Black Sabbath'tan Önce Piyasada Olmayan Metal Müzik Nasıl Ortaya Çıktı?

Black Sabbath'tan önce en sert müziğin The Beatles ve The Who olduğu düşünülürse heavy metal nasıl oldu da böyle keskin bir geçişin başı oldu? İşte metalin ortaya çıkış hikayesi ve Black Sabbath grubunun 1970 tarihli ilk albümünün incelemesi.
Black Sabbath'tan Önce Piyasada Olmayan Metal Müzik Nasıl Ortaya Çıktı?

bundan tam 50 sene önce black sabbath, kendi adını taşıyan ilk albümleri ile müzik piyasasına resmi olarak giriş yaptı. o dönem eleştirmenler albümü çok sevmese de zaman içinde albüm hem takdir gördü hem de ilk heavy metal albümü olarak adlandırıldı. peki bu albümü tanımlamak için neden "rock" kelimesi yeterli olmadı? heavy metali ve black sabbath'ı doğuran süreç neydi? buyrun sohbete.

rock müziğin çıkış noktası için blues'u anlamak gerekir

metal'in kökenleri için de bu durum farklı değil. blues, birçok yönden metale ilham verdi. bunların en önemlisi olarak distortion'ı öne sürebiliriz. elektro gitar, ilk olarak caz müzikte ortaya çıkmış olsa da blues tarafından benimsendi. blues zaten howlin' wolf gibi seslerinde doğal distortion bulunan vokalleri ile bilinirken, gitaristler de vokalistlerinin yırtıcılığına erişebilmek için amfilerinin mekanizmaları ile oynayarak ya da amfinin kaydını alan mikrofonlarla oynayarak cızırtılı bir ses icat ettiler. bu bazen tesadüfen bile gerçekleşti. ilk rock'n'roll şarkılarından biri olarak adlandırılan rocket 88'in distortion'lı gitarı, gitarist willie kizart'ın kayıt öncesi yolda kırılan amfisi sayesinde ortaya çıkmıştı.


blues, sadece vokalistlere destek olmak için sert bir gitar tonu kullanmadı. blues, hayatın tüm çıplaklığını ortaya vuran sözlere sahipti. bu sözler zaman zaman aşk acılarına, zaman zaman ekonomik sıkıntılara, zaman zaman da cinayetlere değiniyordu. gülpembe olmayan bu konuları, daha sert bir müzik ile anlatmak daha mantıklıydı. mesela, gitarı sert kullanan ilk isimlerden biri olan pat hare, birçok blues gitaristine çaldıktan sonra i'm gonna murder my baby adlı blues klasiğini distortion'lı gitarı ile yorumlamıştı. şarkı klasik bir blues ritmine sahipti ama sözlere baktığımızda bir hakime aldatıldığı için sevgilisini öldürdüğünü anlatan bir adam görüyoruz. o dönem frank sinatra gibileri aşkı için aya uçmaktan bahsederken, bu tarz sözler oldukça "metal" kaçıyordu. işin ilginci pat hare'in de bu kayıttan bir süre sonra sevgilisini öldürüp hapse girmesiydi. distorion'dan ve sözlerden bahsettik. bir de power chord meselesi var tabii; metal müziğin temel taşlarından biri olan ne majör ne minör olan beşli akorlar. power chord'un tarihine de baktığımızda da karşımıza blues çıkıyor. howlin' wolf'un 1951 tarihli how many more years'ında gitarist willie johnson'un ilk kez power chord bastığını duyuyoruz. şarkı ayrıca davul performansı ve gürültülü kaydıyla blues'dan bir adım daha öteye gidilmeye başlandığını da gösteriyor.

Howling Wolf - How Many More Years


ama sonuçta blues'dan heavy metale doğrudan bir geçiş olmadı

ara form olarak blues'dan etkilenen rock'n'roll gruplarına ihtiyaç vardı. rock'n'roll'un adını koyanlardan chuck berry, gitar rifleri ve gitar sololarını müziğinin temel taşı haline getirerek bu enstrümanın önünü açtı. ama elbette tavır olarak berry'nin metal ile ilgisi yoktu. rock'n'roll dönemin isyankar müziği olsa da aslında gençlerin partilerde birbirleri ile yakınlaşmak ve dans etmek için kullandığı bir eğlence aracıydı. amerika'da olan bitenden etkilenip kendi müziğini yaratan the beatles, rock'ı geniş kitlelere yaysa da söz olarak da müzik olarak da naiftiler. the beatles ile birlikte birçok ingiliz rock grubu, abd'de popülerlik kazandı. british invasion adı verilen bu akıma dahil olan gruplardan the kinks, 1964'te you really got me'yi yayınladı. şarkının rifi ve gitar tonu, dönemdaşlarına kıyasla çok daha sertti ve ben bu şarkıyı her zaman heavy metal'e açılan ilk kapı olarak görürüm. sadece ben değil tabii. hard rock'ın ünlü ismi van halen da kariyerinin başında bu şarkıyı cover'layarak ses getirmişti. şarkının yazarı ray davies'in 2010 yılındaki proje albümünde davies bu şarkıyı metallica ile yorumlamıştı. van halen ve metallica gibi isimlerin bu şarkıyı yorumlaması tabii ki tesadüf olamazdı.


