Brokeback Mountain'ı İzlemesiyle Eşcinsel Kimliğini Serbest Bırakan Sözlük Yazarının Hikayesi

2005 tarihli Brokeback Mountain filmini izlemesiyle, o zamana kadar sakladığı eşcinsel kimliğiyle yüzleşen ve onu serbest bırakan Sözlük yazarının adım adım özgürleşmesinin hikayesi.
Brokeback Mountain'ı İzlemesiyle Eşcinsel Kimliğini Serbest Bırakan Sözlük Yazarının Hikayesi

brokeback mountain... hani şu "bir kitap okudum, hayatım değişti" klişe cümlesi vardır ya, işte o cümleyi içini doldura doldura söylememi sağlayan filmdir. küçük bir farkla tabii; ben bir film izledim ve "hayatım değişti".

aslında hikayem çoğu lgbt bireyle paralellik gösteriyor

küçüklükten itibaren içimdeki duygularla mücadele etme, bastırma çabası ve bu duygular yüzünden peşimi bir an olsun bırakmayan suçluluk duygusu; aile içinde veya okul ortamında her an beni incitecek bir söz, kinaye, alaycı laf duyabilirim korkusuyla sürekli diken üstünde olma hali; yeni bir ortama girince veya yeni insanlarla tanışınca o asına olduğum tavırlara maruz kalmamak için olmadığım biri gibi davranma, mümkün mertebe az konuşma; konuşurken de ağzımın ucuyla konuşma eğilimi, üniversiteye girdiğim yıl zordan da olsa karşı cinsten sevgili yapma çabam vs vs... bu bahsettiklerim hakkında ekşi sözlük'te yüzlerce, binlerce yorum vardır eminim, onun için çok fazla ayrıntıya girmeden bu kadarlık bir girizgâhın yeterli olacağını düşünüyorum.

21 yaşında, üniversite üçüncü sınıftaydım

bir gün dersim erken bitmişti; akşamın geç saatinde de antrenmanım vardı yine kampüste. fırsat bu fırsat diyip çok eskiyen spor ayakkabımın yerine yenisini almak için atladım dolmuşa, ankamall'a gittim. önce yemek katına çıktım bir şeyler yemek için. sinemaların önünden geçerken bir baktım salonların birinde brokeback mountain oynuyor...tam net hatırlamıyorum ama öncesinde sağdan soldan birkaç yorum duymuştum sanırım film hakkında. ulan dedim, ne ayakmış bu... vaktim de bol ya, ani bir kararla aldım biletimi, sıfır beklentiyle oturdum izlemeye koyuldum filmi.

film bitti, ben çıktım. alacağım spor ayakkabı için birkaç dükkan gezdikten sonra buldum nihayet istediğim gibi bir şey, aldım. sonra atladım bir dolmuşa, kampüse döndüm. ama tuhaf şey; sanki bütün sesler boğuklaşmış gibiydi. uzaklardan duyuyordum sanki sağımdan solundan geçen insanların, arabaların sesini. sadece sesler değil, görüntüler de bulanıklaşmıştı. dış dünyayla arama kalın, camdan bir paravan çekilmişti adeta. akşam antrenman saati geldi, geç vakte kadar yine maç yaptık arkadaşlarla. görünüşte her şey normaldi ama yok, olmadığını hissediyordum. ne olup bittiğine dair en ufak bir fikrim yok bu arada; acayip bir enayilik, donukluk var üstümde, bir tek onu biliyorum.

aradan bir hafta geçti. ve ben tam bir hafta sonra kendimi, bu sefer başka bir sinema salonunda yine bu filmi izlerken buldum. inanın nasıl karar verdim, ne zaman gittim, hiç bilmiyorum. sadece çıkışta yine o tuhaf his, onu çok net hatırlıyorum.

