Bitirdikten Sonra Yapmış Olmaktan Gurur Duyacağınız Bir Aktivite: Likya Yolu

Fethiye'den başlayıp Antalya'ya kadar uzanan 500 küsür km'lik Likya Yolu'nu deneyimleyeceklere tavsiyeler.
Bitirdikten Sonra Yapmış Olmaktan Gurur Duyacağınız Bir Aktivite: Likya Yolu
iStock


solo yürüyecek amatörler için, solo yürümüş bir amatör olarak naçizane tavsiyelerim

- yalnız olmam bir sorun değildi. yalnız bir kadın olmam da şehir merkezleri haricinde sorun değildi. hatta yalnız ve kadın olmam tanıştığım herkes tarafından takdirle karşılandı ve belki de yanımda bir arkadaşım olsa hiç muhabbet edemeyeceğim pek çok insanı tanıma şansı yarattı. benim çok ama çok uzun süredir reddettiğim 'insan sosyal bir varlıktır' düsturuna kendinizi açarsanız, yalnız olmak durumu bir dezavantaj ya da avantaj halini almaktan sıyrılır ve yalnızca bir oluş hali olarak kalmaya devam eder. dipnot: yürüyüş sırasında tanışıp, ilerki parkurlarda karşılaşıp da 'takıltığım' çok fazla insan oldu. aynı interrail gibi, yolda arkadaş edinebilirsiniz eğer çok sıkılırsanız, ki ben yalnızken de hiç ama hiç sıkılmadım. sadece ortama uyum sağladım =) hatta yalnız çıkmaktı hayalim, ilk seferimde yalnız çıkıp da kendimi pek çok açıdan bunca aşabildiğim için kendimle ayrıca gurur duyuyorum. tavsiye ederim.


- asla yalnız değilsiniz. burada 'doğayla iç içesiniz, kuşlar böcekler çiçekler' romantizmine girmeden açıkça söylüyorum ki, yol boyunca asla ama asla yalnız değilsiniz. kalabalıklar içinde kaybolduğumuz büyük şehirlerden onlarca kat daha sosyal bir yol likya. her parkur gerek solo yürüyüşçülere, gerek çiftlere, gerekse gruplara denk geliyorsunuz; bunlar harici yolunuzun üzerindeki her köyde hevesle muhabbet ettiğiniz yol üstü işletmeleri oluyor. insan sevmeyen şahsım dahi şu an geçtiğim köylerde bir çay içip ayak üstü iki kelam ettiğim köylüler ile dost oldu, çocuk sevmeyen bünyem enerji barlarımı, kuru yemişlerimi çocuklarla paylaşıp onlarla muhabbet etti. yarım saat önce tırmanışta 'ulan ölsem bilen olmayacak ha' korkusuyla yaşadığım stres hiç olmamışçasına tanımadığım insanlara ilham oldum, tanımadığım insanlardan motivasyon buldum. etkileşimi öyle şahane bir yol bu likya işte. hatta ilk parkurda tanıştığım hollandalı çifti son gün kaş'ta, yine ilk parkurda tanıştığım boğaziçi'nden bir erasmus çiftini 4. gün patara'da, ikinci parkurda tanıştığım ingiliz dedeyi ise xantos antik kentini gezerken tekrar gördüm. başka rota kurucularından sosyal medyada severek takip ettiğim mikail abi'yle de yol üzerinde karşılaşma şansına eriştim. sevgili dostlarım da beni motivasyonsuz bırakmadıalr sağ olsunlar. ancak sahiden, en büyük motivasyon, domuz ayak izleri eşliğinde saatlerce tırmanıp bir o kadar saatlerce yürüdükten sonra gördüğünüz köylülerin güler yüzleri ve bir bardak ayran eşliğinde gelen muhabbet oluyor.


- büyük yerleşimlerden uzaklaştıkça halkın samimiyeti artar. köy halkları oldukça yardımseverdir. 2 saati tırmanış olan 8 saatlik yürüyüşümün ardından dizlerimde mecal kalmazken ormandaki itfaiye yolundan nurla inmiş gibi karşıma çıkıp bir de bahçelerinden yeni topladıkları çilekten ikram eden yerel halka güveniniz. fakat şehirler arası yolda gördüğünüz araçlara güvenmeyiniz. otostop çekmeyin demiyorum, fakat tekseniz ve hatta kadınsanız yerel halkın samimiyetine güvenip de çok salmayın, tetikte olun.

- ebru gündeş'in 'sen allahın bir lütfusun, gözlerimin nurusun' şarkısını batonlar için yazdığını aklınızdan çıkarmayın ve bu yola batonsuz çıkmayın. baton kadar önemli olan bir diğer şey ise kalın tabanlı ve bilek kavrayan bir ayakkabı. sivri kayalıkların üzerinde sekerken tapacağınız tek din ayakkabı markanız olacak. geri kalan bütün malzemeler teferruat, inanın bana.

