Dream Theater'ın Yeni Albümü A View From The Top Of The World'ün Detaylı İncelemesi

ABD'li progresif metal efsanesi Dream Theater'ın 22 Ekim 2021'de yayınlanan 15. stüdyo albümünü sindirecek kadar vakit geçti artık... E o zaman buyrun incelemeye.
Dream Theater'ın Yeni Albümü A View From The Top Of The World'ün Detaylı İncelemesi

dream theater, son albümü distance over time'ın üstünden çok da vakit geçmeden yeni albümleri a view from the top of the world'ü çıkardı. aslında bu albüm covid nedeni ile turne programının yarıda kalması sonrası başlayan bir boşluğun son ürünü. bu boşlukta gitarist john petrucci boş durmadı ve önce solo albümünü, sonra da klavyeci jordan rudess ile liquid tension experiment 3'ü kaydetti. bu iki albüm de grubun dthq adlı yeni stüdyosunda kaydedilmişti. bu gazla beraber, dream theater da yeni albüm kayıtlarına girişti.

elimizdeki albüm, grubun kendi stüdyosunda çalışmanın verdiği rahatlık ve özgüven ile ortaya çıkmış, sound olarak oldukça başarılı bir eser. gruba kalırsa bunun bir nedeni yeni stüdyo, diğeri de petrucci'nin de son solo albümünde çalışan ve şu an judas priest'in konser gitaristliğini yapan andy sneap'in mixing ve mastering'teki başarısı. özellikle iron maiden'ın senjutsu'sunu dinlediğimiz bu yakın dönemde dinlediğimiz bu albüm pırıl pırıl bir kayıt. mesela geçen albümde bana kalırsa sadece gitar ve bateri çok öne çıkıyordu. burada ise klavye de bas gitar da vokal de diğerleri gibi çok iyi kaydedilmiş. sadece kayıtla alakalı da değil. petrucci, rudess ve john myung üçlüsü zaten belli başlı standartlarını koruyor. davulda mike mangini, bir önceki albümün de önüne geçen bir performans göstermekte. vokalde james labrie de sorunsuz ilerliyor.

böyle anlatınca sanki dream theater'ın en iyi albümünü dinliyormuşuz gibi olsa da aslında öyle değil. kayıt ve performans ne kadar iyi olsa da bence şarkılar o kadar güçlü ya da akılda kalıcı değil. aslında neredeyse hepsinin nakaratları güzel ama onun dışında artık çok fazla aşina olduğumuz dream theater numaraları var. albümde de sadece yedi şarkı olduğu için bu uzun şarkılar içindeki melodiler birbirlerine giriyor. akıl bazen de eski şarkılara gidiyor. yani dream theater, şarkı yazarlığı ve performans anlamında çok da yeni bir şey önermiyor bu albümde. kısacası her zamanki dream theater, güzel bir kayıt ile yine karşımızda. sürpriz yok. özellikle ilk dinleyişte albüm tek bir şarkıdan oluşuyor gibi gelse de şarkılar arası nüanslar zamanla biraz daha oturuyor. albümün sonundaki epik de bence beklentilerin altında, düz bir eser. tabii düz derken, dream theater standartında bir düzlükten bahsediyorum. yoksa merak etmeyin, bol bol deli gibi ritm ve ölçü değişiklikleri, çılgın sololar bu şarkıda da albüm boyunca da mevcut.

1. The Alien

albümü açan the alien tam bir dream theater şarkısı. girişini aç, hiç bilmeyen birisine "işte dream theater böyle bir şey" diye dinlet. öyle çok şaşırtan, coşturan bir bölüm yok. beklentileri tam karşılayan, şaşırtmayan bir eser. özellikle güzel olduğunu belirtmek istediğim şeyler var. öncelikle ben şarkının davullarını çok beğendim. statik bir çalma stili yok zaten mangini'nin ama aralara aralara serpiştirdiği o küçük numaralar eğlenceli. 5:30 gibi kısa bir süre daha tribal davullar kullanılan bir bölüm var ki çok hoşuma gitti. bas gitarla beraber çok iyi gidiyordu, keşke daha bile uzun tutsalardı. neyse ki bas gitar o ritmi, sonraki petrucci solosunda da uzun uzun devam ettirmekte. bunun dışında girişteki karmabolün birinci dakikada daha duygulu bir gitar solosuna bağlanmasıyla ortaya çıkan rahatlama hissiyatı pek güzel. benzer bir melodiyi "i am the alien" ile başlayan kıtada da kullanmışlar ve benzer rahatlama hissi orada da geliyor. zaten onun ardından da o melodinin neredeyse aynısı ile şarkı bitiyor. bir de james labrie'nin yazdığı sözler hoşuma gitti. geçen albüm yine benzer bir temaya sahip pale blue dot ile kapanmıştı. böylece grup kaldığı yerden devam ediyor. insanın durmak bilmez merakı ve yeni yerler keşfetme arzusu şarkının temasını oluştururken, uzayda artık bir uzaylıya dönüştüğümüz iddia ediliyor. vokal, gitar ve klavye için özel bir şey demeye gerek yok gibi. standartlar korunmuş. şarkıda "dijital insan" tabiri kullanılırken, klavyenin bazı anlarda çok yapay bir hale gelmesi hoş bir dokunuş. sonlarda ise klavyenin koro sesini taklit etmesi de şarkının insanı tekrardan odak noktasına almasını gösteriyor. bence çok heyecan verici bir dt şarkısı değil ama umduğumuz tadı sunan bir şarkı.

