Bir Anne-Babanın Çocuklarına Vereceği En Büyük Miras Ne Olabilir?

İnsanın karakterinde ailenin yetiştirme tarzı da en az genetik miras kadar etkili belki de. Sözlük yazarlarının yorumlarıyla durumu inceliyoruz.
Bir Anne-Babanın Çocuklarına Vereceği En Büyük Miras Ne Olabilir?
Captain Fantastic (2016)


sevgi

bir çocuk sevmeyi sevilerek öğrenir. çocukluğunda sevgiyi görmemiş, mutlu bir çocukluk yaşamamış bir insan tüm ömrünü alacaklı gibi kapı kapı gezerek geçirir.
ne aradığını bilmediği için de bulamaz, bulamadıkça daha mutsuz daha öfkeli olur.

çocuk yetiştirmenin bir çiçeği yetiştirmekten farkı yok. fazla su da öldürür hiç su vermemek de. bir çocuğu şımartmadan sevmek, düşmesine izin verip ihtiyaç duyduğunda her zaman elinizi tutacağını bilmesini sağlamak, soru sormasına, merak etmesine müsaade etmek, her zaman her durumda bir başka ihtimal, bir başka çıkış yolu olduğuna kendi yaşamınızdan görerek inanmasını öğretmek o çocuğun yapısının temelidir.

sevgiyle büyümüş, sormaktan korkmamış, her zaman değil gerçekten ihtiyaç duyduğunda yardım elinin ona uzandığını görmüş, güvenmeyi öğrenmiş, mutluluğu gözleriyle görmüş, gülüşüyle tatmış, elleriyle tutmuş bir çocuğun mirası kendisidir.
anne babanın zaferi ise o çocuğun mutluluğudur.


problem çözme yeteneği

hayatta başarının en büyük belirleyicisi iq. iq, zengin anne babadan, eğitimden ve diğer sosyo-ekonomik şartlardan daha büyük bir belirleyici.

iq'nun ne olduğunu hatırlatmakta fayda var - iq, problem çözebilme yeteneğidir. yetenektir zira büyük ölçüde genetiktir. doğuştan gelir. ancak tıpkı müzik yeteneğine sahip olan birinin eline enstrüman verdiğinizde onu çalamaması gibi problem çözme konusunda deneyimsiz olan birinin yüksek iq'sunun potansiyeli gerçekleştirilememiş olur.

hayat da karşımıza çıkan irili ufaklı problemlerle doludur. arabayı nereye park edeceğinden tut, tedavisi yıllar sürecek bir hastalığa tutulmaya kadar hayatımız problemler ve bunlara nasıl tepki verdiğimizle şekillenen bir şeydir. arka arkaya gelen
problemleri çözebilme yeteneği ve becerisi yüksek birinin kendini zaman içerisinde daha iyi bir noktaya taşıması anormal değildir. santim santim kazandığı avantajlar, damlaya damlaya göl olacaktır.

benzeri şekilde arka arkaya gelen problemleri avantaj yaratacak şekilde çözemeyen birinin de durumunun kötüleşmesi kaçınılmazdır.

iq'nun sosyo ekonomik başarı için belirleyici olduğuna dair 400 küsür kez alıntılanan bilimsel meta analiz araştırması: https://www.gwern.net/docs/iq/2007-strenze.pdf

özetle anne baba, cocugunun iq'sunu, genetik sınırları dahilinde en optimize hale getirmek için çalışmalıdır. problem çözebilme becerisini - artıracak aktiviteleri desteklemeli, iq puanını düşürebilecek boş işleri minimize etmelidir.

bu, çocuğun oturup mensa testlerini çözmesi değil, çocuğa rasyonel, bilimsel düşüncenin, bilimsel şüpheciliğin öğretilmesi ve tüm düşünce pratiğini bu çerçevede işletmeye alıştırılmasıdır.

iq puanını hatırı sayılır bir şekilde (20-30 puan) artırabilecek aktivite bulunmamaktadır.
zaten bu, bilimin "kutsal kase" hedeflerinden birisi.
ancak problem çözerken kullanabileceği kaynaklar ile donatmak, bireye avantaj sağlayacak bir şeydir. bu da bizi diğer maddeye getiriyor.