- çadırda kalmayın. 'aman canım 1,5 kiloluk çadırın ekstra ne gibi bir zorluğu alabilir abartma malmazel' diyenlerin babadağ tırmanışındaki motivasyonlarına tanıklık etmek isterim. çadırda kalmayarak uyku tulumu, mat, yemek malzemeleri gibi pek çok malzemeden ağırlık tasarrufu edebileceksiniz. likya'nın mevsimi, tatil sezonu dışında kalan nisan ve kasımdır. nisan ayında kamp alanalrındaki çadır konaklamaları ile bongalov konaklamaları arasında 15-20 lira gibi bir fark var, yemin ediyorum yürüyüşte o çadırı taşımamak için değer. zaten tekseniz doğada çadır atmak fikri sizi ürkütebilir. (bkz: #67761430)


**mecburi ek** arkadaşlar, alakilise-finike gibi ya da aperlai gibi 3 günlük kuş uçmaz kervan geçmez yerleri yürüyecekseniz elbette çadır harici seçeneğiniz yok. rica ediyorum yürüyeceğiniz parkurları bir zahmet bir araştırıp da gidin (elinizin altında likya yolu kitapçığı yoksa bile zilyon tane blog var, entry'de de tavsiye ettim zaten birkaçını). eğer yerleşimden geçiyorsa yürümek istediğiniz parkurlar, o zaman almayın çadır. hele ki tasarruf etmek adına çadır maliyetinden düşmek için çadır almamazlık etmeyin, deli misiniz? elbette pansiyon/bungalov daha pahalı! lütfen bu hususta daha fazla soru sormayın, sahiden şaşırıyorum duyduklarıma...

- konaklama ve çanta konusunda yapabileceğiniz en mantıklı şey; çadırınızı alır bir kamp alanına kurar ve çantanızı da içine atarsınız, bütün gün sadece su ve atıştırmalıklarınızı yanınıza alıp sülaleniz rahat bir şekilde tırmanırsınız. ben gezimin ikinci yarısını bu şekilde bitirdim ve bir daha gittiğimde tartışmasız çantasız yürüyeceğim. hem madden bungalov alternatiflerinden daha ucuz, hem fiziken tam bir 'allahım ben bunu neden daha önce düşünemedim!'. yanınıza minik bir sırt çantası alın, hani katlanınca bir avuç kalan su geçirmez minik sırt çantalarından (eşantiyon dahi veriliyorlar artık). onlara günlük su, yemek, güneş kremi gibi şeyleri koyun ve özgürlüğe adım atın.


- yemek taşımayın. ben çok fazla taşımamama rağmen yanıma aldıklarımı yiyecek fırsatı dahi zor buldum. zira

1)yola gitmeden önce bünyeniz çok bir şey yemek istemiyor. sabah enerji veren kuruyemiş ya da protein oranı yüksek peynir gibi şeyler yemek istiyorsunuz. ekmek yemeyen bir insanım genelde, yine yemedim. lifli karbonhidratlar almaya özen gösterin bu süreçte, hurma ya da muz gibi. 

2)yürüyüş sırasında yine midenizi doldurmak istemiyorsunuz. yol üzerindeki köylerden bolca ayran ve soda içiyor, varsa yine lifli bir besin olan mercimek çorbası içiyorsunuz. çok yorulduğum 1-2 parkurda öğlen protein bar yemiştim, züber markanın katkı maddesi olmadan hurma ve kuruyemişten yapılmış enerji barları ya da wasa'nın bol lifli yulaf protein barları, gibi gibi.

3)yürüyüş sonrası saldırdığınız şeyler genelde salata ya da çorba oluyor. bir salata insanı bu kadar mutlu eder mi? eder.

özet: öyle aman kamp ateşi yakalım üzerinde sucuk ve marşmelov pişirelim romantiklikleri günde 600+ metre tırmanıp 16km yürüdüğünüz trekking maceralarında biraz ütopik.

-likya yolu kitabımı bir kez dahi açmadım yolda. gideceğiniz parkurları tanıyorsanız (pre-research) kitaba gerek yok. 'aman malmazel zaten kitap 300 gram, arka kapağında yazıyor!' diyenleriniz olacaktır. bok yiyin.