the kinks'in açtığı yolu diğer ingiliz rock grupları devam ettirdi

mesela amerikan blues'u ile beslenmiş the rolling stones, yaramaz çocuklar imajıyla diğerlerinden ayrılmıştı. ancak metal müzikteki korkutucu yaramazlık yerine, daha çok kız arkadaşlarınızı koynunuzdan çalacak bir yaramazlık söz konusuydu. ama bunu yaparken distortiondan korkmadılar. `(i can't get no) satisfaction` mesela buna güzel bir örnekti. kinks'i takip eden bir başka ingiliz grup ise the who oldu. 1967 tarihli i can see for miles, keith moon'un davul atakları, pete townshend'in gürültülü gitarı ile dikkat çekti. the who'nun bu şarkısı gazetelerde "en sert rock şarkısı" diye geçince bu durumu kıskanan the beatles'tan paul mccartney, helter skelter'ı yazarak metal öncesi metal gibi şarkılar listesine bir isim daha ekledi. the beatles'ın `i want you (she's so heavy)` şarkısı da dönemine göre ağır bir atmosfere sahipti.

Pete Townshend

dönemin "the"lı grupları zaman zaman sert bir duruş gösterseler de özünde dönemin pop gruplarıydılar

asıl amaçları sert bir sound çalmak değildi, klasik bir rock yapıyorlardı. 1967'de ise rock, psychedelic rock ile bir kırılma yaşadı. gençlerden gelen özgürlük talepleri, müzikteki duvarları da yıktı ve sınırsız, kuralsız, zaman zaman da zor bir müzik ortaya çıktı. bunların bir kısmı daha çiçek çocuk kafasıydı, diğerleri daha absürt ve sanatsaldı. bunların bazıları ise deneyselliği oldukça sert bir sound ile desteklediler. 1967'de pop şarkılarına saykodelik yorumlar getiren vanilla fudge, özellikle you keep me hanging on ile saykodeliğin metale yaklaştığı anlardan birine imza attı. vanilla fudge, belki metal sayılmazdı ama grubun sertliğinin en önemli nedenlerinden olan davulcu carmine appice'in kardeşi vinny appice, metal tarihinin en önemli davulcularından biri olacaktı. bir sene sonra çıkan iron butterfly'ın in-a-gadda-da-vida'sı da hem dönemin en sert gitar riflerinden birini içeriyordu (ki sadece 17 yaşındaki erik brann tarafından çalınmıştı) hem de 17 dakika süresi ile yıllar sonra yayınlanacak epik heavy metal eserlerini andırıyordu. şarkının bestecisi de olan doug ingle'nin klavyede çaldığı ana rif, heavy metal'in sıkça işleyeceği o korku temasını müziğine işlemişti.

You Keep Me Hangin' On - Vanilla Fudge


dönemin bazı grupları ise psychedelic rock ile anılıp, bu tarzda eserleri olsa da yavaş yavaş hard rock denilen şeyi ortaya çıkarıyordu

bunların en önemlilerinden biri jimi hendrix oldu. rock dünyası chuck berry'den sonra belki de ilk kez bu kadar güçlü bir gitar virtüözü gördü. birçok rock ve metal müzisyeni eline gitarı hendrix'i izledikten sonra aldı. the jimi hendrix experience, bir başka rock triosuna ilham verdi. bas gitarist jack bruce bir gün hendrix'i izleyip o kadar etkilendi ki grubu cream için sunshine of your love'ı yazdı. bruce ve gitarist eric clapton'ın beraber çaldığı dönemin en sert ve dikkat çekici gitar rifi, ginger baker'ın enerjik davulu ile birleşince bir rock klasiği ortaya çıktı. ancak genel olarak baktığımızda cream, sırtını daha çok blues'a dayıyordu. her albümünde birkaç blues yorumu bulunmaktaydı. bu da blues'un rock'ın sertleşmesinde yıllar sonra bir katkıda bulunduğunu gösteriyordu. 1968'de çıkan blue cheer'in summertime blues yorumu blues tarzı eserlerin sert bir düzenleme ile ne kadar iyi duyulduğunu gösteren eserlerden biri oldu. hatta ve hatta bir çok kaynak bu şarkıyı ilk heavy metal şarkısı olarak tanımlamaktadır.

ama blues ile heavy metal arasındaki gerçek kayıp halka cream ya da blue cheer değildi

1963'te gitarda eric clapton ile blues yorumları yapan, daha sonra jeff beck ile psychedelic rock'a göz kırparak listelerde başarı kazanan ama 60'ların sonunda dağılan the yardbirds'ün son kadrosunda gitar çalan jimmy page, grubu daha sert bir sound ile "the new yardbirds" olarak devam ettirmek istedi ve yanına aldığı elemanlar ile bazı eski blues şarkılarına kendi yorumlarını getirdiler. grup, daha sonra adını led zeppelin'e çevirdi. zeppelin, 1969'da çıkan ilk albümünde dazed and confused gibi, i can't quit you baby gibi blues yorumları kaydetmişti. bunların yanındaysa good times bad times ve communication breakdown gibi üç dakikadan kısa süren ama enerji bombası iki şarkı ile bugün heavy metal dediğimiz tarza oldukça yaklaştılar. hatta bazı kaynaklar led zeppelin için ilk heavy metal grubu da derler. özellikle communication breakdown şarkısı, ki ileride iron maiden da bu şarkıyı coverlayacaktır, kafa karıştırabilir. ama bazı şarkılara "metal" denebilmesi bir gruba ilk metal grubu demek için yeterli değil. mesela king crimson'ın 21st century schizoid man'i de içindeki saksafona rağmen dönemin en sert şarkılarındandı ama crimson'a kimse metal grubu demedi. çünkü tam olarak neye metal diyecegimizi anlamak için bugün metal müziğin en önemli unsurlarından olan bir şeye bakmak lazım: imaj.

