Duygusal Zekanın Özel ve Profesyonel Hayata Olan Müthiş Etkileri

Bir insanın kendisine ve başkalarına ait duyguları anlama, empati kurma, özellikle duygusal açıdan önsezide bulunma, yönetme ve yönetilme becerisinin ölçütü olarak özetleyebileceğimiz duygusal zeka hakkında mutlaka okumanız gereken bir yazı.
Duygusal Zekanın Özel ve Profesyonel Hayata Olan Müthiş Etkileri

duygusal zekanın bireyin hem özel hem de profesyonel hayatında ne kadar büyük etkisinin olduğunu anlatmak istiyorum. bunun bir sebebi de ne yazık ki türk toplumunun en eksik olduğu kısımlardan birisi olan olaylara hissi yaklaşmak ve tepkisel aksiyonlar almak tarafında biraz belki farkındalık oluşturacaktır.

duygusal zekanın içine giren başlıkları saymaktan ziyade; neler girmiyor, ona bir bakarsak daha kolay olacaktır. duygusal zekanın içine analitik zekanın konuları girmez, yani doğrudan girmez fakat analitik zekayı da arkadan destekler duygusal zeka. nedense türk toplumunda daima analitik zeka on plana çıkmıştır. iş yerleri analitik düşünme yeteneğine sahip çalışan arar, herkes matematiksel zekası ile ön plana çıkmaya çalışır, kimisi hafızanın çok güçlüğünden dem vurur, kimisi bilmem ne işte. bunların hepsi aslında benim kamyon diye nitelendirdiğim işlemci yüküdür. yük çeker bu zeka kısmı ve bu da aslında yapılacak iş genel olarak zaman çarpanı ile kendisini belli eder. şunu demek istiyorum; toplum içerisinde zihinsel durgunları ve dahileri elersek eğer insanların çoğu medyan etrafında %20 ileri, %20 geri olarak bir normal dağılım gösterir bu analitik zeka konusunda. eğer düşük zekalı biri günde yüksek zekalı birine göre %50 daha fazla çalışırsa aslında yüksek zekalı birinin yaptığı işi yapar hale geliyor. bu işin çıktığı sadece zamandır. bunun üzerine de yılmazlık eklendiği zaman uzun yol yapma becerisi ortaya çıkıyor. peki bu ne demek? bu da işte kabaca sabit hızla 10 sene çalışabilme iradesi gösterebilmek gibi bir şey. böyle çalışan medyan nisbetinde %20 geri zekalı olan biri dahi yüksek zekalı birinden daha başarılı olabilir. mekanik bir hesap, çünkü analitik zeka böyle bir şey. fakat duygusal zeka böyle bir şey değil.

duygusal zekası yüksek olan bireyler hayatta işte fark yaratıyorlar. rakiplerine asıl fark atan insanlar analitik zekaları yüksek olan insanlar değil, duygusal zekaları yüksek olan insanlardır. yani 19 basamaklı bir sayının 12. kuvvetini akıldan almak bir başarı değil, bunu bir hesap makinası ile zaten birkaç saniye içerisinde yapabiliyoruz. böyle bir işlem gücüne sahip olmanın anlamı yok aksine bu ucubeliktir. fakat yeni şeyler yaratabilmek, novel şeyler üretebilme, farklı düşünebilme ve sıra dışı olabilme gibi yetenekler asıl dünyayı geliştiren şeyler.

bunun bence en güzel örneklerinden biri apple firması. benim odtü'deki danışman hocam bundan 40 sene önce california'ya gitmiş master ve doktora yapmak için. gittiği okul uc berkeley. orada steve wozniak ile ara ara görüşürlermiş. benim hocam da nedense wozniak'a çok hayrandı. çünkü o da türk toplumu içinde büyümüş bir çocuktu çünkü o zamanlar. analitik zeka ile ölçülüyor bir çocuğun becerisi çünkü o zamanlar yine aynı bugünkü gibi (görüldüğü üzere hiçbir şey değişmemiş). bir gün hocamla konuşuyoruz, o anlatıyor, "ben wozniak'ın kodlarını düzeltirdim, bana gösterirdi" dedi. açıkçası çok üzerinde durmadım dediği şeyin; doğru mudur, yanlış mıdır fakat benim dikkatimi çeken şey şu idi: kendi analitik zekasını wozniak üzerinden doğrulamaya etmeye çalışıyordu. hocam gerçekten çok zeki biriydi, bu hayatta zekasına saygı duyduğum ender insanlardan biriydi ve övündüğü kadar gerçekten yine analitik zekası çok yüksek biriydi. öte yandan da aşırı duygusal bir adamdı, çok sert görünür, insanlar ondan korkar, öğrencilerin ödü kopardı hocayı görünce. hemen sinirlenirdi bir şey olunca, ortalığı ayağa kaldırırdı ve bağırıp çağırırdı. istediği şey olmayınca da küserdi. hatta yıllarca konuşmadığı öğrencisi olmuştur, sonra neden barıştıklarını o da hatırlamaz falan. ben çok severim hocamı, o ayrı mesele fakat hoca analitik zekası yüksek, aşırı duygusal, hatta duygusal dengesiz biriydi. bana sorarsanız tipik bir türk insanıydı. türk insanının analitik zekası gerçekten yüksek, aşırı duygusal ve yine duygusal dengesiz insanlar.

