Edebiyatın İki Büyük İsmi Peyami Safa ve Nazım Hikmet'in Bitmek Bilmeyen Büyük Kapışması

Sözlük yazarı "son ali", edebiyatın iki büyük ismi arasında yaşanan ve pek bilinmeyen bir kavgaya yer vermiş. Nazım Hikmet ile Peyami Safa'nın sürekli atıştığı ve hatta Nazım Hikmet'e karşı cephe alınan bu tartışmalara bakalım.
Edebiyatın İki Büyük İsmi Peyami Safa ve Nazım Hikmet'in Bitmek Bilmeyen Büyük Kapışması


nazım hikmet ile peyami safanın, aralarında büyük bir dostluk olmasına rağmen, ardından gelen düşmanlığı anlatan bir yazıdır bu. yaşayanlar bilir, ilk önce özlemle anılır eski günler ardından bir öfke gelir, melankoli bulutları sarar aydınlık gökyüzünü..

peyami safa; dokuzuncu hariciye koğuşu'nu yakın dostu nazım hikmet'e adadığı, kara sevdayla diye imzalayıp verdiği dönemlerde jokond ie si-ya-u 'ya yazdıklarıyla da eleştirmiştir.

bu yazı ile birlikte aralarında soğuk rüzgarlar esmeğe başlasa da aralarındaki dostluk devam etmiştir. nitekim peyami sefa beyin dokuzuncu hariciye koğuşu adlı romanı yayımlandığı zaman, "resimli ay"ın şubat 1930 sayısında, nâzım övgü dolu bir yazı yazdı. ama "muazzam" diye nitelediği kitabı anlatırken araya şöyle bir tümce sokmadan da edemedi :

"peyami'nin romanı realisttir, fakat eski manada fotoğraf realizmi değil, şeniyetlerin abidesini yapan ve bunu yapmak için bir sıra tahlil ve terkiplerden mürekkep bir kompozisyon vücuda getiren diyalektik bir realizm."

asıl kopuş burada değil aralarında geçen kısacık bir sohbette peyami safa'nın nazım'a "moskova'dan gelen paraları kimin aldığını" sormasıyla başlamıştır.

Nazım Hikmet Ran


derken avrupa'da sağa kaymaların arttığı dönemde türkiye de bundan etkilenmiş ve sağcı yazarlar orhan selim'e giydirmeye başlamıştı. gazetelerdeki orhan selim imzalı yazılarıyla, üç beş kuruş kazanmak için, davasına yüz çevirdiğini, burjuvalaştığını söyleyenler, şiirin kurallarını bilmediğini, kültürsüz, değersiz, boş bir insan olduğunu, birkaç "kuduz" dışında gençlerin onun arkasından gitmediklerini ileri sürenler birbirini izliyordu. yusuf ziya ortaç, orhon seyfi orhon gibi eski dost "akbaba"cılar bile orhan selim'i köşeye sıkıştırmaya çalışan yazılar yayımlıyorlardı :

"orhan selim, diğer ismiyle nâzım hikmet, bu yakınlarda istanbul'da kapitalizmi müdafaa eden filmler gösterilmeye başlanmasına şaşıyor. buna şaşıyor da kendisinin kapitalistlerin gazetesinde, kapitalizm aleyhine yazdığı fıkralardan aldığı para ile geçinmesine şaşmıyor mu?"

bunların ardından orhan selim -nazım hikmet- akşam gazetesinde "it ürür kervan yürür" başlıklı bir yazı yazar. ardından büyük tepkiler soluk aldırmadan gelmeğe başlar.
bunun üzerine "it ürür kervan yürür no.2" adlı bir yazı daha yazar orhan selim. yazıda şunlar yazmaktır:

"halifeliğin cehennemin yedi kat dibine yuvarlanmasından şapkanın giyilişine dek, bir devrim bakımından, atılan her adımda yürekleri parçalananlar oldu. bir devrim gözüyle emperyalizmin denize dökülüşünden, temiz türkçenin işlenmesine kadar yapılan sıçramaların ağrısını gırtlaklarına sarılmış bir pençe gibi duyanlar vardır. bütün bunları bilirdim. ve yine bilirdim, beklerdim ki, 'it ürür kervan yürür' diye bir yazı yazdığım vakit karanlıklarda yeşil sarıklar kımıldanacak, hacı yağı kokan çember sakallar sıvazlanacak. bildiğim, beklediğim oldu. yalnız bir ayrılıkla: açıktan açığa, 'istemezük!' diyecekleri yerde, ben, akşam gazetesinden 'kalemi ile geçinen mekanik işçi' orhan selim, dolambaçlı bir yoldan basamak yapıldım. bütün bir yeryüzü tarihini, bir bakımdan, yürüyen kervanlarla ürüyen itlerin dövüşü olarak gördüğüm için, gündeliğimden edileceğimi bildirdiler.

Peyami Safa


"orhan selim adındaki adam iki aydan beri akşam gazetesinde temiz türkçe denemeleri yapan 'teknik bir yazı işçisinden' başka bir nesne değildir. bu bakımdan o, ikinci ayına yeni basan bir teknik yazıcıdır. ancak gören iki gözü ve duyan iki kulağı vardır. "bunun için, hacı yağı kokulu, kara çember sakallarını tıraş ettirip yeşil sarıklarını kelebek biçimi kravat diye kullanarak göz boyayanların, tecvitli seslerinde bir 'baba tahir' kurnazlığıyla, orhan selim'in omuzu üstünden he yana çatmak istediklerini anlar."

ardından iki gün sonra -11 ocak 1935- orhan selim, nazım hikmet'ten gelen bir mektubu yayımlar

"benim sıska, benim cılız, benim toy oğlum orhan selim!

"iki aydır senin yazdıklarını, iki üçtür sana yazılanları okuyorum. sana her çatanın kurşunu, senin arkandan vurarak, benim göğsümü aramakta. (...)

"it ürür kervan yürür' diye bir yazı yazdın. bir devrim yapan her ülkede bu yazı gönül açıcı bir türkü gibi okunabilir. ancak, yine, bir devrim yapan her ülkede, yürüyen kervanların ardından bakakalanlar, geçmiş günlerin adamları bu türküyü bir ölüm marşı gibi dinledikleri için gocunurlar. nitekim gocunanlar da oldu işte!.. böyle bir söz söylediğin için, seni gündeliğinden, ekmek parasından ederiz, dediler. senin adının üstünden bana taş atarak seni ürkütmek istediler. 'tehlikeli vadilerde yürüyorsun,' diye kaşlarını çattılar. (...)

"sen iki aylık acemi, toy bir yazıcısın. bu acemiliğine, bu toyluğuna bakmadan, karanlıklardan ders almış, 'medrese mantığıyla' pişkin eski kurtlarla nasıl kalem yarıştırabilirsin?

"bak, işte yine senin kaleminin ucunda benim yüreğimin takılı olduğunu ileri sürerek, kendilerinin, kılına bile dokunulmaz korkunç aslanlar olduklarını söyleyerek, 'usta hırsız ev sahibini bastırır' kafasıyla, seni jurnalcı, 'zebunkeş' diye adlandırarak korkutmak, sözüm ona, utandırmak istiyorlar.

"aldırma, oğlum, orhan selim! kavgayı uzatmakla güttükleri iki yol var : birisi provokasyon yaparak seni ekmek parasından etmek; ötekisi tirajlarını yükseltmek!

"böyle bir kapana düşme, yavrucuğum! (...)