bugün sıradan bir vatandaşa "heavy metal nedir?" diye sorsam herhalde birçok yanıt müzik ile ilgili olmaz ve "siyah giyinen, şeytana tapan, vahşi gençler" tadında olur. peki bu imaj nereden geliyor? tabii ki bu kapı da aynı yere çıkıyor: blues. blues'un sözlerindeki sertliğe daha önce değindik ama genel olarak blues sanatçılarının sert bir imajı yoktu. bunun en büyük istisnası tabii ki robert johnson. blues'un ilk isimlerinden johnson ile ilgili çok bilinen bir rivayet vardır: bir gün bir dörtyol ağzında şeytan ile karşılaşan johnson, çok iyi gitar çalabilmek için ruhunu şeytana satar. ama bu hikaye dışında johnson'ın çok karanlık bir yönü yoktu, ki çok genç öldü. ama blues'un sert yüzünü bazı sanatçılar sahneye taşıdılar. daha önce de andığımız howlin' wolf, adından da anlaşılacağı üzere şarkı söylerken neredeyse scream vocal diyebileceğimiz bir vokal tekniği ile kendine has bir yer edindi. wolf, kazandığı paradan annesine vermek istediğinde dini bütün annesinin "bu şeytanın parası" diyerek parayı reddetmesi bu konudaki komik anekdotlarından biri. ama bu isimlerden en önemlisi screaming jay hawkins olsa gerek. hawkins, ortalama bir rhythm and blues sanatçısıyken bol alkollü bir stüdyo gününde i put a spell on you şarkısını içine cin kaçmışcasına söyledi. aslında bunu geyiğine yapmıştı ama prodüktörü bunun çılgın bir fikir olduğunu düşünüp, kaydı yayınladı ve hawkins bir anda meşhur oldu. şarkıdaki büyü temasına uygun olarak, sahnede afrika büyücülerini andıran kıyafetler giyerek hem kökenini andı hem de korku temasını ilk kez sahneye taşıdı.


bu imajın rock müziğe yayılması ile psychedelic rock'ın getirdiği özgürlük ile oldu

1968'de fire şarkısını yayınlayan the crazy world of arthur brown'ın vokalisti arthur brown'ın konserlerde kafasına alevli bir şapka yerleştirmesi dönemin en dikkat çeken hareketlerindendi. böylece shock rock denilen şey ortaya çıktı. brown'ın izini takip eden genç grup alice cooper, 1969'da saykodelik tarzda olan ilk albümünü çıkardığında sahneye canlı tavuk ile çıkma gibi garip bir şey denemişti. bu da heavy metal'in en bilinen efsanelerinden birini ortaya çıkardı: grubun aynı isimli vokalisti, tavuğun uçamayan bir kuş olduğunu unutarak onu uçması için havaya fırlattı. ama tavuk, seyircilerin arasına düştü ve müziğin etkisi ile dans eden seyirciler arasında kalan tavuk öldü. tabii bu olay gazetelerde "sapkın rock grubu sahnede tavuğu paramparça etti" gibi bildirildi. o günden beri "metalciler sahnede botları ile civciv eziyor" muhabbeti devam etmekte. cooper ile turlayan gruplardan biri coven'di. bir kadın vokaliste sahip olduğu için diğer sert rock gruplarından ayrılan coven, rock müziğe satanik bir imaj getirmesiyle de diğer gruplardan ayrıldı. 1969 tarihli ilk albümleri witchcraft destroys minds & reaps souls'un ön kapağında kuru kafa kullandılar, arka kapağında ronnie james dio ile özdeşleşecek "devil's horn" işaretini yaptılar, albümün kapanışında satanic mass adlı 13 dakikalık ayin kaydettiler. peki albümün ilk şarkısının adı neydi? black sabbath.

black sabbath'ın hikayesi birmingham'da başladı (ve de burada bitti)