steve wozniak da aynı şekilde analitik zekası çok yüksek birisi. bu yüzden steve jobs'un kamyonluğunu yapmış hayatı boyunca. steve jobs aksine duygusal zekası çok yüksek birisi. ta baştan beri "güzellik/estetik" takıntılı. sırf bilgisayar camiasının kullandığı fontları beğenmediği için daha güzel fontların kullanıldığı işletim sistemleri, bilgisayarlar üretmek isteyen biri. aslında başka hiçbir amacı yok. sadece göze daha hoş gelen bir şeyler yapmanın peşinde. daha derli toplu. daha ergonomik. daha pratik, daha sade vs. o yüzden steve wozniak, steve jobs'un hamallığını yapagelmiştir ta apple iyice kendi ayakları üzerinde durana kadar. hatta wozniak'ın babası jobs'a bir ara veryansın ediyor, "bu pislik benim oğlumu kullandı ve hak ettiğini vermedi" diye. aslında yanılıyor babası, eğer jobs olmasa wozniak'ın o müthiş analitik zekası hiçbir işe yaramaz. aynı öyle boş boş masanın üzerinde duran bir iş istasyonu gibi anlamsız ve işlevsizdir.

bir başka hikaye, yine hikaye derken bunları ben burada hikayeleştiriyorum, okuduğum kitaplardan çıkıyor bu hikayeler. paul dirac delta function bulan keşfeden, yazan, yapan neyse artık bilim insanı. paul dirac biyografisine çok atıf veriyorum, fakat bu konuya özellikle dikkat çekmek için yapıyorum bunu. okuyun o kitabı. o kitap çok şey katacak okuyucusuna. hatta sağ olsun, maillerime cevap vermemezlik etmiyor o çok yoğun çalışma temposuna rağmen. celal şengör ile yine bir mail trafiğinde önermiştim kendisine bu kitabı ve okuyacağını söz vermişti. sonra da sormadım kendisine okuyup okumadığı konusunu şunu demek istiyorum, bu kitabı ben iletişime geçtiğim her değer verdiğim insana öneriyorum.

paul dirac müthiş bir analitik zekaya sahip. ama müthiş! bir bakışta hemen en karışık matematiksel ifadeleri anlıyor, diskretize ediyor, çözülememiş problemlere çözüm buluyor vs vs. 27 yasında hatta beyninin git gide hantallaştığını, eğer bir fizikçi 27 yasına kadar bir şey bulamadıysa boşuna hayatının geri kalanında böyle bir keşifte bulunacağı umuduysa yaşamaması gerektiğini filan söylüyor. ne kadar sınır bozucu ve cahilce değil mi? evet! çünkü işte fazla analitik zeka insana kendisini tanrı zannettirir fakat toplamda bir termitten daha zeki değildir o insan.

paul dirac'ın babası çok sert bir adam ve hastalıklı şekilde başarı odaklı birisi. kardeşler arasında ciddi bir yarış var. benim mesela en sevmediğim ortamlardır böyle ortamlar. abisi paul dirac'ın o da aslında oldukça başarılı birisi. fakat bu paul dirac doğanın bir ucubesi çok fazla zeki analitik yönden. paul dirac'ın abisi belki başka bir ailede doğmuş olsa bugün onu da büyük bir biliminsanı olarak tanıyacaktık. fakat yarışın ancak bir birincisi oluyor. paul dirac kadar kendisini gösteremiyor. çocuk olan bitenin farkında, duygusal zekası daha yüksek fakat ona bir cehennem azabı yaşatılıyor aile içerisinde. paul dirac da bundan zevk alıyor. abisi paul dirac'ın dayanamayıp intihar ediyor ve buna karşılık da paul dirac dangalakça bir zevk duyarken "bu benim problemim değil, ben daha zekiydim" deyip geçiyor işin içinden. daha sonra çalışmalarına devam ediyor, çok başarılı bir fizikçi olarak tarihe geçiyor.

