Çoklu Evrenlerin Birinde Mutlaka Yaşadığımızı Savunan Tez: Kuantum Ölümsüzlüğü

Kuantum ölümsüzlüğü nedir? Kuantum ve yaşamı ilginç bir şekilde buluşturan bu gizemi kurcalayalım biraz.
Çoklu Evrenlerin Birinde Mutlaka Yaşadığımızı Savunan Tez: Kuantum Ölümsüzlüğü
iStock

kısaca açıklamak gerekirse

insanlar öldüğü ya da öleceği bir durumla karşılaşırsa paralel bir evrende yaşamaya devam ediyor. yani öyle bir noktadayız ki 1000 ihtimalde ölüyoruz, 300 ihtimalde yaşıyoruz. evrenimiz 1000'in arasında olsun. bilincimiz 300 taneden birinde devam ediyor. o yüzden eğer herhangi bir paralel evrende yaşamaya devam ettiğimiz sürece hiç ölmüyoruz.

tabii ki bilimsel bir şey değil, çünkü ne deneyini yapabilirsin hadi deneyini yaptın sonucunu alabilirsin. kısacası yanlışlanamaz.

(böyle yazıyorum ama umuyorum ki bunu test edebilecek bir durumda kalmayız hiçbirimiz.)

Çoğul dünyalar teorisine göre düşünelim

bundan 8 yıl önce ölümün bireyin değil, geride kalan herkesin başına gelen bir şey olduğunu düşünüyordum.

çoğul dünyalar teorisine göre kainatta mümkün olan her ihtimalin yaşandığı sonsuz sayıda paralel dünya var. bunların bazılarında sapır sapır ölüyoruz. dolayısıyla bilincimiz bir süre sonra daha az sayıda paralel dünyada varlığına devam ediyor. haliyle zaman çizelgesi üzerinde öldüğümüz bir noktadan itibaren bilincimiz varlığını başka bir kainatta sürdürüyor. bu kainatların sayısı azalıyor ama sonsuz kainat olduğundan da hiç bitmiyor. haliyle bana kalırsa hayatımız boyunca aslında çok sık ölüyor ve tam öldüğümüz an ölmediğimiz kainattan devam ediyoruz. dolayısıyla ölen herkes aslında başka bir kainatta yaşamaya devam ediyor ve kainatımızda hayatta olanların tamamı ise başka kainatlarda çoktan ölmüş bile.

bazı paralel kainatlarda ölümsüzlük keşfediliyor, sağlıklı besleniliyor ve sonsuz paralel kainat olduğundan illa ki birilerinde bilinciniz sonsuza kadar yaşıyor.

o yüzden 8 yıl önceki iddiam olan ölümün bireyin başına gelmediği savını ileri götürdüm. artık her gece bir şekilde öldüğümü ve sabah yeni bir kainatta uyandığımı düşünüyorum. hayattan yeni bir şans tanınmış gibi daha keyif alıyorum. tavsiye ederim.

Felsefi açıdan derinleştirecek olursak

türkiye'de bir ara ancak spinoza üzerinden siyaset tartışan marksistleri çevirmek moda olduğundan, yazın dünyasında hangi tartışmalar dönüyor bilinmiyor lakin ingilizce yayınlar içerisinde özellikle de kanada ve avustralya kökenli birçok felsefecinin ölümsüzlük kavramını tartıştığını görüyorum (hem gayet de etkili isimler.) yirminci yüzyıla gelmişsin, kadim, gürül gürül ölümsüzlük başlığı var iken, siyaseti bir kenara bırak azıcık. cryonics gibi vefat eden insanı dondurma külahında bekletmeye dayalı da değil bu mülahazalar, fizik ve felsefe temelli tartışmalar üzerinden ilerliyor genellikle (zaten eski sömürgeler olan kanada, avustralya ve brezilya'dan bizim türklerin adını dahi duymadığı öyle çok isim var, öylesine bir literatür var ki, kişi başına düşen zihinsel emek neden bir türlü bize isabet etmiyor diye hayıflanıyorsunuz.) yani bu alandaki tartışmalar uçuk ufocuların, transandental meditasyoncuların laga lugalarından ibaret değil. şimdilik ulaşılabilecek çok şey yok tabii ki, ancak eğlenceli tartışmalar da çıkabiliyor buradan (fantastik de gelebilir.)