tony iommi aileden müziğe yatkınlığı olan bir çocuk olarak rock'n'roll ile karşılaşınca hayatında ne yapacağı belli olanlardan biriydi. kendi gruplarını kurmuş, bunlardan biri ile almanya'ya konsere gitme planı bile yapmıştı. yani the beatles'ın yolundan ilerleyecekti. buraya kadar klasik bir hikaye. ama işin rengi 1965'te değişti. iommi, bir yandan da birmingham'da bir fabrikada çalışıyordu. bu noktada birmingham'a bir parantez açmak lazım. şehir, 2. dünya savaşı'nda alman bombalarına maruz kalmış şehirlerden biriydi. hatta londra ve liverpool'dan sonra en çok bomba alan yer oldu. bu nedenle sabbath üyelerinin çocuklukları yıkık dökük binaların arasında, sığınaklara inme tatbikatları arasında geçti. savaş öncesi krallığın en büyük şehirlerinden biri olan birmingham, savaş bitince de ayağa kalkması için çaba gösterilen yerlerden biri oldu. birçok fabrika kuruldu ve bölgenin gençleri bu fabrikalarda çalıştı. iommi, bunlardan biriydi. metal presleme fabrikasında çalışan iommi, 1965'te arkadaşının yerine baktığı bir gece daha önce kullanmadığı bir makinayı kullanırken elini kaptırdı ve sol elindeki parmakların ikisinin ucu koptu. hemen hastaneye giden iommi'ye gerekli müdahale yapıldı ama doktorlar kendisine gitar çalmayı unutmasını öğütledi. iommi ise teslim olmadı. zaman içinde kendine has bir çalma stili geliştirdi. akor basamadığı için power chord'lara ağırlık verdi. artık olmayan parmak uçlarının yerine kendi yaptığı plastikten protezleri geçirdi. bu da gitarına farklı bir tını kazandırdı. bir de bendlerini daha kolay yapabilmek için gitarının tellerinin gerginliğini düşürmek istedi ve gitarını yarım ton pesten akortladı. tüm bunlar grubun otomatikten diğer gruplardan daha sert duyulmasına sebebiyet verdi. ama tüm bunlar zaman aldı, bir anda gercekleşmedi. iommi de almanya'ya gidemeyip birmingham'a kaldı. burada kurduğu gruplardan birinde davulcu bill ward ile tanıştı. bill ward, tabii ki de herkes gibi rock'n'roll'dan etkilense de digerlerinden farklı olarak caz müzikten de etkilenmişti. ikili mythology adıyla bir grupta çaldı. bu grubun bazı konser kayıtları internette bulunabilir ama bunlar çok dikkat çekmeyen blues yorumları içermekte. grup dağılsa da iommi ve ward, arkadaş kaldılar ve bir gün grup arayan bir vokalistin ilanına denk geldiler.


ozzy osbourne, iommi'nin bir alt döneminden, haşarı bir gençti. çok başarılı bir hayatı olmadı. okulda arkadaşları tarafından zorbalık görüyordu. bu zorbalıkların bazıları zorla pantolonun indirilmesi ve vücudunun ellenmesi gibi cinsel tacize varan eylemlerdi. iommi bile, zayıf gördüğü osbourne'a yukarıda yazdığım kadar olmasa da kötü davrandığını kabul etmişti. osbourne, okuldan sonra o işten bu işe sürüklendi ve bir baltaya sap olamadı. daha da kötüsü hırsızlığa alıştı. hatta hapse bile düştü. bu kadar sıkıntılı bir hayat yaşayan osbourne'un hayatının the beatles'ın en çocuksu şarkılarından biri olan she loves you ile değişmesi hayatın ironisiydi. o an osbourne, şarkı söylemek istediğine karar verdi. katıldığı gruplarda başarısız olunca kendi ilanını verdi ve yolu tekrardan iommi ile kesişti. ozzy, tony ve bill, bir araya gelmişti. peki geezer butler? o da osbourne'ın eski grup arkadaşı ve iommi'nin bir tanıdığı olarak gruba dahil edildi. sadece o mu? gruba ikinci bir gitarist ve de, bugün bakınca çok komik gözükse de, bir saksafoncu dahil oldu. grup "the polka tulk blues band" adı altında blues şarkıları söylemeye başladı. daha sonra "polka tulk" ve "earth" adlarını alan grup, önce dört kişiye düştü. sonra da earth isminin kapıldığını öğrenince yeni bir isim bulmaya karar verdiler.

burada geezer butler'a geri dönmek lazım. butler'ın da müzikal olarak ilham aldığı isimler arkadaşlarından farklı değildi ama butler bir gitaristti. ancak iommi'nin olduğu yerde butler'ın elektro gitar çalmasının manası yoktu. zaten butler, cream'den jack bruce'u izlediği anda bas gitar çalmak istediğini anlamıştı. ancak eski alışkanlıkları kolay bırakamayan butler, iommi'nin riflerini aynen takip ederek gitar ve bas gitarın beraber çaldığı çok sert riflerin ortaya çıkmasına sebep oldu. ama önemli bir başka katkısı da grubun imajının ortaya çıkmasındaki katkısıydı. butler, ciddi bir katolik ortamda yetişmişti. etrafında siyah kıyafetler giyen, büyük haçlar takan, sert bakışları ile birçok rahip vardı. bu imaj kafasının bir köşesine yazılmıştı. bir yandan dine daldıkça şeytan kavramını da anlamaya çalışıyordu. "karanlık sanatlar" hakkında okumalar yapıyordu. o kadar ki artık halüsinasyonlar görmeye başladı. grup, yeni bir isim ararken de butler, 6 sene önce izlediği korku filmi "black sabbath"ı hatırladı. sabbath, musevilikteki ibadet günü olan sebt günü demekti. yani bu isimde hem dine, hem karanlığa, hem de korkuya bir gönderme vardı. butler şöyle düşündü: "insanlar eğer korku filmine para veriyorsa, korku müziğine de para verir". bu nedenle müziklerini de daha karanlık, daha mistik, daha korkunç yapmaya karar verdiler. böylece black sabbath, rengarenk saykodelik gençliğin, çiçek çocukların antitezi olarak ortaya çıkacaktı. ortam da buna müsaitti. 67'nin özgür aşk teması kısa süre içinde cinayetler, ırkçılık ve en önemlisi savaş konuları ile bastırılacaktı. keza sabbath'ta butler'ın yazdığı sözlerin ciddi bir kısmı savaşı ve insanlığın gittiği yeri eleştirmekteydi. sonuç olarak daha pozitif tınlayan earth demoları kalkmış, grup sıfırdan şarkılar yazmaya başlamıştı.

