Bugünkü Fenerbahçe'yi 1989-96 Arasıyla Kıyaslayan Bir Taraftarın Özeleştirisi

Son Süper Lig şampiyonluğunu 2014'te kazanan Fenerbahçe, benzer bir durumu 1989-1996 yılları arasında da yaşamıştı. Bir Fenerbahçe taraftarı, takımın şu anda bulunduğu durumu o yıllarla kıyaslayarak bazı eleştirilerde bulunmuş.
Bugünkü Fenerbahçe'yi 1989-96 Arasıyla Kıyaslayan Bir Taraftarın Özeleştirisi
Fenerbahçe (1995-1996)

camia olarak başarısızlık serisi uzadıkça daha da gerilen, gerildikçe de kaçınılmaz olarak tekrar başarısızlıkla karşılaşan hale büründük, bilmem farkında mıyız? işin kötü yanı da bu kısırdöngü. kurtulmak için çabaladıkça daha beter batıyoruz.

oysa tıpkı buna benzer bir dönemi 90'lı yıllarda yaşamıştık

ne yaparsak yapalım, bir türlü beklenen başarı gelmiyordu. öyle ki, takım bugünkü gibi hücum sıkıntısı bile yaşamadığı halde sürekli başarısız oluyordu. camia olarak zaten en büyük takıntımızdır hücum, bu inkar edilebilecek bir şey değil. sırf şampiyonluk gelsin diye 85 - 95 arası 10 sezonun 8'inde gol kralı olmuş aykut ve tanju gibi iki yıldızı aynı anda oynatıp, ikisini de arka arkaya gol kralı yapıp yine hüsrana uğramıştık. takım öyle özgüvensiz hale gelmişti ki, 92-93'de ligin bitimine 8 hafta kala liderken üst üste 6 maçın 5'ini kaybedip ligi 5. sırada bile bitirmiştik.


peki tam 7 sene süren bu kabus nasıl sonlandı? 

tabii ki ali şen'in radikal hamleleriyle. önce eskiden kalan, sürekli eski günlerdeki gibi oynamaları beklenen fakat artık o günlerden çok uzakta olan hakan, semih, müjdat ve tabii ki bir neslin ümidi rıdvan ile yollar ayrıldı. (müjdat ile rıdvan'a mecburi jübile yapıldı bu arada) taraftarın olası tepkisi yüzünden oğuz - aykut ikilisi belki gönderilemedi fakat mümkün olduğunca yalnızlaştırılıp ağırlık merkezi olmaktan uzaklaştırılarak gönderilmeleri sezon sonuna ertelendi. bu arada bu isimleri unutturup taraftarı etkileyebilecek boliç, atkinson, tarık gibi yeni isimler alındı. özellikle boliç 94-97 arası 3 sezonda arka arkaya gol krallığında 2. olmasına rağmen ligde toplam 72 gol atan bir canavardı o dönem. bunun yanında danimarka'dan gelmiş uche'nin yanına bir danimarkalı, högh alınarak belki de ülke futbolunun görüp görebileceği en muazzam defans hattının temelleri atıldı. (bu arada ali şen'in geçmişte 10 yıl danimarka'da yaşayıp oranın diline ve futboluna bizzat hakim oluşu da ayrı bir detaydır.) ali şen bu dandik ligde bir şekilde golün atılacağını bildiği için defansı iyi olanın başarıya ulaşacağını öngörmüştü.

Saffet Sancaklı & Boliç

evet, ali şen bu yoldan çıkışın ancak radikal biçimde geçmişten kopularak gerçekleşebileceğini görmüştü. ali koç da 2018'de ilk geldiğinde aynısını yaptı fakat ali şen'in bir farkı vardı: takımın ve futbol şubesinin yönetimini cocu ve comolli gibi ne verebileceği belli olmayan riskli isimlere emanet etmedi. işini olabilecek en sağlam şekilde yaptı ve takımın başına daha 1 yıl önce dünya şampiyonu olmuş, kalitesi ve kariyeri tartışılmayacak carlos alberto parreira'yı getirirken futbol şubesini de camiayı avucunun içi gibi bilen şadan kalkavan - selim soydan ikilisine emanet etti. böylesine tepeden tırnağa tartışılmayacak ve görevini olabilecek en iyi seviyede yapan isimlerden oluşan bir yapı ile taraftar ve quality turkish mediadan gelebilecek baskılar da en azından ilk etapta kesilmiş oldu. tabi bu arada ali şen'i tanıyanlar bilir; imaj onun için her şeydir. parreira'yı getirdi ya, önce takımı sezon öncesi brezilya'ya götürüp samba yaptırdı, akabinde tüm sezon çubukludan çok giyilecek brezilya stili formaları ortaya çıkarttı. diyorum ya, her şey geçmiş 6 sezonun başarısızlığından camiayı koparabilmek içindi. geçmişten kopmadan gelecekte başarı kazanmak imkansız hale gelmişti çünkü.

