Çanakkale Savaşı'nda Türk Askeri, Üzüm Hoşafı ve Ekmekle mi Besleniyordu?

Çanakkale Savaşı'nda savaşan Türk askerlerinin günlük yemek menüleriye ilgili internette acayip bir bilgi kirliliği var. Nedir peki doğrusu? İşi kaynağından öğreniyoruz.
Çanakkale Savaşı'nda Türk Askeri, Üzüm Hoşafı ve Ekmekle mi Besleniyordu?

öncelikle şunu söyleyelim; çanakkale savaşı'yla ilgili internette hemen her gün karşımıza çıkan ''sabah hoşaf, öğle bir parça ekmek, akşam boş'' şeklindeki yemek listesinin hiçbir gerçekliği yoktur. liman von sanders, 5. ordu komutanı sıfatıyla bölgeye geldiği ve askerleri teftiş ettiği sırada verdiği ilk emirlerden bi tanesi ''askerin protein ihtiyacını iyi bir şekilde karşılayın ve karbonhidratı azaltın'' emri olmuştur. neden? karbonhidrat azaltılıp protein arttırılacak ki asker cephede güç kuvvet bulabilip, iyi harp edebilsin. size bazı rakamsal veriler paylaşayım. (kaynağı yazının sonunda ekleyeceğim.)

üretilen ve dağıtılan her yiyecek gramaj usülü dağıtılıyordu. örneğin; her askere günlük 900 gram ekmek verildiğini biliyoruz. onun haricinde; pirinç çorbası, etli nohut, etli pilav, etli fasulye, kuru bakla ve komposto, çerez olarak üzüm, fındık, fıstık vs. yiyecekler yine günlük şekilde bol bol veriliyordu. erlere, günlük en az 3000 kaloriyi karşılayacak şekilde yiyecek ve içecek verilmesine özen gösterilmişti.

o dönem çıkan bir kanuna göre günlük olarak bir erin en az 250 gramlık et ihtiyacı stabil şekilde karşılanmıştır. bölge içinde kasaplık hayvan bulunamadığı durumlarda ise kavurma veya konserve et şeklinde bu durum telafi edilmiştir.

19. tümen komutanı olarak kurmay yarbay rütbesiyle vazife alan mustafa kemal bey, 2 mayıs 1915 tarihinde birliklere gönderdiği yazı içeriğinde iaşe ve ikmalin nasıl seyrettiğini, askerin iyi beslenip beslenemediğini ve neler tükettiğini sormuş, bu yazıya gelen cevapta ise askere ekmek, peynir, zeytin, pastırma, etli pilav, yumurta, üzüm, konserve, et, kavurmalı pilav, et konservesi, etli lapa, sebzeli et, sabahları şeker, üzüm, peynir gibi çok geniş ve bol yiyecek tüketildiği kayda geçmiştir.

bazı asker ve subaylarımızın da hatıra, günlük gibi eserlerinde nasıl beslendiklerine dair kaleme aldıkları şeyler dikkate değerdir. onlardan biri ibrahim naci'nin günlüğünde geçer. haziran 1915 tarihli notlarında kendisi şöyle yazmıştır: ''biraz sonra ise lokantadan yemek geldi. fasulye pek lezzetli idi. birazını da pilava katarak yedim, iri üzüm hoşafını da içtim. askerler akşam yemeğini pilav ve hoşaf olarak yediler. ben de lokantadan gelen et, pilav ve hoşafla karnımı doyurdum. şimdi de yatacağım.'' bu notlardan dönemin subaylarının, bölge içindeki lokanta, bakkal gibi esnaf üzerinden de alışveriş yaparak rahat beslendikleri görülüyor.

örneğin cephede doktor olarak görev yapan behçet sabit bey, nisan 1915'te kaleme aldığı günlüğünde şöyle yazar: ''öğleye yakın, oldukça temiz bir müslüman lokantasına girdik. döner çevriliyordu ve o gün için pek iştah açıcıydı. kuzu etinin, sütün, yoğurdun bol olduğu zamanda olduğumuzdan gayet lezzetli yiyecekler pek ucuza alınabiliyordu.''

bunlara ek olarak, başkent istanbul ile cephe arasında gerçekleşen tedarik de yoğun olduğundan, istanbul'a giden ve tekrar cepheye dönen görevlilerin, subaylara çikolatadan pastaya kadar türlü türlü yiyecekler getirdiği kayda geçmiştir. cephede yedek subay olarak görev yapan münim mustafa, istanbul'dan gelen siparişlerin yarattığı mutluluğu şu sözlerle tarif ediyor: ''...bize oradan biraz yiyecek, içecek velhasıl ruhumuzu genişletecek, keyfimizi yerine getirecek şeyler getirmek yerinde bir işti. istanbul'a gönderilen arkadaşı, eski zamanlardaki tabir-i veçhile hacı bekler gibi bekliyorduk. bir gün zeminlikte otururken bir telefon haberi geldi: 'istanbul'dan eşyalar geldi, şimdi siperlere getiriliyor.' bu haber bizi hayli keyiflendirmişti. biraz sonra zeminlikteki yatağımın üzeri muhtelif renkte kutular içindeki çikolatalar, şekerlemeler, pasta ve bisküvilerle süslendiğini gördüğüm vakit adeta bir çocuk neşesi hissediyor, kendimi küçülmüş, babamın yanında oynadığım zamanlara dönmüş zannediyordum. o anda düşmanın tepemizde patlattığı şarapnel seslerine, sivrisinek vızıltısı kadar ehemmiyet vermiyordum. hangi zabitin zeminliğine gitseniz size ikram edecek bir şey bulunurdu.''