ikinci dünya savaşı döneminde avrupa çok karışık olduğu için genel olarak avrupa'dan amerika birleşik devletlerine ciddi bir biliminsanı transferi söz konusu. cihan harbi dolayısıyla da abd o zamanlar avrupa'ya müthiş derecede ticaret yapıyor ülkelerini çok zenginleşiyor. bu zenginliğin ciddi bir kısmını da bilimsel araştırmalar için fon olarak üniversitelere aktarıyorlar. abd'nin asıl büyümesini daha doğrusu at başı yarışırken ciddi farklar açmasının asıl sebebi ve dönem bu ikinci cihan harbi zamanlarıdır. paul dirac da bu furya ile florida üniversitesi'ne gidiyor. artık tabii ki yaşlanmış. yanlış hatırlamıyorsam 72 yasında filan. artık ileri yaşın da verdiği biraz duygusallaşma (aslında bu duygusallaşma değil de akıllanma daha çok) ve nispeten de analitik zekasının törpülenişi ve yeni nesiller tarafında aynı onun einstein'ı alaya aldığı gibi alaya alınışı onu biraz eski defterleri açmaya itiyor. aklına ne geliyor dersiniz? intihar ettiği abisi. intihar ettiği abisi için aslında farketmeden içinde bir kanser gibi bir yumru taşıdığını fark ediyor. abisine gereksiz bir haksızlık yaptığını anlıyor ta 72 yasında. onca başarıya rağmen paul dirac aslında hayatının son dönemlerinde huzursuz ve boş yaşanmış bir hayat gibi görmeye başlıyor bütün yaşamını. bana kalırsa haksız da değil.

duygusal zekası yüksek olan insanların insanlığa katkısı çok daha fazladır. duygusal zeka daha  çok kendisini çok daha büyük olaylarda gösterir. mesela tersten bir örnek vermek gerekirse; yine duygusal zekası çok yüksek olup dünya'nın başına bela olmuş bir tip olan hitler'i örnek verebiliriz. duygusal zekanın yapıcılığı ve yıkıcılığı hakkında daha iyi fikir sahibi olmak açısından bence yine müthiş bir örnek. bunun üzerine daha başka insanları da verebiliriz fakat konuyu az çok izah edilebildiğine ikna olduğumdan dolayı başka örneklerle zenginleştirmeye gerek duymuyorum.

çok iyi bir haberim var: duygusal zeka geliştirilebilen bir şey. duygusal zeka tabii ki yine analitik zeka gibi doğanın bir mucizesi olarak yüksek bir seviye ile başlamak diye bir şey var fakat analitik zekadan daha hızlı şekilde geliştirilmeye açık bir alan. bunun için yapılması gereken şey de aslında çok basit. katıksız bir dürüstlüğe sahip olmak. dürüst olup doğru analiz etmek ve bunun ardından yeni bir şey deneyip neler oluyor diye tekrar analiz etmek. ilk bakışta daha çok analitik zekaya ait bir işlem mantığı gibi gelebilir fakat değil, burada asıl olan şey bunu mekanik olaylara karşı değil işin içinde bizatihi insan olan olaylarda yapabilmek ile alakalı. deneyin isterseniz, işyerinde süpervizörünüz üzerinde, ilişkinizde sevgiliniz üzerinde, ailenizde kardeşinizin, anne-babanızın üzerinde, alışveriş yaparken kasiyer üzerinde deneyin, normalde yaptığınızdan farklı bir şey yapın ve reaksiyonu görün. size sanki hayatta ilk defa gördükleri biri gibi baktıklarını görün. bu ne demek biliyor musunuz? onların haklı olduğu demek. çünkü siz olağan halinizden farklı davrandığınız zaman bunu hemen karşı taraf anlayacaktır ve ona göre bir reaksiyon verecektir.