-yanınıza 50gr şampuan, 30gr lens solüsyonu filan alan. 30 gr lens solüsyonunu nasıl alayım lan diyenler, gratis'te şurda burda satılan cep boy rebul kolonyalarından alın bir tane, mandalinalısını öneririm. kullanın ya da dökün, keyfiniz bilir. sonra o şişeyi kullanın. kişisel bakım malzemelerinizin tümü, bir makyaj çantası boyutunu ve 500 gr'ı geçmesin. bunu neden vurguluyorum? ben 20 kg çanta ile başladım ve ilk gece vücudumdaki bütün kaslar tutuk ve dizlerim pertken gidip 50 ml'lik şampuanlarımın dahi bir kısmını döktüm 'fazla ağırlık yapan her şeyi atacağım lan' diye. ondan 30 gr, ondan 50 gr derken ne kadar fark ettiğine inanamayacaksınız.

-'yedek' konseptinin bokunu çıkarmayın. 2 kalem pille çalışan kafa lambanıza 6 yedek pil almayın, manyak mısınız? 'yedek' ıslak mendil filan da almayın, her yer köy, her yer market. ufak tefek şeylerin yedekleri zaten ağırlık yapan. çantam 20 kg başlayıp 14 kg bitti, ben 6 kglık gereksiz yük koymuşum gibi düşünebilirsiniz. hepsi de bu 'yedek' mantığından çıktı. şimdiki aklım olsa o protein barları filan bile almazdım. 6 kg tüketmişim yolda düşünsene, ne gerek var, yol üzerinden al yani. hele ki suyunuzu yedeklemeyin. 3 lt yedek su taşımışım farkında olmadan. yapmayın. özellikle ilk parkurlar, yanınızda 1-1,5 lt taşısanız yetecek kadar su kaynağı bol parkurlar. gideceğiniz parkurdaki su kaynaklarını araştırıp hareket edin lütfen.

-'yahu nisan nisan zaten hava kapalı, hem hep ormandan yürüyoruz, ne gerek var güneş kremine?' diyenleri duyar gibiyim. sizi seviyorum.


-yürürken en büyük motivasyonunuz doğanın içinde, doğanın bir parçası olmak oluyor. ben ki yurtta alt kata çamaşırlarımı makineden almaya; hatta tuvalete dahi kulaksız gitmeyen insan, yürüyüş sırasında müzik dinlemedim. kendim şarkı söyledim (dinlenirken zira nefesinizi genelde bozamıyorsunuz tırmanışta) fakat genelde sert esen rüzgarın ormanda çıkardığı korkunç sesler ya da neşe saçan kuş cıvıltıları ya da su kaynağına yaklaştığınızın göstergesi olan su şırıltıları ya da 'kaybolursam yol bu tarafta, aklımda olsun' mantığı yürüteceğiniz araba sesleri gibi pür dikkat bulunduğunuz ortamı dinleyerek anlamaya çalıştığınız bir deneyim bu. bu nedenle zaten dinleyesiniz gelmiyor pek.

-moralinizin bozulduğu anlar olacak. babadağ'ı tırmanırken yolun yaklaşık yarısında bir kaya vardı. kayaya tırmanmam gerekiyordu ellerimi kullanarak, alternatif yol yoktu. sırtımda ağır bir çanta vardı (size boşa dil dökmüyorum çantanızı hafif tutun diye) ve tektim, kayanın bir yanı uçurumdu. kayadan kaysam kurtuluşum yok. 'ben bu işi yapamayacağım, likya benim neyime lan' deyip ağlamaya başladım ve dönmeye karar verdim. fakat inmek, tırmanmaktan çok daha zordur arkadaşlar. bu nedenle inemeyip mecburen devam ettim. çok film klişesi olacak ama iyi ki devam etmişim. ha o kayadan sonra hiç zorluk yaşamadım mı? patikada her domuz ayak izi gördüğümde, kirme'den faralya'ya inen 3 km'lik full çakıllı inişteki düşmelerimde, delikkemer dönüşü dizimde takaat kalmayıp da yorgunluktan ağladığımda, otostop çektiğim araçta para karşılığı seks teklifi aldığımda, durakta otobüs beklerken önüme kamyon kırdığında, 4 saatlik yürüyüşün ardından patara yolundaki yokuşları bisikletle çıkamayıp 'evimi özledim lan' diye düşündüğümde... fakat günün sonunda patara'yı ıssız ve capcanlı mimozalarla süslenmiş gördüğüm an her şeyi unuttum. yani, sabredin. güzellikler, zorluklarıyla birlikte geliyor.

-youtube'da onur benli videolarını izleyerek gerekli gazı depolayabilirsiniz. onur ve zeynep şahane insanlar, yol boyunca ne yapıp ettiğimi sorarak bana moral verdiler ve yol öncesi her soruma ilgiyle yanıt verdiler. iletişime geçmekten çekinmeyin.

