Defalarca İzlense de Bıkılmayacak Çok Özel Bir Türk Filmi: Vesikalı Yarim

Ömer Lütfi Akad'ın yönettiği 1968 yapımı Vesikalı Yarim, Türk sinemasının en özel filmlerinden biri.
Defalarca İzlense de Bıkılmayacak Çok Özel Bir Türk Filmi: Vesikalı Yarim

vesikalı yarim, lütfi ömer akad'ın türk sinemasına, bu topraklara, biz melali anlamaya çalışan nesle* güzel, zarif, iç burkan, unutulmayan, hatırda tutmak için sık sık izlenen, yani sönmesin diye devamlı odun atılan bir işaret ateşi gibi gözetilen bir hediyesidir. türk sinemasının en güzel, en hisli melodramlarından biri belki birincisidir. istanbullu bir ustanın elinde işlenmiş oltu taşı gibidir senaryosu. herkes ve her şey olması gerektiği gibidir. manav halil, sabiha, halil'in babası ama en çok da bütün olanlardan sonra halil'e terliklerini giydiren karısının ruh hali...

filmin can alıcı sahnelerinden biri de, halil'in arkadaşlarıyla gittiği gazino/meyhane benzeri mekandır. daha önce böyle bir yere hiç gitmemiş olan akad, mekanı hayalinde tasarlamış amma velakin 60'lı yılların meyhane geleneğini kalbinden yakalamıştır. akad'ı büyük yapan da zaten budur.

film özetle sabiha ve halil'in, olmayacak duaya amin ve olamayacak bir aşka inşallah demeye çalışmaları ama bunu başaramamaları beyanındadır.

sene 1968'dir, yer istanbul'dur, dekor bir meyhane, bir hapishane, bir manav, iki evdir. vakit umumiyetle gece nadiren gündüzdür, sokaklar ise çıkmaz sokaklardır. şarkı ise kalbimi kıra kıra'dır.

filmde izzet günay, evli barklı henüz torun torba sahibi olamamış ama çoluk çocuk sahibi olmuş orta halli bir manavdır. bunalmıştır evden işe, işten eve misali yaşamaktan. ki evle iş arası da biz diyelim on siz deyin 20 adım, can mı dayanır bu monoton yasama. üstüne üstlük evde çoluk çocuk çığlıkları vardır. nohut oda bakla sofada yaşama zorunluluğu sekse veda ettirmiştir neredeyse adamcağızı. 

o da ne yapsın kendini pavyona vurur gecelerden bir gece olan olur ve bizim çektiği dertlerden muzdarip olmuş, kendini kendi içine gömmüş kahramanımız pavyondaki güzel bir hatuna aşık olur elinde olmadan. gözü dışarıda değildir aslında ama olan olmuştur bir kere ne yapsın. hatun da hatundur hani. (bu cümle türkan şoray sevmeyenleri tenzih ederek söylenmektedir.) elalemin ağzı torba değil ki büzesin, eve gelmeyen kocadan şüphelenen aile efradı olayı anlar ve üzerine gider doğal olarak. bunun üzerine her şey ortaya çıkar. çıkar ama aşk bacayı sarmıştır bir kere. pavyonda çalışan ve bu hayattan bezmiş, beyaz atlı prensini arayan bir kadınla, yaşadığı hayat gına getirmiş bir adam birbirine aşık olursa her şey alt üst olur tabii ki. 

ama bizim her ne kadar pavyon hatunu da olsa başrolde olduğu için melaike gibi kalbi olan hatunumuz adamın ailesini ve ailesinin dramını keşfedince her türk filminde olduğu gibi adamı kendinden uzaklaştırmak için yalan söyler, kalbindeki derin yarayla pavyonuna geri döner. sen ki orta halli bir manavsın, nene gerek sütlü börek misali adamımız da evine geri döner. 

muhtemelen pavyonların dolup taştığı ve bunu engellemek isteyen güvenlik kuvvetlerinin desteğiyle çevrilmiş filmimizin ana fikri ise erkekler, ne kadar daral yaşaşanız da dizinizi kırıp evinizde oturun, yoksa kalbinize aşk acısı kazıyıp bir tilki gibi yuvanıza geri dönersiniz.

vesikalı yarim çok özel bir filmdir. içinizde dinlenmeye/demlenmeye bıraktığınızda derine gömüldükçe ışıltısı teninize vuran garip bir madde gibidir bazı filmler. vesikalı yarim, sevmek zamanı ile birlikte aynı ışığı saçan, aynı yere gömülen ve aynı şiddette susan iki film benim için. çağdaşları gibi ahlak dersi vermeyişi, o iki aşığı da anlayışı, aşkı anlayışı...

sabiha aklı başında halil'i baştan çıkaran aşifte değildir. aşıktır o.

halil, sabiha'nın tuzağına düşen adam değildir. aşıktır o.

baba sabiha'ya orospu, halil'e hain evlat, gelinine de zavallı kurban muamelesi yapan otorite değildir. görmüş geçirmiş, hepsini sarıp sarmalayacak noktaya ermiştir o. hepsini anlar.

filmin sonunda sayfalarca sözle anlatılsa o etkiyi bırakmayacak bir şey yapar akad, kamerasını konuşturur.

sabiha çıkar, halil'in evine gider. bu kez onu alıp gelecektir. ben olsam gitmem der arkadaşı. 'gidiciiim, beni görünce gelecektir' der sabiha. ve gider. manav dükkanına uzaktan bakar. halil çocuğunu kucaklar. halil değil ama halil'in babası görür sabiha'yı. sabiha'nın durduğu yerden manavı görürüz önce, sonra babasının gözünden sabiha'nın yüzünü. manav sabiha'nın durduğu yerden göründüğü gibi uzaktan gösterilirken (ve tabii ki halil, halil'in babası ve o esnada orada olan biten her şey), babanın gözünden sabiha yakın çekim görünür. bu kesme 3 defa tekrarlanır ve her tekrarda ne sabiha ne de baba yerlerinden kıpırdamadıkları halde sabiha'nın bakışından gördüğümüz manav resmi bizden uzaklaşırken, babanın gözünden sabiha giderek büyür. sabiha o an orda kendi gözleriyle bütün hayallerinin elinden nasıl kaydığını görmüştür. akad da bunu göstermiştir. baba o gün orda bu kadının o adımı atmadığını, içi kan ağlayarak orda durduğunu resme girmediğini görmüştür, akad bunu da göstermiştir.

nedense eylül akşamı gibidir film. açık olan pencerelerin akşama doğru artık kapandığı, rüzgarın yavaş yavaş içinizi ürperttiği mevsim gibi.

Türk Sinemasının Gizli Hazinelerinden Sayılan Yavuz Turgul Filmi: Gölge Oyunu