duygusal zeka öyle kedinin kuyruğu kapıya sıkıştı diye dünyanın yok olmasını gönülden istemek falan değil. bu daha cynic personality'e (alaycı kişilik) dalalet eder. duygusal zekası yüksek biri değil daha çok kendi sefil hayatının son bulması için her şeyi bahane eden biri demektir daha çok. başka bir örnek yine twitter'da "biz köpekleri hak etmiyoruz" falan diye farkındalık yaymaya çalışmak da buna dahildir. bunlar direkt olarak çıkar odaklı aksiyonlardır. bu cynic (alaycı) kavramını da yavaş yavaş oturtabilirsek eğer çok iyi olacak toplum olarak. çünkü cynicleri ayırt ettikçe göreceğiz ki ne rezil, ne kepaze, ne rüsva insanlar varmış ortalıkta dolanan. hiçbir şeye faydası olmayan her şeyi sadece ve sadece eleştiren ve olanı da berbat eden. bunları illaki siyasiler olarak düşünmeye gerek yok. kendi etrafınıza da baktınızda göreceksiniz "deli misin yapamazsın" diyenlerden başlar da bu sizin mutlu olduğunu görünce haset edenlere kadar ilerler. o yüzden hep derim, gelecek planlarınızı, önem verdiğiniz şeyleri, sevdiğiniz şeyleri tanımadığınız insanlardan korumanız gerekiyor. insanların çoğu bu postmodernizm çağında cynic karakterlerdir. geçen bir yazıda paylaştım cynic ne demek diye oscar wilde'dan bir örnek verdim burada tekrar etmek gerekiyor yine

"a cynic is a man who knows the price of everything, and the value of nothing"

cynic tam olarak budur. cynic her şeyin kaç paraya satıldığını bilir ama kıymetini bilmez. cynic için mesela sevgililik sadece bir sevgili sahibi olmaktır, dışarıya yalnız biri olduğu imajını vermemek için. halbuki bombok bir ilişki yaşar. cynic sevmediği bir işte çalışır, sadece ben bilmem nerede çalışıyorum tamam mı diyebilmek için.

özel bir hikaye ama anlatacağım, kadim dostum dediğim biri var benim hayatımda, umarım geberene kadar da ikimiz birbirimizin hayatında bir şekilde kalacağız. bir hikayesini anlattı bana anlatayım siz karar verin ben hiç yorum yapmayacağım.

bir hanımefendi ile beraber oluyor bu arkadaşım. daha sonra sosyal medya üzerinden görüşüyorlar sadece. sonra yine görüşmek için buluşuyorlar falan. akşam seks yapacaklar. sonra kavga etmeye başlıyorlar. kavganın sebebi tamamen kızcağızın doyumsuzluğu ve postmodernizm çağının bu kızcağızı deli etmesi başka bir sebebi yok. burada da jose saramago laf arasına girsin:

"kötü kader diye bir şey yoktur, 21. yüzyıl vardır ve bu yüzyıl yavrucuğum bir kelebeği bile intihar ettirebilir."

saramago tabii ki duygusal zekası çok yüksek biri ve bunu müthiş şekilde dile getirebiliyor. ben bu tür şeyleri nispeten daha analitik metinler ile izah etmeye çalıştığım şimdiye kadar ve bu 21. yüzyılda bir şekilde acı çekip de neden acı çektiğini anlamayan sevgililerime bunları anlatmaya çalıştım, hiçbiri anlamadı. aynı bu şekilde de işte bu kızcağız da anlamıyordu ki neden acı çektiğini kavga ederken "kadim dostum" ile bu kızcağızın ağzından şöyle bir laf çıkıyor çığlık çığlığa:

"sen hiç hayatında prada çantası olan bir kadınla yattın mı?"

tabii ki dostum bana bu hikayeyi anlatırken, ben aynı akciğer x-ray'inde habis uru hemen görüp gözlerini hastanın meraklı bakışlarından kaçıran doktor gibi dinliyordum arkadaşımın anlattığı bu hikayeyi. diyecek hem hiçbir şey yoktur hem de çok şey vardı. o kızcağızı kurtarmak hem çok kolay hem de çok zor ve daha onun gibi milyarlarcası.

duygusal zekanıza aynı gözlerine baktığınız gibi, aynı yüzünüze baktığınız gibi aynı cildinize baktığınız gibi bakın. onu besleyin, geliştirin. bunu yapmanın tek yolu var, kendinize dürüst olmanız. takviye olarak da felsefe öneririm.