o sezon her şey ali şen'in öngördüğü gibi oldu. takım tam 7 yıl sonra dramatik biçimde trabzon'u geçerek şampiyon olurken; belki önceki yıllara göre daha az gol atabildi fakat sadece 19 gol yiyerek aradan geçen 25 yılda halen erişilemeyen bir performansa ulaştı. (daha öncesinde ise 85'de beşiktaş 19, 84'de trabzon ise 14 gol yemişti. o dönem ligdeki takımların kalitesi de yadsınamaz tabi ki.) bana göre ise şampiyonluk yolunda ilk büyük dönemeç, o ana kadar üst üste tam 10 maç kazanarak yarışa dahil olan beşiktaş'a karşı ligin ikinci yarısında inönü'de alınan galibiyetti. hem ezeli rakip saf dışı bırakıldı; hem de oynanan oyundan atılan gollere kadar tamamen geçmişten farklı fenerbahçe imajı bağıra bağıra gelmiş oldu. bilmeyenler için, o zamanlar genelde son dakika golleriyle beşiktaş'a teslim olurken o maç daha ilk dakika boliç ile öne geçmiş, ikinci golü ise genelde nazeninliğiyle bilinen oğuz'un rüyamızda görsek inanamayacağımız şekilde arka direkte uçarak kafa vurmasıyla bulmuştuk. kısacası bu fener, farklı bir fener'di.

Fenerbahçe'nin11995-1996 sezonu şampiyonluğu

sezon sonu parreira, eşinin sağlık durumunu sebep göstererek ayrıldı, yerine gelmesi için ise lazaroni'yi önerdi. 7 yıl sonra gelen şampiyonlukla eli tartışılmaz şekilde güçlenen ali şen'in en önemli icraati ise oğuz ile aykut'u gönderip yerlerine yine kaliteleri tartışılmayacak isimler olan okocha ile kostadinov'u almak oldu; fakat yabancı sınırlamasına takılınca üzerine bir de saffet sancaklı'yı getirdi. sezona hızlı başlanmış, her ne kadar sergen'in son dakika frikiğiyle beşiktaş'a kaybedilse de ligdeki ilk 7 maçın 5'i, tam 4 ve üzeri gollerle kazanılmıştı. bunlardan biri de 4-0 biten ve neredeyse fatih terim'in istifasıyla tarihte kırılmaya yol açacak ali sami yen galibiyetiydi. bu esnada ilk kez katıldığımız şampiyonlar ligi'nde de fena işler yapılmamış, grubu 7 puanla 3. bitirmiştik. ancak ocak sonuna gelindiğinde arka arkaya 7 deplasman maçında 2 galibiyet 5 beraberlik alınıp üzerine bir de türkiye kupası'nda beşiktaş'a elenince lazaroni'nin de bileti kesildi. halbuki 14 maç kala sonraki hafta kadıköy'de karşılaşacağımız galatasaray'ın sadece 3 puan gerisinde olmamıza rağmen.

ali şen işte en büyük hatasını da tam bu noktada yaptı. bir nevi kendi "geçmişten kopma" kazanımlarına ihanet ederek; takımın başına görünürde 103 gollü şampiyonluğun mimarı veselinoviç'i, gerçekte ise taraftarın yarım kalan sevdası rıdvan'ı getirdi. (o dönemi hatırlamayanlar, internetten geçmiş maçlara bakınca veselinoviç'i gördüğünden bu dediğimi anlayamayabilir fakat hatırlayanlar rıdvan'ın yanında veselinoviç'in sadece paravan olduğunu iyi bilirler.) neyse efendim, bu ikili 3 puan geride 2. sırada aldıkları takımı tam 9 puan geride 3. sırada bıraktılar. sonrası zaten malumunuzdur. 2000 yazında aziz yıldırım'ın çılgın hamlelerle tüm takımı dağıtıp yeniden formasına kadar değiştirerek geçmişten koparmasıyla şampiyonluk gelene dek bir 5 sene daha beklemek zorunda kaldık.

peki tüm bunları neden anlattım? 

senelerdir başarı gelmiyor ve her yeni başarısızlıkta sürekli eski günleri yâd edip, eskilerden medet umuyoruz. aykut ve ersun ile çekilen devam filmleri derken taraftar bu sefer de üçüncü christoph daum dönemini istiyor. peki onda da istediğimizi bulamazsak, bu sefer kim gelecek? bizden sonra tek başarısı olmayan zico mu? yoksa daha hocalık diploması bile olmayan alex mi? veya emre mi sahaya inecek, yahut paravan bir hocanın yanında volkan mı? işin daha vahimi, tüm bu ihtimaller cidden dillendiriliyor ve hiçbirinin başarı şansı o kadar da yüksek değil. tek mevzu "bir de bunu deneyelim, belki bir şeyler olabilir" anlayışı. hayır, dünya kupası olan löw'ü isteyecek olsalar anlayacağım fakat o vizyona bile sahip değil bu eski meraklıları.

tüm renktaşlarıma soruyorum: bıkmadınız mı artık eskide kalan, güzel hatıralara sahip fakat gelecekte ne vereceği tartışmalı isimlere bel bağlamaktan? bu kafa yapısından ve bunu temsil eden, şu anda da kulüpte görev yapan emre belözoğlu, selçuk şahin, volkan demirel gibi isimlerden kurtulup gerçekten kariyeri, kalitesi tıpkı 95'deki carlos alberto parreira hamlesi gibi tartışılmayacak isimler getirilmedikçe maalesef başarının da gelmesi zor. yoksa sorun yıldızlarla dolu takımı yönetemeyen erol veya onu yöneten emre falan değil. onlar gider, alex ile zico gelir; yine aynı başarısızlıklar yaşanır.