bu arada black sabbath'ın daha black sabbath olmadan az kalsın kaybolup gideceğine de kısaca değinmek lazım

1968 yılının bitmesine yakın, grup halen earth olarak bilinirken, ilk albümünü çıkarmış ve earth ile konserlere çıkan rock grubu jethro tull'un gitaristi mick abraham, grubun vokalisti ian anderson ile grubun geleceği konusunda fikir ayrılıkları yaşayınca gruptan ayrıldı. anderson da iommi'ye gruba katılma teklifi sundu (ya da başka rivayete göre ilan verdi ve iommi bu ilana başvurup gruba dahil oldu). iommi, elbette earth ile kendi macerasını yaratmak istiyordu ama bir yandan da bir albümü ve hali hazırda bir plak şirketi olan bir grup ile çalışmak cazip geliyordu. earth üyeleri "bu fırsat kaçmaz abi" diyerek iommi'yi gazladı. böylece iommi, bir ay boyunca tull ile çalıştı. anderson'dan planlı programlı olmayı öğrendi. the rolling stones'un rock and roll circus adlı eğlence programında/filminde tull ile (playback da olsa) çalıp, hayranı olduğu john lennon , eric clapton gibi adamlarla aynı projede yer alıp kendini gösterdi. ama anderson, müziğinde klasik müzikten beslenip, progressive rock'ın bol akorlu ve komplike tarzını grubun müziğine yedirtiyordu. ancak iommi, elindeki problem nedeniyle bu akorları basacak bir durumda değildi ve earth'e geri dönme kararı aldı. iommi ve anderson'ın beraber çaldığı bir grup fikri heyecan verse de bu gercekleşseydi belki bugün bildiğimiz metal müzik ortaya çıkmayacaktı. iommi'li black sabbath'ın yarattığı heavy metal'in 1988'de grammy'lere dahil edilmesi ve en iyi hard rock/metal ödülünü adaylar arasında metallica varken jethro tull'un kazanması da hayatın ufak tefek oyunlarından biri oldu.

grup, 1969'da black sabbath adını alıp, yeni adı ve imajına uygun olarak şarkılar besteleyince bir plak şirketi bulmak için kapı kapı dolaştılar. ancak bütün kapılar yüzlerine kapanıyordu. en sonunda philips'in plak şirketi oluru verdi ama grubu tabii ki daha küçük gruplar ile ilgilenen fantona records'a gönderdi. şirket, bir ses mühendisi olan rodgar bein'i gruba prodüktör olarak sundu. bein'in müzikal olarak albüme katkısı neredeyse sıfırdı çünkü grup yapmak istediğinden emindi ama onların elinden tutup, gruba çeki düzen verecek bir dış güce ihtiyaç duyuyordu. bein, yıl sonuna doğru grubu yerel bir stüdyoya soktu ve birkaç saat içinde tüm albüm alelacele kaydedildi. fantona, grubun kayıtlarına şöyle bir bakınca grubun kendi bestesi olmasa da kayıtlardaki en pop şarkı olan "evil woman"ı single olarak yayınladı. albüm çıkmaya yakın philips, daha adı konmasa da daha sonra progressive rock denecek tarzda müzik yapan alternatif grupları aynı çatı altında toplamak için vertigo records'ı kurdu ve sabbath'ın ilk albümü de buradan çıktı.


bu ana kadar yazdığımız şeyleri düşününce black sabbath'ın kendi adını taşıyan ilk albümü "heavy metal" mi? büyük ölçüde öyle. blues etkisi var mı? var. içinde direkt blues cover'ı olmasa da o dönem blues rock yapan gruplarından şarkılar alınıp, çalınmış. bunun yanında kendi şarkılarında da blues ritmler var. peki bunlar nasıl çalınmış? oldukça sert. iommi'den hem ağır rifler hem de hızlı gitar soloları dinliyoruz. hatta bunların bazıları çift kaydedilmiş. sözler nasıl? karanlık. imaj nasıl? albüm kapağında renkleriyle oynanmış bir fotoğraf var. kuru otlar arasında siyahlar içinde bir kadın bize bakıyor. gerginlik yaratan bir mizansen. albüm kapağının içi simsiyah. ters dönmüş bir haçın içinde uzunca bir şiir var: "still falls the rain". albümün kapağına uyan, hoş bir şiir bu. belki de bu uyum nedeniyle şiirin yazarının albüm kapağının fotoğraflarını çeken keef olduğu söylenir. ama ben, bunu grubun ana şarkı yazarı olan butler'ın yazdığı iddiasını daha mantıklı bulurum. ama gerçekte yazarı kim belli değil, hatta albüm kapağındaki hanımefendinin kim olduğu da geçen aya kadar bilinmiyordu. böyle şeyler grubun gizemine katkıda bulunduğu için önemli.