2. Answering the Call

answering the call başladığında aklımda seçilen ritmden ötürü hemen "i know the pieces fit" sözleri yankılanıyor. bu melodi nakaratta da sözler arasında çalmakta. ancak şarkıya direkt schism çakması demeye gerek yok çünkü gerisi pek de alakalı değil. bu arada "weeping mother, too late to cry" kısmında da aklım avenged sevenfold'un so far away'in "never feared for anything" kısmı aklıma geliyor. bu da sadece tek mısra. yani belli başlı etkileşimler olsa da büyük resimde bir problem yok. şarkının ilk yarısını genel olarak vokal taşıyor ki vokal melodilerini çok beğendim. özellikle nakarat başarılı. şarkının ikinci yarısında da petrucci ve rudess ikilisine "buyrun beyler saha sizin" diye yer açılmış. onlar da nefes almadan arka arkaya sololar ile boş kağıdı doldurmuşlar. en güzeli de herhalde bu bölümün sonunda beraber çaldıkları anlar. şarkının sonu biraz daha ilginç. şarkının diğer kalanına göre daha sert bir gitar rifi üstüne klavye daha elektronik sesler çıkarıp bir önceki şarkı olan the alien'a sanki selam gönderiyor. sözler de ilk şarkı ile sanki biraz alakalı. keza ilk şarkıda insanoğlu yeni bir dünya ararken, burada kendi dünyamızı yakıp yıktığımız ve bir çözüm bulamadığımızı anlatılıyor. bu bağlantı da tesadüf değil çünkü bu sözler de labrie'nin kaleminden çıkma. tool'a benzettiğim ana rifi güçlü olsa da, ilk şarkıda olduğu gibi kötü olmayan ama çok da özel olamayan bir şarkı gibi hissediyorum.

3. Invisible Monster

albümden duyduğumuz ikinci şarkı olan invisible monster, gördüğüm kadarıyla biraz "radio-friendly" denerek eleştirildi. yani dream theater'ın diğer şarkılarına göre daha az karışık olsa da bu esere bir hit şarkı olma amacı ithaf etmek doğru değil. şarkıda biraz korku filmi soundtrack'i havası var. şarkı girişindeki ve solonun başındaki efektli gitar arpeji, yine solonun başındaki davullar ve de rüzgar efektleri, ve de elbette şarkının sözleri bir gerginlik, bir belirsizlik hissettiriyor. ancak nakarat standard bir dream theater nakaratı. "the serpent inside" diye başlayan kısmın arka planındaki gitar melodileri de çok eğlenceli. ancak şarkıda herhalde en çok gitar solosunu sevdim. petrucci hız ve melodiyi bir araya getirdiği zaman gerçekten tadına doyum olmuyor. 4:25 gibi petrucci'nin neo-klasik bir tarzdan çalıp, rudess'in de harpsichord efektli bir klavye ile eşlik etmesi (ki bu efekt son şarkıda da var) şarkının benim için zirvesi ama çok kısa tutmuşlar maalesef. tadı damakta kalıyor. sonuç olarak belki müzikal olarak çok albümün en durgun eserlerinden biri ama yine de karanlık havası ve muhteşem solosu ile albümdeki favorilerimden.

