşısında daha ziyade mukavemet etmeyeceğini görerek, garpta büyük ordu ile geri çekilerek nispeten doğuya yaklaşmak ve sonra fransız ordusu karşısında bir müdafaa ordusu terk ederek geri kalan ordularıyla doğuya dönüp, avusturya ordusu ile birlikte rus ordusunu vurmak istiyorlar.

pek güzel! fakat bu defa rus ordusu geriye, doğuya çekilmeye başlarsa ve bu orduyu yakalayıp ezmek mümkün olmazsa ve diğer taraftan fransız ordusu mukavemet için yardım istemeye mecbur olursa, bu defa yine doğuda ruslara karşı bir müdafaa kuvveti bırakıp batıya mı dönecek? ve böyle mekik gibi bir doğuya, bir batıya gide gele alman ordusunun hali ne olur?''

işte atatürk'ün sözünü ettiği ''ve böyle mekik gibi bir doğuya, bir batıya gide gele alman ordusunun hali ne olur?'' kısmından da anlaşılacağı üzere, alman ordusu onca yıl süren savaşta perişan oldu... bu, kaçınılmaz bir netice idi çünkü en başında strateji yanlıştı. stratejinin yanlış olduğu bir ortamda siz istediğiniz kadar taktiksel başarılar yakalayın, ancak günü kurtarırsınız. gün sonu yine döner dolaşır arzu etmediğiniz netice sizi bulur ve mağlup olursunuz. o yüzden savaşların kaderini tayin eden operasyonel düzeyde taktiksel hamleler değil; stratejiler olmuştur.


öte yandan, filmde bazı göndermeler vardı ki bu göndermeleri çok iyi buldum

bunlardan en başlıcası, meşhur tren vagonu içinde fransızlar ile almanlar arasında imza edilecek olan barış antlaşması sırasında, alman heyetinin öne sürülen barış şartlarına ve maddelerine göz gezdirip ''bizden talep ettikleriniz çok ağır, tam teslimiyet istiyorsunuz!'' dedikten sonra ''düşmanınıza karşı adil olun, yoksa bu barıştan nefret eder'' sözünü sarf etmesi olağanüstü bir vurgu idi. evet barış antlaşması gerçekten onur kırıcı düzeydeydi ve sırf bu sebepten almanlar, bu barıştan nefret ettiler ve hitler'i doğurdular. fransızlar ise büyük bir küstahlıkla bu barış antlaşmasını (uyarılara rağmen) zorla dayattılar ve neticede kendi kurdukları kapana, 20 yıl kadar sonra kendileri yakalandılar. hem de aynı yerde!

haddizatında filmin en beğendiğim kısmı bu oldu zira şimdiye dek beyazperdede vizyona giren ve bu tarz savaş temalı dönem filmlerinde almanlar hep ''öcü, şeytan'' olarak lanse ediliyordu. fakat bu film alenen bazı şeyleri izleyicinin gözüne sokmaktan çekinmedi ve mealen ''2. büyük harp neden çıktı, umarım daha iyi anlamışsınızdır'' mesajını verdi. benim sözünü ettiğim sahnede eksik bulduğum tek kısım, dayatılan antlaşma maddelerinin ne olduğundan hiç bahsedilmemesi oldu... yani kısa da olsa birkaç madde okunabilir ve ordaki şaşkınlık ile nefret duygusu izleyiciye çok daha iyi aksettirilebilirdi. birazcık eksik kalmış bir sahneydi ama yine de güzeldi.

dikkatimi çeken ikinci gönderme ise, filmin sonunda alman generalin fuzuli bir hırs ve inat uğruna birlikleri cebren tekrar cepheye göndermesi ve adeta ''onursuz şekilde yaşamaktansa orda geberip gidin'' talimatını vermesiydi... alman generali bu bakış açısından enver'e benzettiğimi söylemem lazım. tıpkı enver'in de şan ve şöhret uğruna sarıkamış'a binlerce askeri sürmesi, çanakkale'de (anzakları bir seferde söküp atacağı zannına kapılarak) 19 mayıs taarruzunu emredip tek gecede 10 bine varan zayiat vermemize sebep olması yahut savaş bitip de yurtdışına kaçtığında yine onuru ve şöhreti için rus mitralyözünün üzerine yalın kılıç at sürmesi gibi...


kıssadan hisse

ehliyetsiz ve liyakatsiz kumandanların elinde ordular koca bir ''hiç'' olabiliyor ve o ordunun fertleri tek tek heba edilebiliyormuş. film aslında bunu da çok iyi bir şekilde işleyip izleyiciye sunmayı başarmış.

görüntü yönetmenini ayrıca tebrik ediyorum, harikulade sahneler elde edilmiş. yoğun emek olduğu kuşkusuz. tarihsel analizimi sonlandırırken herkese filmi tavsiye ediyorum.