toplumda yolunu bulabilmesine, toplumsal hiyerarşide yükselmesine yardımcı olacak bilgiler ve beceriler edindirmek

dünya üzerindeki canlılar son bir kaç yüz milyon yıldır, kendi aralarındaki ilişkileri hiyerarşilere göre düzenlemektedirler. canlı ne kadar kompleks bir beyne sahipse, hiyerarşik yapıları da o kadar kompleks oluyor. 

hiyerarşide yükselmek serotonin salgılatırken hiyerarşide aşağı inmek daha az serotonin salgılanmasına sebep oluyor. bu insanlarda da aynı, 300 milyon yıl önce henüz yer yüzünde ağaçlar yokken var olan ıstakozlarda da böyle.

konuyu merak edenler için: 12 rules for life - jordan peterson (kitabın ilk bölümü bunu detayıyla anlatıyor)

hiyerarşide potansiyelinin ve emeğini optimum oranda kullanarak yükselmesi için gerekebilecek becerileri ve perspektifleri çocuğa küçük yaştan itibaren anlatmak ve göstermek gerekiyor.

burada önemli kelime - optimum - optimum maksimum demek değildir. optimum en verimli manasına gelen yunanca kökenli bir kelimedir.

burada kastettiğim şey haftada 90 saat çalışarak ceo olması ve hayatını para kazanmaya adaması gibi bir şey değil. çocuğu yetişkin olduğu zaman kendini ve ailesini sefillikten uzak tutacak miktarda ekonomik gelir getirecek zorunluluklar ile hayat tatmini yaratacak şeyler arasında en verimli dengeyi sağlayarak, hiyerarşideki yerini bulmasıdır.

her zaman daha çok çalışarak insan toplumlarındaki sayısız hiyerarşiden birinde yükselmek mümkün. ancak bunun maliyetini (fırsat maliyetini) çocuğun küçük yaştan itibaren anlaması lazımdır.

günde 15 saat oyun oynayarak dünyanın en iyi 10 dota2 oyuncusundan birisi olabilir. ancak bu hiyerarşideki yeri elde etmenin maliyeti, hayatın başka alanlarında geri kalmasıdır.
bu maliyetlerin çocuğa iyi anlatılması lazım. lazım ki dotacı olup "abi kızlarla nasıl konuscam?" diye ben gibi internette bi yabancıya msj atacak seviyeye düşmesin. 


hayatın gerçekleri ile ilgili dürüst olmak gerekiyor

erkek ve kız çocuklar için bunlar farklı. erkeklerin nasıl adaptasyonları olduğu, kızların nasıl adaptasyonları olduğu, eğilimleri, tercihleri, toplumun bakış açıları, doğaya dair gerçekler, özetle üstünde yaşadığımız dünyanın ve içinde yaşadığımız toplumun gerçeklerini süslemeden, şekerle kaplamadan, tatlı su ve politik doğruculuk yapmadan ; fakat nihilizme ve kronik pesimizme düşmesine sebep de olmadan anlatmak.

bir tanrı/yaratıcının olmadığını, insanların nezaket haricinde size ancak sizden aldıkları değer kadar değer vereceklerini, 

x insanın size olan davranışı ve yaklaşımının arkasında sizinle alakalı olmayan 10000 tane başka sebep olacağını ve hayatta hiçbir şeyi kişisel almamak gerektiğini, 

erkeklerin övgü neredeyse oraya gitmeye meyilli, 

kadınların güvenlik neredeyse çoğunlukla oraya gitmeye meyilli olduklarını, 

kimsenin 100% iyi veya kötü olmadığını, sürekli değişen spektrumlarda dolaştığımızı, iyi ve kötünün zamana ve yere göre göreceli olduğunu ve sabit bir ahlak kaidesi bulunmadığını, 

var oluşumuzun kozmik skalada anlamsız olduğunu ancak bu "gökten inen anlam"ın yokluğunun aslında bize hayatımıza istediğimiz anlamı yükleme özgürlüğü verdiğini ve şimdi yazmaya üşendiğim ama yeri ve zamanı geldikçe oğlumla konuştuğum daha belki yüzlerce bilgiyi "daha erken" demeden, anlayabilecekleri seviyede ve sıklıkta anlatmak gerekiyor.