4. Sleeping Giant

sleeping giant, bir önceki şarkının içerdiği korku filmi havasını devam ettirir gibi açılsa da tamamen başka bir şarkıya evriliyor. şarkı aslında sertlik ve duygusallık arasında gidip gidip gelen bir yapıda. sert kısımlarda gitar aslında dt standartlarına göre daha basit rifler kullanıyor, soloda da çok çarpıcı işler yok gibi geliyor. acayip teknik işler var elbette ama beni çok vuran bir an yok. klavye de yine çok şaşırtıcı değil. gitar sololarına kıyasla buralarda daha çok eğlensem de klavye solosu da öyle unutulmaz değil. ancak solonun ilk bölümünde zaman zaman rudess'in yapmayı çok sevdiği eski kafa, ragtime tadında bir solo var ki bu tarz şarkının ciddiyetini bozsa da hep hoşuma gidiyor. yapacak bir şey yok. bir de sololu bölüm sonunda "the alien"ın sonundaki gibi koro sesleri kullanması hoşuma gitti. şarkıya enerjisini bence davul atakları veriyor. sololar sırasında da bas gitar, öne çok iyi çıkıp, iyi bir destek veriyor. şarkının duygusallığına en güzel örnek herhalde nakaratın ilk tekrarı. tanıdık ama güzel bir vokal melodisi, piyano ile güzel birleşiyor. vokaller bence nakarat dışında da çok başarılı. hatta ikinci kıtanın ortasında bir ara verip "oooo" diye bıraktıkları melodiyi çok zevkli buldum. tam konserlik bir bölüm yapmışlar. şarkıya outro olarak ekledikleri bölüm de duygusal anlamda daha öne çıkan bölümlerden ki scenes from a memory albümünü çağrıştırdı. sözlerden bahsetmedik bu arada. petrucci'nin yazdığı sözler insanın içindeki iyilik ve kötülüğün savaşına gönderme yapıyor. albümün sözleri genel olarak insanoğlu ve insanın içindeki çatışmalar konusunda çok tutarlı bir yol izliyor.

5. Transcending Time

transcending time, albümün genel havasından daha farklı, daha mutlu bir sounda sahip. bu nedenle birçok dt hayranı şarkıya hemen "albümün en kötü şarkısı" yaftasını yatıştırdı. bence sadece bu nedenle şarkıya kötü demek doğru değil. aksine albüme farklı bir hava vermesi ile hoşuma gidiyor. girişteki, biraz komik tonlu, klavyenin çaldığı melodiler bence tatlı. aklıma da solitary shell'i getiriyor. bu melodiyi daha sonra gitar da çalıyor ama aynı hissi vermiyor. klavyenin soloları dışında sonlara doğru şarkının iki tane kısa piyano bölümü var. birincisinde yine gitar eşlik etse de ikincisi tamamen bir piyano solosu. bu bölümler de zaten pozitif havadaki şarkıyı iyiden iyiye yumuşacık bir hale getiriyor. vokaller de şarkı boyunca sıcak bir his vermeye devam ediyor. özellikle en sonra "transcending time" diye tekrar edilen bölümde bunu farketmek mümkün. ancak 3:30 gibi başlayan gitar solosunun daha sert ve daha oryantal tatlar içermesi ile şarkının genel havasından çok farklı bir yöne gidiliyor. sonlarında petrucci'nin yaptığı numaralar çok karizmatik. sözler ise aslında öyle pozitif değil. ucu oldukça açık bırakılan sözler aslında doğanın içinde kendini bulan birinin zaman mevhumunu kaybetmesi gibi bir konuda.

7. Awaken the Master

transcending time sonrası bu pozitif havayı yok etmek için en uygun eser olarak awaken the master'ı dinliyoruz. bu albüm öncesinde petrucci'nin ilk kez sekiz telli bir gitar kullanacağını duymuştuk ama hangi şarkıda olduğunu bilmiyorduk. lakin bu şarkının girişi başladığı anda sekiz telli gitarın nerede olduğu ortaya çıkıyor çünkü oldukça karanlık bir rif ile şarkı açılıyor. şarkının devamında, herhalde kulak aşinalığı kazandığım için, sekiz telli gitar bana o kadar da sert gelmiyor. zaten petrucci de bütün şarkı boyunca en sert telli kullanmıyor ama tabii şarkı başında, ana rifi tek başına duyunca etkilenmemek zor. gitarın en etkileyici olduğu yer ise altıncı dakikada wah pedalına abanan petrucci'nin çaldığı bölüm. hatta albümün en güzel anlarından biri olduğu kesin. aslında aynı melodiyi daha önce ve de şarkı sonunda klavyeden duyuyoruz ama wah desteği ile aynı melodi apayrı bir şeye dönüşüyor. bunun dışında yine klasik olarak bol bol gitar ve klavye soloları dinliyoruz. bu sololardan wah performansı sonrası duyduğumuz kısımda çok klas mangini performansları da duymak mümkün. myung'ın sözleri yine albümün genel temasına uygun olarak insanın kendi içinde dengeyi bulup, bir yolculuğa çıkarak kendini bulma çabasına değinmekte. sekiz telli gitarı dengelemek için yine ara ara piyano ya da daha melodik klavye notaları duyuyoruz. sözler öncesi nispeten daha duygulu küçük bir gitar solosu da var. yine de wah'lı bölüm dışında o kadar da akılda kalıcı bir eser olduğunu sanmıyorum.