türk askerinin cephede ve cephe gerisinde iyi beslendiğine dair gözlemler, bölgeyi ziyaret eden yabancı gazeteciler tarafından da yapılmıştır. amerikalı gazeteci arthur raul, mayıs ayı içerisinde ziyaret ettiği türk tarafında, askerlerin sabah kahvaltısında çay, keçi sütünden yapılmış peynir, zeytin ve esmer ekmek yediklerini, kendilerine de bu yiyeceklerin ikram edildiğini yazmıştır. raul ayrıca öğle ve akşam yemeklerinin de şaşırtıcı düzeyde çok iyi olduğunu belirtmiş ve ''bunların çok iyi pişirilmiş et, pirinç ve tatlı yediklerini, bir köylü türk'ten çok daha iyi beslendiklerini bizzat gördüm.'' demiştir.

cephede alman subay heyetinin de beslenmesi çok iyi düzeydedir. yine türk subaylarına olduğu gibi, onlara da haftada 2 defa ''general vapuru'' ile istanbul'dan özel eşyaları, mektupları ve yanı sıra istedikleri her türlü yiyecek-içecek getirilmiştir. alman subaylarla birlikte aynı karargahta görev yapan ve yemek yiyen türk subaylar, getirilen yemeklerle adeta ziyafet çekmiştir. haydar bey isimli bir askerin mayıs 1915'te buna dair kaleme aldığı yazı oldukça ilginçtir: ''salih bey geldi, saçlarımı kesti. allah razı olsun. bahçede birlikte yemek yedik. güya ıstakozu açayım derken et konservelerinden birini açmışım, neyse.'' eylül 1915'te almanya'dan ordu karargahına gelen misafirlerin de bulunduğu menüde şunlar yer almıştır: ''masada kuru et, fasulye, fırında makarna, tavuk, börek, patates püresi, ayva kompostosu, üzüm, revani, çerez, kahve.'' bir başka akşam menüsü: ''hindi dolması, patlıcan karnıyarık, börek, revani, pirzola, ayva kompostosu, üzüm ve kahve.''

örnekler çok ve daha da çoğaltılabilir, fakat gerek yok... ben daha önce de bir başka yazımda ''çanakkale'de beslenme çok iyiydi'' dediğim zaman, ''eşek hoş laftan ne anlar'' misali, hoşaf efsanesinden başka bir şey bilmeyen ve tek bir kaynak okumamış bazı akl-ı evveller benle dalga geçmişti ''hahaha pirzola da yemiş mi asker'' diye, evet kardeşim yemiş.

biz aşırı duygusal bir toplum olduğumuzdan, çocuk asker efsanesinde olduğu gibi, bu açlık konusunda da çekilen sefalet ne kadar büyük olursa, sanki kazanılan zafer de o kadar büyük olacakmış şeklinde çok tuhaf bir bakış açısına sahibiz maalesef.

aç askeri savaştıramazsınız arkadaşlar, 2x2 = 4. güçten kuvvetten düştüğünüz zaman değil savaşmak, adım atacak enerji bulamazsınız kendinizde.

açlık çektiğimiz cepheler yok mu? var. mesela suriye-filistin cephesi. ömer fahrettin paşam asker açlıktan kırılmasın diye çekirgenin yenebileceğine dair fetva bile çıkarttırmış. ya da giyim-kuşam açısından sıkıntı çektiğimiz cephe yok mu? sarıkamış dramı orda duruyor. ama bu saydığım cephelerde yaşanan sıkıntıları siz kalkıp çanakkale gibi tekirdağ ve istanbul merkezlerine en yakın konumda yer alan bir bölge için uyarlamaya ve yedirmeye kalkarsanız, ben size gülerim... hem de sağlam gülerim. biz diğer cephelerde yaşanan belli başlı sıkıntıları aldık, daha da parlatıp ve boyayıp, her bölgeye uyarlamaya kalktık. lütfen çanakkale'yle ilgili saçma sapan şehir efsanelerine artık itibar etmeyin.

kaynak için: zaten askerlerin günlük tarzı eserlerinden söz ettim, isimlere tek tek de bakabilirsiniz ama esas istifade ettiğim kaynak, dr. barış borlat'ın ''çanakkale cephesi'nde ikmal faaliyetleri (1914-1916)" adlı eserine bakabilirsiniz. kolay gelsin.

okuyanlar için teşekkürler. en son youtube'ta, evimdeki kitaplığımı çekip paylaşmıştım. hangi kaynakları okuduğuma dair öğrenmek ve ayrıca istifade etmek isteyenler için link bırakayım: https://youtu.be/xnypxdq8uto

güzel günler dilerim. (abone olacak arkadaşlara da ayrıca şimdiden teşekkür ederim.)