Bir Yabancının Gözünden: 1913 Yılında Anadolu'da Gündelik Hayat

Türkçeye ve Türk kültürüne son derece vakıf olan Macar araştırmacı Dr. Bela Horvath'ın 1913 yılında Anadolu'ya yaptığı seyahatten ilginç notlar.
Bir Yabancının Gözünden: 1913 Yılında Anadolu'da Gündelik Hayat

türkçeye ve türk kültürüne son derece vakıf olan macar araştırmacı dr. bela horvath, budapeşte'deki turan cemiyetinden ve istanbuldaki tahsil-i sanayi'den aldığı referanslarla, osmanlı'da ittihat ve terakki'nin iktidarda olduğu 1913 yılında anadoluda bir seyahate çıktı.
bu seyahatte son derece ilginç kültürel, etnografik ve sosyolojik gözlemlerde bulundu.
devlet adamları, aydınlar ve subaylar ve sıradan anadolularla konuştu, onların geleceğin türkiye’sine ait görüşlerini kaydetti.

108 yıl önce bu toprağın insanlarının detaylıca anlatıldığı bu eserde (bkz: anadolu 1913) anadolu insanının adet ve görenekleri, alışkanlıkları, hayata bakışının yanısıra türk modernleşmesinin cumhuriyetin kurulmasından 10 sene önce ittihat ve terakki & jön türklerle muhafazakar ve kaderci çoğunluğa rağmen filizlenme çabaları da görülmekte.

kitaptan ilginç bulduğum bazı satırbaşları şöyle

eğer sözlenmeden bir kız, bir erkekle birlikte görülürse o kız dile düşüyor. hele bir de ilişkinin daha ileri bir noktaya vardığına hükmedilirse, kız toplum tarafından tamamen dışlanıyor.(s.7)

aynı anda beş cephede birden savaşmak, aynı anda da iç sorunlarla uğraşmak zorunda kalmak çok zor bir iş olsa gerek... bu ülkede ordunun ana dayanağı anadolu'dan toplanan müslüman askerlerden oluşuyor. işte bu askerler eğer ekmeği ve suyu varsa cephede sonuna kadar dayanıyorlar(s.18)

dilenciler sadaka istiyorlar ama 1 para verdiğinizde almıyorlar bile, 10 para istiyorlar... (s.21)

ahmet bey modern türk subaylarının bir temsilcisi idi. türkiye'nin geleceği üzerine sohbet ediyoruz; 'ilk ve en önemli iş eğitim sistemimizin reformu, meslek eğitimi, teknik ve sanayi eğitimi ve milli bilinç yaratmak' diyor. 'halkın dini liderleri olan hocalar bazı emekli ve huzursuz subaylarla birlik olup ilerici ittihat ve terakki hükümetinin en önemli hasmı durumundalar... biz kadınlarımızı modernleştirmek istiyoruz... çoğumuz artık karılarımızın açık olarak avrupalı giysilerle dolaşmasına izin vermek istiyoruz ama bu mümkün değil. bu giysilerle halkın arasına çıkamazlar, çünkü bu ülkede çok fanatik insan var ve eşlerimizde biz de bu yüzden saldırıya uğrayabiliriz. (s. 23)

köylüler sabah hayvan dışkılarını toplayıp çamurla karıştırıyor, biçim verip duvara yapıştırıyorlar. ayrıca yemek ya da kahve pişirmek için kullanılan bu maddeden yakılan ateşin nasıl dayanılmaz bir koku çıkardığını varın siz düşünün. (s.24)

türk insanı dürüst, iyi kalpli, misafirperverdir... türk insanına güvenebilirsiniz. yoksullara destek olur, dilencilere bir şey veremeyecek durumda da olsa, onları kovalamaz, 'inayet ola' veya 'allah versin' diyerek teselli eder. türk insanı kaderci ve elindekiyle yetinebilen bir kişiliğe sahiptir. bu özelliği ona bir yandan batının nörotik, asabi, migrenli insanlarına göre hayatın daha derin tadına varabilme yeteneğini verirken, diğer yandan ise hayat karşısında pasifleşmesine neden olur. doğu kültürünün geri kalmasının nedeni dinin tutucu yapısıdır. (s.42)

yörükler müslüman ve türk. her ne kadar iyi niyetli ve uysal bir halk olsalar da kültürel gelişmenin en alt katında oldukları her hallerinden belli. (s.52)

kadercilikleri türklerin ve diğer müslüman halkların en ciddi zayıflıkları. her şeyi allahtan ve devletten bekliyorlar. türkler girişken ve yaratıcı olamıyorlar. eğer isterse ve mümkünse allah ve hükümet yardım eder diye düşünüyorlar. 'devlet okullar yapsın, para versin, tüm kullarını korusun, baksın, yani gereken her şeyi yapsın' diye düşünüyorlar. (s.53)

kızlar oldukça genç yaşlarda, daha onaltısına basmadan evlendiriliyorlar. koca 'boş ol' derse kadın eşyalarını toplayıp kendi anne babasının evine gitmek zorunda... kadının hukuki durumundaki güvencesizlik nedeniyle ailede kadınlar hep ikinci planda kalıyor, kocalarının bazen zalimce baskılarına boyun eğiyorlar. (s.58)

çerkezler kamalarını mücevherlerle süslü gümüş kınlarda taşırlar. erkeklerin bu giysisine çerkezler kendi dillerinde 'adige' der. uzun çizmeler ve başlarına giydikleri sivri şapkalar kıyafetlerinin diğer ortak özellikleridir. güzellikleriyle tanınan çerkez kızları evleninceye kadar kapanmazlar. (s.90)

türk kadını 14-15 yaşında kocaya verildiğinden ve ardından bir sürü çocuk doğurduğundan 40-50 yaşına geldiğinde artık çok ihtiyar görünüyor. (s.96)

insanı çatlatan bu sıcakta biraz kavun yeyip uzandıktan sonra türk insanının yatıp, keyif yapmayı neden bu kadar çok sevdiğini anlıyorsunuz. bu sıcak yörelerin çocuğu olan homeros bunu binlerce yıl önce dile getirmişti; 'insan öyle de böyle de nasıl olsa ölüyor; çok çalışan da, hiç çalışmayıp boş oturan da!'(s.98)

hacıbektaş'tayız. burada insanlar son derece açık görüşlü. ramazan ayında oruç tutmuyorlar, kadınlar sokakta kapanmıyorlar, hatta gerektiğinde erkeklerle de konuşuyorlar. ama ahlaki değerlere son derece bağlılar. (s.103)

ovanın ortasında mogan gölü ve eymir gölü parlıyor... işte ankara. 1913' yılında 50 bin nüfusa sahiptir. tepedeki surlar(akkale) artık harabe halinde. ankara balık pazarında her türden insan koşturuyor. sırtlarında plastik yagmurluklarıyla avrupalılar, köşe başında pazarlık kavgası yapan kara bir afrikalı, diğer yanda ermeni satıcı, kollarını dirseklerine kadar sıvayıp müşteri çağıran rum lokantacılar, sarı kaftanlı arap tüccarlar, boylu poslu kürt katırcılar, her şey, herkes birbirine karışıyor... (s.108)