Döviz Kuru Arttıkça İhracat Geliri Neden Beklendiği Kadar Artmıyor?

Merkez Bankası'nın dünkü (21 Ekim 2021) faiz indirimiyle birlikte tekrar artış gösteren döviz kurlarının neden ihracatı komple olumlu etkilemediğinden hareketle durumun genel bir siyasi portresini çizelim.
Döviz Kuru Arttıkça İhracat Geliri Neden Beklendiği Kadar Artmıyor?
iStock

doların bilinçli yükseltilmesini onayladığımı kesinlikle söyleyemem ama bilmediklerinden değil, yani yönetimin bir cin fikri var. temel olarak şunu yapmaya çalışıyorlar: normal şartlarda bir ülkede faiz ve enflasyonun aynı seviyede olması beklenir. iktisat teorisine göre enflasyonun yüksek olması faizin de yüksek olmasını gerektirir. yani faiz enflasyonu değil, enflasyon faizi tetikler.

ancak bu arkadaşlar bunun tam tersini düşünüyorlar ve yapmaya çalıştıkları şey şu: eğer biz faizi düşürüp bunun sonucunda kuru yükseltirsek ithalat azalır, cari açık düşer, ihracat artar. ihracatın artması demek üretimin ve doğal olarak istihdamın artması ve düşük faizle kredi kullanan üreticinin daha çok üretmesi anlamına gelir.

bakınca aslında mantıklı gibi ama madem öyle, neden işsizlik sürekli artıyor?

çünkü yapmaya çalıştıkları şey olan ihracat artırımı türkiye gibi ülkelerde ise yaramaz. bunun temel sebebi de bizim ihracatımızın yüzde 60'ının ithal girdilere dayanmasıdır. yani basit bir anlatımla, türkiye'nin her 1 dolarlık ihracatının 60 cent'i ithal mala dayanır. bu yüzden yapmaya çalıştıkları şey son derece mantıksız. arada kalan 40 centle ne üreticinin karı artar ne de işçinin refahı artar.


peki niye bunu yapıyorlar?

aslında bu biraz siyasi ve sosyolojik bir mesele. iktisat bilimi asla sayılar ve matematik değildir. pozitif bilimlerde olduğu gibi kesinlik ifade etmez, 2 kere 2'nin çeşitli koşullar altında 5, yer yer 6 yaptığı görülebilir... ne demek istiyorum, daha açık konuşalım.

bizim ülkede bildiğiniz üzere iki tane ünlü iş adamları derneği vardır. en çok bilineni tüsiad (türk sanayicileri ve iş insanları derneği), diğeri ise müsiad (müstakil sanayici iş adamları derneği).

tüsiad, koç gibi sabancı gibi ağır sanayicilerin olduğu sermaye yoğun yanı çok parayla yatırım yapan, paranın konuştuğu yatırımlar yapan sanayicilerin yeridir. mesela koç şirketlerini baz alalım. koç'un bursa'da otomobil fabrikası var ve ihracat yapıyor. basit mantıkla koç'un kurun yüksek olmasından memnun olacağını düşünebilirsiniz ancak kazın ayağı öyle değildir. biz otomobil fabrikasında bir üretim yapmıyoruz yaptığımız şey yurt dışından gelen ithal ara mallarını ucuz iş gücüyle birleştirip tekrar yurt dışına göndermek. bütün olay bundan ibaret. bu yüzden kur arttıkça koç'un girdi maliyetleri artar, kapital yani sermaye yoğun bir sektör olduğu için de bu koç'un işine gelmez ve finansal olarak öngörülemez bir durum oluşur. hiçbir finans departmanı yöneticisi 6 ay sonrasının bile döviz kurunu öngöremediği bir ortamda sağlıklı iş yapamaz.

işte size iki gün önce tüsiad yüksek istişare kurulu başkanı tuncay özilhan'ın yaptığı açıklama:

"başta merkez bankası olmak üzere düzenleyici ve denetleyici kuruluşların bağımsızlığı tartışma dışı olmalıdır." açıklamanın tamamı

burda da tam olarak anlatılmak istenen budur. merkez bankası, spk, bddk gibi düzenleyici ve denetleme yetkisine sahip kuruluşlar siyasi otoriteden bağımsız olmalıdır ki benimle aynı iktisat fakültesine gitmiş adamın, ekonomik kriz anında alacağı aksiyonları tahmin edebileyim. ancak siyasi otoritenin gücüne bağımlı olunduğunda bilime aykırı (enflasyon yüzde 20 iken faizi 16'ya çekmek gibi) kararlar alınabilir ve bunu öngöremezsiniz.

neyse zaten tüsiad ve hükümet ezelden beri birbirinden pek hoşlanmaz. çünkü çok da yadsınamayacak bir şekilde özellikle türkiye'de koalisyon hükümetlerinin hakim olduğu ve sabah akşam hükümetlerin değiştiği 90'lı yıllarda tüsiad çok aktif olmuş ve siyasetin önemli aktörlerinden biri olmuştur. o yüzden pek birbirlerini sevmezler. faiz lobisi falan derken de aslında kastettiklerinin içinde bunlar da vardır.


peki diğeri, müsiad kimdir?

işte bunlar iktidarın sevdiği tipte sanayici ve yatırımcılardır. bu arkadaşların birçoğu sermaye değil emek yoğun sektörlerde iş yaparlar. nedir mesela? inşaat, tekstil, küçük ve orta boy birçok üretim. ancak buradaki temel fark bunların kullandığı ithal ara malı son derece kısıtlıdır. asıl giderleri emeğe ödedikleri ücrettir. yani bir tekstil firması üretim için çok fazla ithal girdi kullanmaz ama 100 kişilik bir kadroya asgari ücret + sigorta + yol + yemek verdiği zaman bu onların pek hoşuna gitmez çünkü bu saydığım kalemler bugünün maliyetiyle yaklaşık kişi başı 5 bini bulur.

bu yüzden kurun yüksek olması bunların işine gelir. çünkü kur her yükseldiğinde bunların ihracat kalemi daha da artmakta ancak en önemli gider kalemleri olan emeğe ödedikleri ücret kalemleri ise daha da azalmaktadır. böylece ne olur? emekle çalışan işçi sürekli olarak enflasyon baskısı altında ezilip reel olarak sürekli cebinden para kaybederken, bu tip sanayici ve iş adamları daha çok para kazanırlar. ve iktidarın da onlardan beklentisi düşük faizle bu arkadaşlara daha çok kredi verip bunların istihdamı arttırması ve böylelikle iç piyasayı canlandırmasıdır.

ancak tabii ki de öyle olmaz

niye? çünkü reel enflasyonun yüzde 40-50'lerde olduğu bir ülkede emeği yani işçiyi aylık 200-250 dolar bandına indirirseniz bu insanların hayat kalitesi sıfıra düşer ve yapabildikleri tek şey hayatta kalmaya çabalamak olur.

yani klasik deyişle zengin daha çok zengin olurken fakir daha da fakirleşir.

yapmaya çalıştıkları şey aslında basitçe türkiye'den küçük bir çin yaratmaya çalışmaktır. o iş tabii ki o kadar basit değildir. çünkü çin bizim gibi her alanda dışa bağımlı olan, ara malı, hammaddeyi ve enerjiyi sürekli olarak ithal eden bir ülke değildir.

ve nihayetinde türkiye'de olacak olan şey ise hiperenflasyondur. çünkü piyasanın gerçekleri ve ekonomi bilimi ortadadır.