"onlar isterlerse söylensinler daha, sen kavgayı burada bitir. yoksa, yazdığın, beğendiğin o atalar sözünü anlamamış olursun."

nazım hikmet ve peyami safa arasındaki tartışma ise tan gazetesinde çalıştıkları dönemde patlak verdi. gazetenin sahibi zekeriya sertel bir sayfanın iki köşesine karşılıklı koyduğu bu iki yazarının ilişkilerini yıllar sonra anılarında şöyle anlatacaktır

"nâzım daha çok komünizmi yaymak ve etrafındakileri komünizme kazanmak meraklısıydı. onun için, tartışmaların en önemli ve devamlı konusu komünizmdi. bu konu, peyami safa'yı çileden çıkarıyordu. peyami çok zeki ve kabiliyetli bir gençti. o sırada fatih-harbiye romanıyla edebiyat âleminde dikkati çekmişti. nâzım onu davaya kazanmaya çok önem veriyordu. onun bütün itirazlarına ve hırçınlıklarına, bir peygamber sabrıyla katlanır, onu inandırmaya çalışırdı. fakat peyami, zeki olduğu kadar da kötü ruhlu bir adamdı. çok içki içer, hatta esrar kullandığı bilinirdi. bu bakımdan da nâzım'ın tam zıddı bir tipti. nâzım'ın, çevresinde yarattığı etkiyi kıskanır, onun ak dediğine, mutlaka kara derdi. nâzım'ı kıskanıyor, onun etkisine düşmekten korkuyordu. bütün bunlara bakmayarak, nâzım onu kazanmak umudunu bırakmak istemiyordu.

Nazım Hikmet Ran


"peyami de tersine, nâzım'ı komünizmden caydırmaya çalışıyor, fakat bu çabasında yalnız kaldığını gördükçe deliye dönüyordu. bu karşılıklı tartışma aylarca sürdü. sonunda peyami faşizmi seçti ve bizlerden ayrıldı. o tarihten sonra da ateşli bir antikomünist kesildi ve bütün ömrü boyunca faşizme hizmet etti. komünizme ve komünistlere şiddetli hücumlar yaptı. hele nâzım'a ve bizlere karşı uydurmadığı iftira, yapmadığı jurnalcilik kalmadı."

ve nazım hikmet'in alttaki dizelerini okurken mitralyöz mermilerinin eti delip geçmesine tanık olacaksınız

bir provokatör üstünde hiciv denemeleri

"sen ölmedin, seni öldürdüler zavallı kadın."
t.f.
sen çıkmadın
çıkardılar karşıma seni!
kıllı, kara elleriyle tutup enseni
gövdeni yerden bir karış kaldırdılar,
sonra birdenbire
bırakıp yere
seni pantolonumun paçasına saldırdılar.
bir düşün oğlum,
bir düşün ey yetimi safa
bir düşün ki, son defa
anlıyabilesin :
sen bu kavgada
bir nokta bile değil,
bir küçük, eğri virgül,
bir zavallı vesilesin!..
ben, kızabilir miyim sana?
sen de bilirsin ki, benim âdetim değildir
bir posta tatarına
bir emir kuluna sövmek,
efendisine kızıp
uşağını dövmek!.
sen de bilirsin ki, jurnal esnafı, senin gibiler
tutulup kulaklarından birer birer
teşhir edilirler..
ben, sadece söküp
bir fitnenin otuz iki dişini,
ve babıâli kaldırımlarına döküp
geleceğini, geçmişini
aldım omuzuma işte bu teşhir işini....
bir düşün oğlum,
bir düşün ve inkâr etme ki;
keteon matbaasında ut çalıp
ayak şarkıcılarına beste talim eylemek,
ve o biçare larus'un ırzına geçip
zatını âlim eylemek,
sana pek
zor geldi ki, demek;
aranızda dolaşır görünce
benim "orhan selim" adlı dilsiz
ve kolu bağlı gölgemi,
hemen azıya alıp gemi
faşisto-demokrato-liberal
bir jurnal
yazıp
delikanlıyı yere çalmak
ve bir miktarı minasip elden almak
istedin!..
elden alıp almamana
karışmam ama,
biz,
gölgemizi bile çiğnetmeyiz adama!

bir düşün oğlum,
bir düşün, ey, göbekli patron veletlerinin
"doğru yol" göstericisi,
bir düşün ey yetimi safa,
bir düşün ve hatırla ki, son defa :
o, takma aslan yeleli namık kemal üstadın senin;
abanoz ellerinden
zenci kölesinin
som altın taslarla şarap içerek
ve "didarı hürriyet"in dizinde
kendi kendinden geçerek :
"yüksel ki yerin
bu yer değildir,
dünyaya geliş
hüner değildir!" demiş...
sen de yükseldin uyup
onun sesine
"la dam o kamelya"nın fesli figüranlığından
ahmet haşimin "degüstasyon"daki iskemlesine..