kanada'nın resmi filozoflarından john leslie bunlardan birisi misal. immortality defended eserinde, dünyayı "tanrının zihnindeki bir simülasyon" olarak gören panteist betimlemeyi alıyor, bunu gayet fizikalist (materyalist değil, güncellenmiş hali) bir okuma ile harmanlıyor ve ölümsüzlüğün olanaklarını arıyor. bu mistik bir okuma da değil, fizik alanındaki tüm potansiyeli, ölümsüzlük fikri için işe koşmak daha çok. paralel evrenler fikrini, olası bütün satranç adımlarını hesaplayan bir bilgisayar gibi hareket eden bilinçsiz bir tanrıya bağlamak, einstein'ın da gayet memnun görebileceği bir panteist fikir. ölümsüzlük seçeneklerinden biri olarak sonsuz sayıda simülasyonlar yaratan zihinleri varsaymak ve buradan başka simülasyonlarda varolmaya devam edeceğini düşünerek ölümsüzlük fikrine ulaşmak gayet eğlenceli. zihin üzerine olan tartışmalar da 19.yy'da olduğundan daha girift olduğu için, bu yolda bazı açıklar bulunabiliyor (örneğin bir adamı ıssız bir adada bir kütüphaneye kapattınız diyelim, ondan bir cümle sanskritçe yazmasını istediniz. o da kendisine verilen uzun zamanda, kütüphanede bulduklarını okuyarak sanskritçeyi öğrendi ve o cümleyi yazıp size verdi. bu durumda bilinç dediğimiz şey, tek kişiden mi ibarettir? yoksa çevredeki nesneleriyle beraber bütün bir kütüphaneden mi ortaya çıkar?; panteist bir tanrının zihnindeki simülasyonlardan bahsederken bunun gibi pek çok anlatı kuruluyor -malum, buna alternatif olarak panpsychism gibi akımlar da var-.) tabii bu ölümsüzlük konusundaki ilk senaryomuz.

bir başka ölümsüzlük seçeneği de zaman dördüncü boyut olduğu için, insanların herhangi bir zaman diliminde ebediyyen varolduklarını varsaymak. einstein'ın, vefat eden arkadaşı michele besso'nun yakınlarını, besso'nun aslında yok olmadığını, dördüncü boyutta varolmaya devam ettiğini anlatarak yatıştırmaya çalıştığı söylenir (bunu yozgat'ta bir düğünde söylesen, yedi arkadaşın ve köpeğinle bir mağaraya ebediyyen sığınmak zorunda kalırsın.) zamanın göreceliği üzerinden öncesiz ve sonrasız bir varoluş tasavvur etmek mümkün. leslie bu senaryoyu da görelik kuramı ile sunuyor, ayaküstü çevirimle:

"ölüler ve henüz doğmamış olanlar, şu an yaşamıyordurlar. buna karşın, şu an yaşıyor olmak ile uzak bir yüzyılda yaşıyor olmak, dünyada yaşamakla uzak bir galakside yaşamaktan pek de farklı olmayabilir. şimdi-lik, burada-lık kadar göreceli bir şey olabilir (benim için "burada" olan, sizin için "orada" olabilir.) dünyanın, einstein'ın deyişiyle, dört boyutlu bir yapısı bulunur ve deneyler bu yapı içerisinde "'şimdi'yi nesnel olarak temsil eden hiçbir bölüm" bulamazlar (...) hızlı biçimde koşmanın neşesi, bilinmeyen geleceğe yönelik duyulan korku, hangi ayak parmağının acıdığını hatırlayamama rahatlığı... bütün bunlar birlikte dört boyutlu bir gerçekliğin içinde yaşanabilir." (leslie, john, 2007, immortality defended, blackwell publishing, malden, s:58)


müzikteki seslerin ayrı ayrı değil, hepsinin aynı anda verilmesi ve hepsinin aynı anda varolması gibi bir şey bu. ama buradan yola çıkarak bütün varoluşların zorunlu olarak ebedi bir varoluş olduğunu varsaymak mümkün. akrebi de yelkovanı da birbirine düşürünce gelecek, geçmiş ve şimdiki zaman ayrımı ortadan kalkıyor. ama aynı zamanda bir zaman diliminde de sıkışıyor gibisiniz (true detective'de rust cohle'un diğer dedektiflerle yaptığı varoluş muhabbetinde söylediği gibi, "bu konuşmayı kaç defa yapmış olabiliriz sizce?"; hep aynı dilimde ebediyyen dönüp durmak gibi.)

tabii bütün bu ölümsüzlük senaryolarının, ancak bir panteistik şema olması durumunda varsayılabileceğini söylemekte fayda var, başka yere dükkan açarsanız aç kalırsınız. dördüncü boyut ve paralel evrenler fıs çıkar ise, bu sefer de spinoza'nın bütün olasılıkları düşünen tanrısının zihnindeki bir bölüm olarak ebedi varoluş kalıyor. vefat eden çoluğunun çocuğunun, resepsiyondaki türkan şoray gözlü güzel kızın, ilahi zihnin bir parçası olarak ebediyyen varolmuş ve varolacaklarını söylemek, ölümsüzlük arzusunu tatmin eder mi bilemiyorum. avustralya felsefe geleneğine dahil edilebilecek şu meşhur david kellogg lewis'ın bir sözü vardı, "mantıksal olarak mümkün olan her şeyin bir yerlerde varolmakta olduğunu" söylüyordu. bu kadar sonsuz seçenek sunan bir teorik araç kutusuna sahipseniz eğer, ölümsüzlük konusunda da, şahsî fantastik dünyalar üretme konusunda da yirminci yüzyıl ve sonrası bir cennet gerçekten. mistik ve uçuk inanışlara, new age dalgasına dahil olmadan rahatlamak istiyorsan fizik/felsefe de birkaç şey sunabilir. gerçekçi ol, imkansızı iste.