-bağımlılık yapıyor. dönmek istemeyerek döndüm, tekrar gideceğim tarihi planlıyorum şu an.


yanıma alıp hiç (ya da neredeyse hiç) kullanmadıklarım

likya yolu kitabı
yedek lamba
yağmurluk
çanta koruyucu (yağmurluk)
güneş gözlüğü (o kadar terlerken sizi rahatsız ediyor ki lens kullanan, gözleri hassas biri olarak kışın bile gözlük takan ben neredeyse hiç kullanmadım)
buff (fevkalade lüzumsuz)
diz ateli (sağ dizi ön çapraz bağ ameliyatlı olan biri olarak dahi gerek duymadım. burada vücudunuzun rahat etmesini istiyorsunuz zira, baton bu nedenle aşırı mühim. hele ki çantasızsanız, dizler rahat oluyor)
düdük ve pusula (ilk parkurlarda kaybolmak maharet ister =)

yanıma alıp kullandıklarım ve bir daha gidecek olsam alacağım yegane şeyler ~muhtemel 8-10 gün için

daha küçük hacimli bir çanta (40 ya da max 50)
batonlarım
yürüyüş ayakkabısı
sandalet (hafif olsun, şehir içi geziler ve duş/deniz sonrası terlik görevi görsün)
havlu (decathlon'daki hızlı su emen hafif havlulardan)
2 polar (biri kapalı ve fazla rüzgarlı havalarda yürüyüşte giymek için, diğeri temiz kalacak şekilde geceleri giymek için)
3 tayt (100er gramlık uzun taytlarımla muazzam rahat yürüdüm. gerek çalıların, gerekse dikenlerin arasından geçtim ama bacaklarıma bir çizik almadım. fevkalade amele yanığı oldum ama mutluyum. bu taytların biri hep temiz kalacak şekilde gece uyurken giyilecek)
3 tişört (hafif olması mühim. penye olması önerilir. birini gece uyurken giydim hep temiz kaldı, diğerini şehirlere indiğimde gezerken giydim. birini de yürürken giydim, zaten dinlence günlerinizde yıkıyorsunuz, emin olun yetiyor. hatta ben 4 tişörtle gittim ve birini hiç kullanmadım tasarruflu olacağım derken =)
şapka (hayatımda ilk kez şapka kullandım ve kafamdan sadece yatarken filan çıktı)
çoraplar, iç çamaşırları vb
kişisel bakım (minimal gramaj), güneş kremi, sinek kovucu, ilk yardım seti (minimal: kas gevşetici, pastil, ağrı kesici, sargı bezi, yara bandı. hiç kullanmadım ama buradan kısmak yanlış olur.)
2 adet protein/enerji bar, 200 gr kaju
matara
biber gazı
müzekart ve bolca nakit
mp3 çalar
hafif bir kitap
power bank
çakı ve kaşık (kivi-sever olmak be like)


şehir içi yürüyüşleri hariç tutarsak kısa kısa

-5 günde 60+ km yürüdüm, 1.100+ m tırmandım

-5 günlük safi hardcore parkur yürüyüşlerimin dışındaki 'dinlence' günlerimde;
finike'de turuncubağ'ı ziyaret ettim ve hayatımda tanıdığım en tatlı çiftlerden biriyle tanıştım. muazzam bir narenciye bahçesi gezdim ve şahane vakit geçirdim. aynı şekilde 20 kiloluk çantayla babadağ'ı tırmanmamın ertesi günü şahane kelebekler vadisi manzarası ile aylaklık ettim, hamakta sallandım, kitap okudum. gelemiş'te yıllık yörük yürüyüşüne denk gelip develerle, eşeklerle, yörüklerle göç yolu'nu yürüdüm. patara sahilinde doyasıya vakit geçirdim, antik kentte bisikletle dolandım. xantos ve letoon'u gezdim. artık günlerin verdiği tecrübeyle antiphellos nekropolünde baton dahi kullanmadan seke seke kayalardan indim (abarttım tamam, yine de benim için büyük gelişmeydi bu rahatlık =), antik tiyatroda gün batımı izledim, son günün şımarıklığıyla kaldığım çatı katı otel odamın nefes kesen deniz ve meis adası manzarası eşliğinde şarap içtim, arkadaşımla koyun başından sonuna uzun yürüyüşler yaptım. 

-başlangıç ve bitiş arası 6 kg çanta farkım var, bu demek oluyor ki 'yedek'lerim, 'ne olur ne olmaz'larım ve 'azıcık da yiyecek alayım'larım olmasa 6 kg daha rahat edecekmişim. aynı şekilde vücudumda da 1.7 kg'lık bir kilo kaybım var.

yol maceralarımı paylaşmaya çalıştığım bir instagram ve facebook hesabım var, buradan gerek eski maceralarımı takip ederek kendiniz adına motivasyon bulabilir, gerekse gelecek maceralarımı takip edebilirsiniz.

herkese keyifli yürüyüşler!