8. A View from the Top of the World

geldik, meşhur "epik" şarkıya. albüme adını veren a view from the top of the world maşallah 20 dakikadan fazla süren upuzun bir şarkı. ancak baştan söyleyeyim: hiç de öyle "epik gibi epik" bir şarkı değil. elbette müzikal olarak çok dolu ki buna değineceğiz. öte yandan bu kadar uzun bir şarkının getirmek zorunda olduğu ilginçlik ve görkem burada mevcut değil. aksine akılda kalıcı bir motifi bulunmayan, aşırı ilginç şeyler içermeyen bir müzik. önce sözler ve konudan başlayayım çünkü bu tarz bir şarkı her şeyden önce ilginç bir konudan bahseder. burada ise eye of the tiger'dan fırlama bir gaz verme şarkısı var. ınsanın limitlerini zorlayıp, fiziksel limitlerinin ötesine geçip imkansıza yakın hedefleri başarmasına değinen şarkının konusu tek başına kötü değil ama 20 dakika boyunca süren bir şarkıda konu belli bir hikayeye bağlanmadığı için çok havada kalıyor. şarkının müzikal olarak dikkat çeken birkaç yeri var. benim için en önemlisi daha şarkının ilk bölümü olan the crowning glory'de duymaya başladığımız orkestral düzenlemeler. ancak gerçek bir orkestra yerine rudess'in bir arkadaşı ile beraber geliştirdiği ios uygulaması kullanılarak ipad'den kaydedilmiş bu bölüm. bence çok başarılı bir proje, şarkıda da çok uygun kullanılmış. özellikle şarkının ikinci bölümü olan rapture of the deep'te duyduğumuz sentetik çello acayip güzel. bu çellonun çaldığı melodinin elektro gitar versiyonu da cillop gibi, özellikle de bu bölümün sonundaki solo inanılmaz. genel olarak şarkının yavaşladığı rapture of the deep bence müzikal olarak çok doyurucu. nakarat şarkıda beğendiğim anlardan başka birisi. james labrie burada ve şarkının genelinde yine çok iyi. nakarat sonrası john myung'ın bas gitar kaydı leziz. bu bas gitarın üstüne uzun uzun bir kıta inşa etmişler, bu da işe yarıyor. öte yandan çok fazla birbirinden kopuk kopuk enstrümantal kısımlar var. hepsi iyi çalınmış (mesela üçüncü bölüm the driving force'un girişinde klavye de gitar da deliriyor) ama farklı parçalar arasında pek bir uyum yok. ortada bir hikaye olmadığı için de bir şeye bağlanmıyor. yine de the driving force'taki harpsichord ve onu takip eden klavye solosu zevkli. yani şarkının içinde bol bol güzel bölüm var ama bir bütün şarkı olarak düşündüğümde benim için çok akmıyor.

albüm de aslında özetlemek gerekirse öyle. hiçbir noktasında kötü bir müzik duymuyorum. her şey ustaca, hatta bir dream theater klasiği olarak belki de gereğinden fazla ustaca ve steril çalınmış. ancak işte o vuruculuk, kalbe ya da beyne dokunuş hissi o kadar fazla yok. distance over time'ı daha ilk dinlediğimde "ya bu şarkı bak iyi, yine dinleyeyim" derken burada şarkı şarkı gidemiyorum. "şu şarkının burası, o şarkının şurası" gibi yorumlar yapıyorum. hele ilk dinlediğimde hiçbir iz bırakmadan öyle akıp gitmişti. döndüre döndüre biraz daha kendini sevdirdi. belki biraz daha bile zaman gerekiyordur. prog metal sevenler için tavsiye ederim. dinleyicisini uçuracak bir iş değil ama dream theater'dan falsosuz, tertemiz bir performans dinlemek isteyenlere birebir.

3.5/5 verdim gitti.
albümü en iyi anlatan şarkılar: invisible monster, awaken the master, sleeping giant