1. Black Sabbath

ve o an gelsin ve metal müziği gerçek anlamda başlatalım. albümü pikaba koyduk. plak dönüyor. ilk sesler geldi. albüm kapağında da dediği gibi "hala yağıyor yağmur". fırtınalar da yağmura eşlik ediyor. albüm kapağının olduğu yerdeyiz. karanlık. ziller çalmaya başlıyor. ve tony iommi'nin gitarından çıkan o notalar: g5, g, c# (vibrato ile d eklenmiş). ya da diğer bir tabir ile tritone ya da "şeytan'ın müziği". bu konuda youtube'da çok video var. bu nota diziliminin neden böyle gergin bir atmosfer yarattığını anlamak isteyip müzik teorisi bilenler, bunun nedenini öğrenebilirler. aslında bu melodinin çıkışı bir tesadüf. butler, bas gitarda klasik müzik sanatçısı gustav holst'tan mars'ı çalmaya çalışırken, iommi onun melodisini biraz farklı yorumlayarak bu rifi ortaya çıkardı. bu rif, gitar ve bas gitar tarafından yavaş ve ağır bir biçimde çalınırken boşluklar da ward'ın davul atakları ve arka planda çalmaya devam eden ziller ile doldurdu. osbourne'un sesini ilk duyduğumuzda da tüyler ürperiyor. adamın kendine has vokali ilk resmi kaydında bile mevcut. sözlerde, albüm kapağında gördüğümüz kadın ile özdeşleştirebileceğimiz karanlık bir silüet anlatılıyor. bu da aslında daha önce değindiğim butler'ın halüsinasyonlarından biri. ancak bu sözleri butler yerine onun hikayesinden ve de ilgilendiği şeylerden etkilenen osbourne yazmış. şarkının devamında bu figürün şeytanın hizmetkârlarından biri olduğunu anlıyoruz ve bunlar insanlara saldırıyorlar. osbourne, insanoğlunun çaresizliğini bir müzikal şarkıcısı gibi çok içten yansıtıyor. özellikle de "oh no!" ve "please god, help me" kısımlarında. şarkının üçüncü kıtası, daha hızlı bir iommi rifi ve oldukça baskın bir butler performansı içeriyor. gitar solosu girince ward da deliriyor. aşırı sağlam bir şarkı. bazı kaynaklar tarafından ilk doom metal şarkısı olarak da adlandırılan şarkı, daha önce adı geçen şarkılara kıyasla gerçek anlamda ilk metal şarkısı unvanını almayı fazlasıyla hak ediyor.

2. The Wizard

bu kadar metal bir şarkıdan sonra bizi tabii ki metal müziğin en önemli bileşenlerinden biri karşılıyor ... mızıka! albümü ilk dinlediğimde, the wizard şarkısı başladığında küçük çaplı bir şok yaşadığımı hatırlıyorum. bu yüzden şarkıyı bir süre bir miktar küçümsediğimi de itiraf etmem lazım. ama bugün baktığımda mızıkanın şarkının ve albümün sertliğinden çok bir şey götürmediğini görüyorum. hatta metal müziğin büyükbabası olmasına rağmen diskografisine baktığımızda değişimlere açık olan grubun bu özelliği daha ilk albümden gösterilmiş oluyor. mızıkayı çalan kişinin osbourne olduğunu da belirtmek lazım. introdaki performansı basit olsa da osbourne, şarkı sonuna doğru çok iyi bir mızıka solo patlatıyor. böylece albümde metal müziğin bluesy kökenlerine ilk göndermeyi duyuyoruz. ilk şarkıda kötülüğün ele geçirdiğin bir dünya anlatılırken, burada ise bir büyücünün sisli puslu bir ortama girip karanlığı dağıttığını dinliyoruz. yani sanki konu olarak bir konsept albüm gibi bir başlangıç var. derler ki bu büyücü aslında gandalf'ın ta kendisi ama bariz bir referans şarkıda bulunmamakta. aslında sözler sabbath'ın karanlığının tamamen zıttı. hatta hippi şarkısı gibi. bu da mızıka bölümü ile uyumlu. ama mızıka yokken gitarların sert olduğunu, daha da önemlisi ward'ın davul performansının çok hareketli olduğunu dinliyoruz.

