Children of Men Filminde İlk Bakışta Fark Edilmeyen Metafor ve Anlatımlar

2006 tarihli Alfonso Cuaron filmi, göründüğünden daha derin bazı ayrıntılar taşıyor. İnceleyelim.
Children of Men Filminde İlk Bakışta Fark Edilmeyen Metafor ve Anlatımlar
Uyarı: Spoiler içerir.

bu filmi dünyanın gidişatı yüzünden tanrının ceza verip doğurganlığı aldığı bir film olarak izlerseniz beğenmeyebilirsiniz. ama faşist politikaların sonucu olarak insanların kısırlaştığı, üremenin-üretmenin, fikrin yok olduğu bir film olarak izlerseniz belki daha keyif alırsınız.

film 2027'de geçiyor ama aslında tarih 2027 değil, bugün. filmde london 2027 yazısı belirene kadar oranın 2027 londra'sı olduğunu anlayamamamız bu yüzden. zaten filmin sonunda kurgusuz aktüel kamerayla ve kameraya sıçrayan kanla dakikalarca buna ortak oluyoruz. bu olaylar uzaklarda, filmlerde ve 2027'de olmuyor. bugün, burnunuzun dibinde oluyor ve siz de buna ortaksınız. kan size de sıçradı deniyor. 


mekan olarak londra'da geçiyor ama aslında orası londra da değil. yönetmen gayet bilinçli olarak londra'yı eğip bükmüş ve onunla oynamış. bt tower, big ben, trafalgar square, admiralty arch bildiğimiz yerlerinde değiller. tate modern 'e hükümet binası olarak giriyorsunuz. fakat tate modern diye girdiğiniz yer, iç çekimde battersea power station gibi gösteriliyor. mülteci kampının olduğu yer londra'nın wall street'i. yani aslında filmdeki londra, londra değil. başta britanya'nın mülteci politikası olmak üzere tüm dünyadaki mülteci politikaları eleştiriliyor. mülteciler, 1940 yahudilerine yapılan bir göndermeyle kafeslere tıkılıyor, otobüslere doluşturuluyor ve kamplara gönderiliyorlar. nazi askerlerinin yerini ise britanya polisleri almış durumda.


filmin başında yalancı ve riyakar olarak kodlanan theo var. ve film onun yolculuğunu anlatıyor. kulakları, patlamaya kadar kapalı olan, baby diego'nun ölümünü zerrece önemsemeyen fakat patronuna bu ölümden çok etkilendiğini söyleyip izin alan ve bu işe para için giren theo'nun dönüşümünü izliyoruz.

dönüşmeye başladığı yer hayata ve olanlara dahil olup eline ve her tarafına kan bulaştığı yer; karısının ölümü. fakat yeterince "giyinik" değil, çıplak ayaklarıyla ilerleyemiyor. önce çoraplarıyla çamurlara bulanıyor, sonra parmak arası terlikle örgütten kaçıyor ama bu sırada sürekli ayağına bir şeyler batıp takılıyor, yürüyemiyor. ayakkabıya kavuştuğu yerde ise artık theo'nun dönüştüğünü ve ilerlediğini anlayabiliyoruz. bir anne ve bebeğini korumaya çalışırken kucağında çocuğunun ölüsüne ağlayan başka bir anneyi görmeyi başladığında theo'nun artık giyindiğini ve "yürüyebildiğini" görüyorsunuz. yürümesini sağlayan ayakkabının theo'ya bir bolşevik tarafından verilmiş olması ise manidar.


filmin konformistleri eski "doğurgan"lar. sanatçılar, ödüllü gazeteciler ve ödüllü hippi karikatüristler. kıllarını kıpırdatmıyorlar. kısırlığa (faşizme) karşı yaptıkları tek şey, uzak ve izole yerlerde inzivaya çekilmek. özellikle battersea'da geçen konuşmada, sanatın ve sanatçının işlevsizliği gayet güzel iğnelenmiş. picasso tablosunun önünde, opera eseri eşliğinde yapılan konuşma sanatın ve sanatçının nasıl finans merkezi haline geldiğini ve sanatın yüksek kulelerde aşağıdaki savaşa karşı işlevsiz kaldığını eleştirmiş. üstelik bahsedilen sanat sadece yüksek sanat da değil çünkü konuşmanın yapıldığı yerde koskoca bir pink floyd göndermesi olduğu gibi, hippi jasper'in müzikleri sayesinde de malum "sanat" genelleşmiş.

jasper 68'li bir aktivist değil, "hayatın kendi seçimleri varsa neden uğraşıyoruz" diyen bir hippi. karısı janice ise ödüllü bir muhabir. hippi janice, tıpkı 68'de olduğu gibi savaşa karşı eylemsizliği savunup günü otlarla, müzikle vs geçiştiriyor. karısı janice'in hem gazeteci hem katatonik olması ise bence gazeteciliğin göndermesi. bu karı-koca (hippiler ve gazeteciler) görüyorlar ama hiçbir şey yapmıyorlar. jasper eyleme geçtiği tek yerde, yani kısırlığını doğurganlığa çevirebileceği ilk yerde ise doğurganlık organı olan sağ elinden vurulup öldürülüyor. hippi düsturu şanti sanıldığı gibi iyi bir şey olarak kodlanmıyor, eylemsizlik, hareketsizlik ve pasifizm olarak kodlanıyor.


hippiler, karikatüristler, gazeteciler, sanatçılar filmden katatoniklikle nasibini alırken, devrimci örgüt de pragmatistlikle alıyor. yeni doğan bebeği kendi iktidarı için kullanacak örgütün ne bebek ne de doğurganlık umrunda. bunun için örgüt liderlerini öldürecek kadar gözü karalar. tüm bu pisliğin içinde siyah meryem kee ve onu koruyan yusuf theo'ya yardım eden tek kişiler bolşevikler ve arap/çingene mülteciler. 

kısır dünyada yeni hayat ne sanatçılardan, ne askerlerden, ne devrimci örgütlerden, ne hippilerden ne de gazetecilerden geliyor. sokaktan ve siyah-mülteci bir orospudan geliyor. yeni hayatı (üretkenlik,fikir) temsil eden isa'nın, film boyunca beklediğimizin aksine erkek değil kız olması da küçük ama gülümseten bir ayrıntı oluyor. burdaki false expectation kasten yapılıyor ve hepimiz kurtarıcıyı bir erkek olarak beklediğimiz gerçeğiyle yüzleştiriliyoruz. sonra suyun ortasında, adı "yarın" olan bir gemiye binmeyi bekliyoruz...