Bu Serpuşun Adına Şapka Derler: 1925'te Tartışma Yaratan Şapka Devrimi Nasıl Yapıldı?

Şapka Kanunu’nun çıktığı 25 Kasım 1925, o zamana kadar yapılanlar içinde belki de ilk defa günlük hayata dair kurallar getiren bir devrimdi. İnceliyoruz.
Bu Serpuşun Adına Şapka Derler: 1925'te Tartışma Yaratan Şapka Devrimi Nasıl Yapıldı?
Mustafa Kemal Atatürk şapkanın tanıtımı için İzmir'de, 11 Ekim 1925

şapka devrimi, kıyafet devriminden önce gelen devrimdir, bundan önceki bütün devrimler (cumhuriyetin ilanı, tekke ve zaviyelerin kapatılması, milli eğitimin birleştirilmesi vb) devlet yönetimi ile ilgiliyken ilk defa günlük hayata doğrudan etki eden köklü bir değişim başlatılıyordu. bu hareketin ilk köklü değişim olması önemlidir zira o günlerde fes takanlar bizden (türk/dost) sayılıyor, savaş zamanında başında fesi olana inanılıyor, güveniliyor, sıkıntısı varsa yardıma koşuluyor bunun karşısında başında serpuş (şapka, başlık) olanlar düşman sayılıyordu. onlardan hep fenalık görüldü, onlar yurdu elimizden aldılar diye düşünülüyordu. o dönemde sivil veya asker nerede şapkalı biri görülse halk canavar görmüş gibi oluyor ve uzak durmaya çalışıyordu. kısaca fesliler öz kardeş, yurttaş, dindaş, yoldaş muamelesi görüyor, şapkalılarsa sömürücü, zalim, kalpsiz, düşman katiller olarak görülüyordu.

şapka nefret edilen, kızılan, kin duyulan, intikam alınmak istenen, düşman bellenmiş, "gavur" denenlerin sembolüydü.

o dönemde dinci çevreler de şapkayı hakaret olarak kabul ederdi, başından fesi alınıp şapka konanlar, yere atar, üzerinde tepinerek ayaklarıyla çiğner ve şapkadan intikam alırdı. hatta kendilerine bu şakayı yapanı öldürebilirlerdi bile. şapka giyenin gavur olduğunu düşünürlerdi.

halk tabakalarının şapkaya karşı olan tepkileri göz önüne alındığında aslında şapka devriminin çok önemli bir devrim olduğu ortaya çıkar (tıpkı bütün devrimlerimiz gibi).

halk tarafından şapkaya karşı gösterilen bütün bu tepkili ve aşırı davranışların yersizliği ve saçmalığı apaçık ortadadır. din ve iman sevgisi insanın içindedir, giyimiyle, hareketleriyle, konuşması ya da yaşama şekli ile en ufak bir ilgisi yoktur. yukarda bahsi geçen o dönemki bütün inanışların yersizliği ve batıllığı açıktır. her şeyden önce allah'ı seven peygamberi seven bir inananın başına şapka takması, onun müslüman olmasını, ya da iyi bir insan olmasını değiştirecek değildi. islamın şartları arasında şapkaya karşı bir şey yoktu, yürekten inanmak yeterliydi. üstelik o dönem severek takılan fes yunanlardan bize geçmiş bir şapkaydı esasen, yani bizim öz malımız da değildi. (fes de 19. yüzyılın ilk yarısında yapılan bir kıyafet devrimi ile ülkemize girmişti)

külaha benzeyen, ibikli ve püsküllü bu başlığın yüzü ve gözleri güneşten ve yağmurdan koruyan bir siperi de yoktu üstelik.

yakındoğu ve afrika milletleri "efendiler, buna şapka derler!" diyecek ve başlarındaki fesi çekip alacak cesur bir lidere sahip olamadılar. türk devriminin tümünü inceleyenler şapka devrim için "atatürk'ün en cesaretli hareketidir." demişlerdi.

bahsedilen nedenlerden dolayı bu devrim, en güç olanlardan biriydi, ancak türk milletinin başka milletlere benzemediği, binlerce yıllık bir uygarlığın sahibi olan bu milletin büyük birikiminden aldığı şaşmaz "doğru olanı bulma" gücüyle devrimlerin hepsini benimsediği, kabul ettiği ve uyguladığını da unutmayalım.

örneğin, atatürk devrimlerini ülkesi olan afganistan'da uygulamaya çalışan amanullah han, tahtından ve yurdundan kovulmuş ve canını gericilerin elinden zor kurtarmıştı.

şapkanın giyilmesi

1925 yılında gericilik hareketlerinden belki de en önemlisi olan şeyh sait isyanı bastırılır bastırılmaz, atatürk şapka devrimini uygulamaya geçirmiştir. o dönemde kastamonu civarı çok mutaassıp bir bölge olarak bilindiğinden atatürk kıyafet devrimi için öncelikle bu ili seçmişti.

atatürk 24 ağustos 1925 tarihinde iki arkadaşı ile ankara'dan yola çıktı, üzerinde gri keten elbise ve elinde panama şapkası vardı. çankırıdan geçilip, kastamonu'ya uğrandı ve inebolu'da karar kılındı. o'nu elinde şapkası, başı açık gören halk, başlarındaki fes, kalpak ve sarıkları çıkarır başları açık şekilde kurtarıcılarını selamlarlar.

atatürk halkın arasında gezerken şöyle demeçler vermişti:

"biz, medeni insan olmalıyız. fikrimiz, zihniyetimiz tepeden tırnağa değişmelidir. bütün türk ve islam alemine bakın, fikirlerini, zihniyetlerini, medeniyetin emrettiği değişikliğe ve yüksekliğe ulaştıramadıkları için ızdırap içindedirler. artık duramayız. medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona ilgisiz kalanları yakar, mahveder. içinde bulunduğumuz medeniyet ailesinde lâyık olduğumuz yerimizi almalıyız."

atatürk halkın arasında dolaşırken sarığını eline almış olarak gezen kastamonu müftüsüne sorar: islamda kıyafetin şekli nedir?

müftü cevaplar: islamda kıyafetin şekli yoktur. kıyafet menfaat ve ihtiyaca tâbidir. öyle ki eğer bir müslüman, bir kâfirden, bir mecusiden bir inek alır ve inek, yeni sahibinin kıyafetini yadırgayıp sütünü keser veya azaltırsa, müslüman, mecusi kıyafetine girebilir.

27 ağustos günü atatürk üzerinde mareşallik rütbesini taşıyan askeri üniforması ve başında askeri şapkası ile inebolu'da halka hitap eder:

sultanlığın kaldırılması, medreselerin sivil okullarla birleştirilmesi konularını açar ve halkın büyük desteğini alır daha sonra asıl amacına yönelir ve der ki:

"medeniyim, diyen, türkiye cumhuriyeti halkı, bunu, fikriyle, aile hayatıyla, yaşayış tarzıyla göstermek zaruretindedir. medeniyim, diyen türk halkı, dış görünüşü ile de baştan aşağı medeni insanlar olduğunu göstermek zorundadır. şimdi sorarım, bizim kıyafetimiz medeni midir? millî midir? beynelmilel midir?"

halktan "hayır! asla!" sesleri yükselir.

atatürk devam eder: "o halde, kıyafetsiz bir millet medenî olur mu? siz böyle kalmaya, böyle vasıflandırılmaya razı mısınız?"

halktan "katiyen değiliz!" sesleri yükselir.

atatürk devam eder:

"öyle ise cevheri göstermek için çamuru atmak lâzım. çok cevherli olan bizim milletimize lâyık giyineceğiz. ayakta ıskarpin, fotin, bacakta pantalon, yelek, gömlek, kravat, yakalık ceket ve tabiyatıyla bunları tamamlamak için başta siper-i şems-li (güneş muhafazalı) serpuş. açık söylemek isterim: bunun adına şapka derler. buna caiz değil, diyenler vardır. bunlar cahillerdir. onlara sorarım: yunan serpuşu olan fesi giymek caiz olur da, şapkayı giymek niçin caiz olmaz?"

atatürk oradan kastamonu'ya geçer. orada kastamonu nutku olarak bilinen meşhur demeçlerini verir ve der ki:

"efendiler, ey millet, iyi biliniz ki türkiye cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. en doğru, en gerçek tarikat, medeniyet tarikatıdır."

9 günlük yolculuğunun ardından atatürk ve arkadaşları ankara'ya dönerler, orada onu başlarında şapkalarıyla bir kısım arkadaşları karşılarlar. beraber resim çektirilir ve bu fotoğrafta yer alanların "ilk şapkalılar" olduğu zannedilmişken, ankara sokaklarında şapkalıların, feslilere oranla çoğunlukta olduğu görülür. işte türk milleti budur. devrimleri sorgular doğruluğuna kanaat getirir, benimser ve hayata geçirir.

2 eylül 1925 'te memurların şapka giymesi zorunluluğunu bildiren ilk hükûmet kararı ilân edilir.

15 kasım 1925'te "şapka giyilmesi hakkında kanun" çıkarılır.

bu kanunun en güzel yanı halkın zaten şapkayı giymekte olduğunun kabul edilmiş olmasıdır. halkın giydiği şapkayı, memurların da giymek zorunda bulundukları yazılmıştır.

15 aralık 1925'te hocaların sarık sarmak işi görüşülmüş ve din adamlarının ancak cami veya mescitte, dinsel ödevleri sırasında, sarık sarıp, özel kıyafetlerini giyebilecekleri, kabul edilmiştir.

böylece şapka devrimi ve kıyafet devrimi gerekçeleri ile en güzel şekilde verildi, bütün devrimler türk devrimi başlığı altında incelendiğinde hepsinin gününün şartlarında yapılmış en doğru hamleler olduğunu ve hepsinin sürdürülmesi, günümüzde de uygulanması gerektiğini görürüz. gerekçelerini bilmeden, yapılış koşullarını, o günkü hayat tarzını bilmeden, devrimleri eleştirmek, eleştirirken yargıda bulunmak ve o günleri ve o günlerde yapılanları, bugünün koşullarında değerlendirmek, hatalı bir davranıştır. bugün yaşantımızda yanlış giden şeyler varsa, bunlar, devrimlerin bir kısmının uygulanmaktan vazgeçilmesi, ya da yanlış anlaşılıp, yanlış uygulanmasından kaynaklanmaktadır. eleştirilecek konu, devrimleri kendi istek ve çıkarları doğrultusunda değiştiren, ya da kullanımdan kaldıranların, yanlış tutum ve davranışları olmalıdır. bununla birlikte devrimlerin, hangi koşullarda, hangi gerekçelerle yapıldığının, eğitim hayatımız süresince incelenmemesi en büyük hatalarımızdan biri ve bunun sonucu olan, devrimlerin öneminin unutturulmuş olması, en büyük kaybımızdır.

kaynaklar: tek adam, şevket süreyya aydemir, devrimler, aslan tufan yazman