3. Behind the Wall of Sleep

şimdi işler biraz karışıyor. şöyle ki albümün abd versiyonunda sıradaki iki şarkı birlikte gösteriliyor, bu da yetmiyor gibi iki şarkının da introsuna ayrı isimler verilmiş. avrupa versiyonunda ise iki tane ayrı şarkı var. ben avrupa tracklist'i takip ediyorum ve karşıma behind the wall of sleep çıkıyor. abd versiyonunda "wasp" olarak adlandırılan introsu, black sabbath'ın kendinden önceki rock müzik için saygı duruşu gibi. iommi'nin gitarı sert bir blues havasında. ward'ın da ilham aldığı caz müzikten gelen davul ritmlerini kullandığın duyuyoruz. şarkı 40 saniyelik introdan sonra başlıyor. ancak introyu şarkı ortasında bir kez daha duyacağız. şarkı, klasik bir sabbath şarkısı. iommi rifini çalıyor, osbourne ona cevap veriyor gibi ilerliyor. "turns your body into a corpse"lu kısımda ekstradan bir hareketlenme var. albümdeki diğer şarkılar gibi şaheser olmasa da güzel bir kayıt. butler'ın bas dokunuşları iyi. ward'ın ritmi klasik olsa da davul kaydı bence çok iyi. şarkı sonunda da davulu tek başına bırakmışlar. ritmi tek başına dinlemek zevkli. ama şarkının asıl beğendiğim kısmı sözleri olabilir. uyku sırasında daha karanlık, başka bir diyara gitmeyi oldukça şiirsel sözlerle anlatmış.

4. N.I.B.

albümün ilk yüzünü kapayan n.i.b, sabbath'ın en klasik şarkılarından biri. şarkı, geezer butler tarafından yazılmış. keza kendisinin bas gitar solosu ile şarkı açılıyor. bir önceki şarkıda olduğu gibi 40 saniyelik bir intro var ve amerikan versiyonunda "bassically" diye adlandırılmış. butler, burada bas gitarını wah pedalına takmış, takılıyor. hatta büyük ihtimal doğaçlama zaten. çok iyi bir bas sound'u var. genel havası biraz pozitif bile denebilir. ama intro bittikten sonra, müzik tarihinin en ikonik bas gitar riflerinden biri, müzik tarihinin en vahşi bas gitar sound'larından biriyle bize sunuluyor. aslında basit bir rif ama önemli olan bunu nasıl sunduğun. black sabbath'ın klasiklerinden biri olan gitar rifi ile aynı melodide şarkı söyleme olayını bu şarkıda görüyoruz. vokal muazzam, "oh yeah!"leri çok tatlı ama özellikle "your love for me has just got to be real" kısmında osbourne'dan çıkan o yanık namelere hayranım. bu, şarkının sözlerine de çok uyumlu. aslında genel olarak klişe bir aşk şarkısı gibi sözleri var. tabii ki sabbath, düz bir aşk şarkısı yapacak bir grup değil. çünkü şarkının ilerleyen kısımlarında deli gibi birine aşık olan birisinin lucifer olduğunu öğreniyoruz. şarkı, iommi'nin en güzel sololarından birini de içeriyor. yani her şeyi ile inanılmaz. sabbath'ı bilmeyene grubu sevdirmek istiyorsanız dinletin gitsin.

5. Evil Woman

albümün ingiltere versiyonu, sabbath'ın en ters köşe kayıtlarından biri ile açılıyor: evil woman. bu kaydın, abd versiyonunda yer almadığını söylemek lazım. onun yerine wicked world tercih edilmiş. ona da birazdan değineceğiz. aslında evil woman, daha albüm çıkmadan yayınlanan bir single ve de işin ilginci bu şarkının crow diye bir gruptan cover olması. crow, şarkıyı 1969 yılının başında yayınlamış ve single listelerinde 19. sıraya kadar gelmiş. trompetli, hoş bir bas gitar melodili ama özünde bir blues şarkısı olan ortaya karışık bir şarkı. sabbath da nedense bu şarkıyı çıktıktan sonra daha bir yıl olmadan almış, neredeyse aynı şekilde kaydetmiş. tabii ki trompetsiz. sadece ozzy'nin vokali orijinal vokalistten çok daha farklı ve bence daha güzel. sabbath'ın bu şarkıyı kaydetme sebebi çok büyük ihtimalle şarkının sözleri. şarkı aslında başkasından peydahladığı çocuğu kahramanımıza kakalamak isteyen bir hanımefendiyi anlatıyor. ama tabii bu sözleri osbourne söylediğinde bu "kötü kadın"ın daha mistik bir hale dönüşüyor. tanıdığımız, bildiğimiz sabbath'a göre hafif kaçan, piyasaya şöyle bir bakmak için kaydedilmiş bir şarkı. albüme çok uyduğunu söylemek doğru değil, ki abd versiyonund bi problem düzeltilmiş, ama şarkı black sabbath'ın nerelerden nerelere geldiğini gösterdiği için tarihsel öneminden dolayı ayrı bir saygıyı hak ediyor.

6. Sleeping Village

sıradaki iki şarkı yine amerikan versiyonunda bir araya getirilmiş ve bunlardan birincisi olan sleeping village'ın introsuna ayrı bir isim verilmiş: "a bit of finger". bu intro ile sabbath'ın karanlık ruh haline dönüyoruz. sleeping village, sabbath'ın ilerideki albümlerinde de yer bulacak iç karartıcı balladlar gibi bir başlangıç yapıyor. şarkıya farklı bir hava veren enstrüman albümün prodüktörü bain'in çaldığı jew's harp. bu 50 saniye civarında süren kısımda sadece jew's harp, iommi'nin akustik gitarından gelen arpejler ve ozzy'nin vokali var. daha sonra bu karanlık hava ile pek alakası olmayan bir enstrümantal kısım başlıyor. bu enstrümantal kısım, grubun progresif yüzünü ortaya koyuyor çünkü şarkı boyunca sadece gitar rifi değişmiyor, şarkının genel ruh hali ve ritmi de pek sabit kalmıyor. zaman zaman daha ağır bir havaya bürünse de genel olarak oldukça blues rifler dinlediğimiz söylemek lazım. yine de şarkının introsunun verdiği ilginç havadan sonra standart bir blues rock şarkısına dönmek şarkının gazını kaçırmış gibi.