bir şeyi fark etmiştim ama artık: üstümdeki anlam veremediğim bu tuhaflığın sebebi bu filmdi

ben filmde kendi bugünümü ve geleceğimi izliyordum. aynı içine içine konuşma şekli, aynı kendinden emin olmayan çekingen tavırlar, aynı "herkes beni izliyor" hissi, aynı "bir şeyi düzeltemezsen ona katlanırsın" tevekkülü... adımı değiştirmişlerdi sadece, ennis del mar yapmışlardı. bu gerçek bir balyoz gibi iniverdi kafama. ve bu hadiseden önce aylarca, hatta belki senelerce hiç ağlamayan ben, nihayet ağlamaya başladım. günlerce ağladım, ağladım... zihnimdeki 21 yıl boyunca iç içe geçip kaskatı olmuş düğümler eriyip çözülmeye başladı ve adeta yeşil renkli bir zehir gibi günlerce aktı gözlerimden... bir taraftan da üçüncü sınıftayım; lisansın en civcivli dönemi, geçmem gereken birbirinden ağır sınavlar, dersler var. binbir gayretle, kendimi zorlaya zorlaya açtığım ders kitabına gözyaşlarımın pıt pıt düştüğünü hatırlıyorum. yahu ankara-istanbul yolunda bolu dağı'ndaki varan tesislerinde durmuşuz, alt tarafı bir domates çorbası isteyeceğim, garson sırf kibar bir sesle "buyrun efendim, ne arzu edersiniz?" dedi diye gözleri sulanır mı insanın? sulanırmış meğer...

derken bu akut ağlama dönemi bitti

tabiri caizse önce dibe vurdum ve sonra yavaş yavaş yüzeye çıkmaya başladım. beynimde bir ses, avazı çıktığı kadar bağırıyordu sürekli: "ben onun gibi olmayacağım! ben ennis del mar olmayacağım! bana ait olmayan, ödünç bir yaşamı idareten sürdürüp onun yaşına geldiğimde pişmanlıklarla kıvranmayacağım!"

ondan sonraki süreçte neler yaşadığımı detaylarıyla anlatmama gerek yok. önce aileme, sonra da çok sevdiğim kuzenime açıldım. gerisi de geldi sonrasında... hayatımın kontrolünü nihayet elime aldığımı hissediyordum. öncelikle şu fikri benimsedim: diğer insanlar benden ne daha üstündü, ne de aşağı. cinsel kimliğimi ne kişiliğimin önüne koymalıydım, ne de onu saklamak için çabalamalıydım. onunla ne övünmeliydim, ne de ondan utanmalıydım. geçirdiğim bu fikirsel dönüşümden sonra platonik aşka da düştüm, acı da çektim, yıllar süren ilişkim de oldu, hatta sevgilimle kalkıp yurt dışına da taşındım... sevdim, seviştim; hazzın da, acının da katmerlisini yaşadım. herkes gibi, hepimiz gibi yaşadım işte; suçluluk, korku, endişe duymadan. sadece cinsellik/özel hayatı da kapsamıyor bu dediklerim; kontrolü o gün bugündür hayatımın hiçbir alanında bırakmadım ben. ne istediysem kararlılıkla, dirayetle, kim ne der, ne düşünür diye umursamadan peşinden gittim. yaşadığım hayatın yegane söz sahibi olmaktan hiç vazgeçmedim yani.

şimdi neredeyse filmin sonunda ennis'in olduğu yaştayım

o bana ne olmam gerektiğini değil belki ama kendisiyle vücut bulmuş halde ne olmamam gerektiğini gösterdi ve ben o olmayacağıma dair kendime bir söz verdim. geriye dönüp baktığımda verdiğim sözü tuttuğum için memnunum, gururluyum.

son olarak, o gün bugündür çok kolay ağlıyorum. su gibi şeffafım kendime karşı; hiçbir duygumu gizlemeye çalışmıyorum :)

not: muhteşem oyunculuk yeteneği, sağlam karakteri ve örnek duruşuyla kariyeri boyunca kim bilir benim gibi kaç insanın hayatına dokunmuş heath ledger'in anısına, saygıyla...