bir düşün oğlum!
bir düşün ve mezarların hududunu aşma!
kendine güven üstat
babana değil,
bir ölüyü koluna takıp dolaşma!
öyle zart zurt eşilmez toprağı gidenlerin!
rahat bırak oğlum
rahat bırak uyusun
o muhterem "şehidi hürriyet" bey pederin!
hem böyle daha iyi.
çünkü bak ortada
ne yeni bir ingiliz-boer
harbi var,
ne de tebrik isteyen bir ingiliz elçiliği...
ölüleri rahat bırak oğlum.
rahat bırak uyusun benim de gidenlerim!
sen de bilirsin ki ben
ne dedemden
miras bekledim,
ne babamdan şeref, şan!
hasep, nesep, kan, soy sop işinde yoğum.
çünkü ne soyu sicilli bir buldoğum
ne de tecrübelik bir tavşan.
ben sadece ölen babamdan ileri,
doğacak çocuğumdan geriyim,
ve bir kavganın adsız neferiyim..

ey ihtisas mahkemeleri kaçağı
ve despinis kokonun aftosu,
ey marka malı kör
provokatör,
ve ey zavallı yetim...
yoktur şimşiri kahrını inkâra niyyetim...
kokla, çek ve iç,
üzülme hiç...
billahi cihan bilir ki, sen
kahraman, ulusal muhaliflerimizdensin!
kokla, çek ve iç
üzülme hiç.
yalnız, ara sıra
bakıp aynalara
bir deve derisinden beli değnekli hacivat düşün.
bir düşün oğlum :
müdahin, çelebi hazreti hacivatın
giyerek harp ilahı göbekli marsın üniformasını
kahramanane bir dalkavuklukla hesap sormasını.

bir düşün oğlum,
bir düşün ey sayın provokatör...
her dövüşen sersemdir senin için
her anlayıp inanan kör.
ve sen ki, bir fikre bağlanışın
azılı düşmanısın;
anlat bana nasıl oldu da şu,
anlat bana nasıl oldu da sen,
yanarak boynu müsellesli bir mason imanıyla
boyamak istedin süleymanın çift sütununu
o biçare "hürriyeti efkâr"ın kanıyla?
hem ne derin bir inanışmış ki, bu,
ne müthiş bir ateşle yanışmış ki, bu,
göze aldırmış sana
fenafil-maşrıkı âzam olmayı,
mason localarına üç defa bavurup
mason localarından üç defa kovulmayı.

bir düşün oğlum,
bir düşün ve inkâr etme ki;
gizli gece yolculuklarından kalmadır senin alın terin.
sen her gece
el ayak çekilince
"nuvel literer"in
bir arşınlık duvarından aşarak
ve parmaklarının ucuna basıp dolaşarak
yapraklarında onun,
apartırsın satırlarını birer birer
cingözle beraber.

fakat her duvar
bir karış değildir.
her duvardan atlamayı kesmez senin gözün
ve her fikrin açılmaz kapıları
maymuncuğuyla cingözün..
okuman lazım evlat.
evirip çevirmeyi, göze girmeyi, falan filan
bırakıp
okuman....

bir düşün oğlum,
bir düşün ey yetimi safa,
bir düşün ve benden öğren ki son defa :
fikir dediğin
şeyin
karabet ustanın uduna benzemez suratı.
o, ne şapırtılarla çiğnenen bir sakız,
ne "vatan-silistre"de abdullah çavuşun tiradı,
ne de "bir akşamdı"da müteverrim bir bayan ilacıdır.
o, şahlanmış bir savaş kılıcıdır.
bu ata atlıyacak yürek
ve bu kabzaya bilek
gerek....

kaynak 1
kaynak 2
kaynak 3kaynak 4