12 yaşında bir erkek cocuk babası olarak konu üzerinde uzun denebilecek (son 4-5 yıldır) araştıran, okuyan ve aktif olarak gözlemleyip kafa yoran birisi olarak diyeceklerim bunlar.


Final yorumu

son zamanlarda internetten temel fizik anlatan bir video ders serisini izlemeye başladım. hatta videolardan birini az önce bitirdim. öyle youtube'taki "nükleer atıkları güneş'e gönderebilir miyiz" temalı videolardan ya da kanallardan değil. hareket konusundan başlayarak lise düzeyinde fizik dersi anlatıyor çeşitli hocalar. uzaydaki konum nedir, hız nedir, grafikle nasıl gösterilir, denklemle nasıl ifade edilir diye anlatıyorlar. position, velocity, motion derken bayağı bayağı anlıyorum ve bu beni çok mutlu ediyor. tabii bunlar sizin için çok basit olabilir ama, en son 15 yıl önce lise 1'deyken fizik dersi görmüş bir psikoloji bölümü mezunu olduğum için bunları anlayabilmek, hareketsiz bir topun konum-zaman grafiğinde nasıl ifade edileceğini kestirebilmek benim için oldukça önemli ve keyif verici. kendi alanımla sınırlı kalmaktan hoşlanmıyorum. çevremde olup bitenleri anlamayı seviyorum. içinde yaşadığım dünyaya ve evrene farklı açılardan bakarak daha bütüncül bir anlayış geliştirmeyi seviyorum. hep sevdim.

ama benim demek istediğim başka. videoyu izlerken bir şeyi fark ettim. bence anne babanın çocuğuna bırakacağı en güzel miraslardan biri, yaşam boyu öğrenmedir. kişinin sürekli gelişim halinde olarak kendisine olduğu kadar ait olduğu topluma da katkı yapabilmesi bir tarafa, bence öğrenmeyi bir yaşam biçimi haline getirmek koruyucu ve kurtarıcı da bir etkiye de sahip. en azından bende bu yönde işlemiş hep ve hala da öyle işliyor.

zift gibi koyu bir karanlığın içindeyken bile herhangi bir şeyin nasıl işlediğini anladığımda ya da yeni bilgi öğrendiğimde iyi hissedebildiysem bence bu, salt öğrenmenin verdiği mutluluğa, ne kadar cılız da olsa, sığınabildiğim içindi; çünkü öğrenmek her yerde, her zaman ve her biçimde, hep birlikteyken ya da tek başımayken mümkündü. koşullarım ne olursa olsun yaşama tutunmamı ve onu sevmemi de sağladı öğrenmek.

"öğretmenler bir araçtır. öğretmeni sevmek zorunda değilsin. sen öğrenmenin kendisini sev. seni öğrenmek mutlu etsin. hep öğren; çok çalış." dendi bana çocukluğum boyunca. öğrenmeyi öyle çok sevdim ki yaşama sevincim haline geldi. kendi dünyamda karanlıklara gömüldüğümde bile bilginin ve bilimin yaktığı bir mum ışığıyla aydınlanabiliyorsam bu, öğrenmeyi çok sevdiğimdendir. anne ve babamın bana bıraktığı en güzel miraslardan biridir.

bilmediğimiz şeyler hep var olacak belki ama, sorgulayacak, arayacak ve öğrenecek şeyler de hep var olacak demek oluyor bu. başlı başına yaşama sevinci. benim için öyle.

"evlatlarını kendi ölümüne hazırlamayan baba babalık görevinde başarısız olmuş demektir."

(black panther filminden alıntı)

Paranın Evriminin Son Halkası Bitcoin'in Yükselişi Neden Durdurulamaz?