7. Warning

albümün kapanışı da bir başka cover: warning. bu şarkı aynsley dunbar retaliation adlı grubun bir eseri. şarkı, 1967'de single olarak çıksa da grubun albümlerine dahil olmamış. şarkının yazarı ve grubun beyni aynsley dunbar, aslında bir davulcu. journey'nin kurucularından. onun dışında david bowie'den lou reed'e frank zappa'dan whitesnake'e birçok alakasız ama rock müziğinin babası isim ile çalmış. bu warning adlı şarkısı da oldukça eli yüzü düzgün, iyi kaydedilmiş bir blues rock şarkısı. sabbath ise bu 3 dakikalık şarkıyı almış 10 dakikaya uzatmış. ama evil woman'da olduğu gibi direkt çalmamış. biraz yavaşlatıp, sabbath sound'una getirmiş. sözler sabbath'ın normalde yazacağı tarzda olmasa da osbourne'ın performansı çok iyi olunca pek de önemsenmiyor. sonuçta şarkının bu versiyonunun asıl numarası sözleri değil. özellikle 3:30'larda bill ward davulda, tony iommi de gitarda kendinden geçiyor. sonra da dakikalarca grupça takılıyorlar ta ki grup çalmayı kesip, tony iommi sololarını patlamaya başlayıncaya kadar. başta iommi, aynı soloyu iki kez kaydedip grupsuz çalmanın getirebileceği eksiklikleri minimuma indirmeyi hedeflemiş. çok da iyi bir tercih olmuş. sonrasında ise tek gitar olarak yeteneklerini cömertçe sergilemiş. toplamda üç dakika boyunca sadece iommi'yi dinliyoruz ve de hiç sıkıcı olmadığını söylemek gerek. sonra da tüm grup, son kıtayı okuyup albümü tamamlıyor. oldukça uzun olsa da müziğe doyuran ve hiç sıkmayan bir kayıt yapmayı becermişler. takdir edilesi.

8. Wicked World

albüm aslında burada bitiyor ama wicked world'e bir bakalım demiştim. şarkı aslında, evil woman'ın b-side'ı olarak yayınlandı. abd versiyonunun da ikinci yüzünü açıyor. daha sonra ise bonus track olarak albümün farklı versiyonlarda kendini gösterdi. grubun hoş riflerinden birine sahip bir şarkı. özellikte girişte bill ward davulda hem yeteneğini hem de cazdan aldığı ilhamı gösteriyor. genel olarak davulun öne çıktığı bir şarkı diyebiliriz. yine "önce gitarlar çalsın, sonra ozzy söylesin" dediğimiz klasik bir tarza gidilmiş. şarkının en ilginç yanı, ortalarına doğru şarkının yavaşlayıp dönemin ruhuna uygun olarak psychedelic bir havaya bürünmesi ama bu hava iommi'nin tek başına attığı yırtıcı blues solosu ile kayboluyor. sözlere baktığımızda sabbath'ın günümüz dünya düzenini çok doğrudan eleştirdiğini görüyoruz. bu kadar doğrudan politik göndermeler yaptığı ilk şarkı da bu olsa gerek. evil woman'ın yerini aldığı abd versiyonlarına sahip olan insanlar herhalde albümden daha çok zevk almışlardır.

işte heavy metal böyle başladı

sabbath, 1970'ler boyunca heavy metal'in bayrağını neredeyse tek başına dalgalandırdı. ikinci albüm paranoid, bu albümün de bir adım ilerisine geçerek bu müzik türünü artık tam olarak oturttu. ama ingiltere'de progresif rock'ın, amerika'da arena rock'ın borusunun öttüğü, 1977'de ise bunların şatafatına tepki olarak doğan punk'ın imzasını attığı bu dönemde metal, sabbath'ın ötesine pek geçemedi. ama 1970'lerin sonunda judas priest, motörhead ve iron maiden gibi isimler ortaya çıkmaya başladı ve ingiltere'denwobhm, amerika'da ise thrash metal ile ivme kazanan metal camiası glam metal ile 80'lerde ana akımı da tattı. sabbath ise 1970'lerin sonunda osbourne ile yollarını ayırdıktan sonra yaşadıkları birçok kadro degisikliklerine rağmen şu ya da bu şekilde ayakta kalmayı başardı. iommi'nin yönettiği bir müzik okulu olarak metal camiasına büyük katkıda bulundu. bu büyülü maceranın en başına gitmek isteyenler için bu ilk albüm çok değerli.

4,5/5 verdim gitti.

albümü en iyi anlatan şarkılar: n.i.b, warning, black sabbath

bu yazıda bahsi geçen heavy metal yolculuğunu dinlemek için sizi şu playlist'e alabiliriz


Metal Müzik Diye Bir Şey Yokken Metal Yapan Black Sabbath'ın Tarihçesi