Epeydir Beklenen Love, Death & Robots'ın İkinci Sezon İncelemesi

Uzun süredir beklenen ikinci sezonu nihayet Netflix'te yerini alan animasyon dizi Love, Death & Robots'ın incelemesini de aynı şekilde servis edelim, buyrunuz.
Epeydir Beklenen Love, Death & Robots'ın İkinci Sezon İncelemesi

david fincher ile aramız bu ara biraz limoni. bu son yıllarda kötü diziler ya da filmler yaptığı için değil ama. kendisine sağda solda bozuk atma sebebim mindhunter gibi dehşet başarılı bir diziye başladıktan sonra (şu hayatta suç draması kadar sevdiğim çok az şey vardır.) ya bunu yaparken çok yoruluyoruz biz, galiba devam etmeyeceğiz demesi. kafamda proje var deyip tembellikten başlayamasan kabul de bizi kalite denizlerinde yüzdürdükten sonra hadi bana eyvallah deyip gitmek sana hiç yakışmıyor fincher. ben senin için alien 3 izlemiş insanım. (gerçi ripley’nin olduğu her şeyi izlerim ama konumuz bu değil şimdi)

yalnız ben böyle kendi kendime söylenirken david fincher boş durmamış ve netflix’le başlattığı diğer projeye yönelmiş. bunun haberini alınca haliyle çok sevindim. animasyon kısa film yapmak, gerçek oyuncuların yer aldığı drama dizisi yapmaktan daha zor değil mi sorusunu bir kere bıraktım ve dizinin yayınlanacağı tarihi beklemeye başladım. ve nihayet o gün gelip çattı. fincher bu sezonda bölümleri biraz kısmış. o da gözümden kaçmadı ama render yaparken bilgisayarlar çok ısınıyor, projeye devam etmiyoruz da diyebilirdi. bu nedenle 8 bölüme de şükür diyelim ve serinin ikinci sezonunu bölüm bölüm incelemeye başlayalım.

Uyarı: Buradan sonrası spoiler içerir.

1. automated customer service

ilk bölüm biraz black mirror havasında olmuş. yaşlı insanlara yardım eden teknoloji ve cihazlar zıvanadan çıktığında tüm işlerini buna bağladığı için zorda kalan insan teması bu mantığı hatırlatıyor. ayrıca ev işlerine yardımcı olan robotun tek gözlü olması ve çağrı merkeziyle yapılan konuşmalar hal 9000 şerefsizini andırıyor. ancak bu bölüm açılış için biraz zayıf kalmış diyebiliriz. çünkü ilk sezondaki bölümlerin hemen hepsinde dikkat çekici bir fikir oluyordu. burada ise bölüm bittikten sonra hımle hımle diye düşüneceğiniz bir şey yok. yine de ana karakterin terminatörden bozma makinayla mücadelesinin anlatıldığı bu bölüm çıtır çerezlik olarak izlenebilir.

2. ice

ikinci bölümle en sevdiğim bölüm olan zima blue çizim olarak aynı tarz. gorillaz kliplerinde de kullanıyorlar bunu. ortam üç boyutlu ama karakter iki boyutlu gibi. bir de mekanların oranını falan bilerek bozuk yapıyorlar. mükemmel değil ama çok akılda kalıcı bir tarz. bölümün işlediği konu da temel insan davranışıyla alakalı. bölümde nasıl yapıldığı gösterilmiyor ama insanların hepsi genetik olarak modifiye edilmiş. sadece ana karakterimiz sedge, dümdüz insan. bu nedenle güç ve çeviklik olarak kendisinden çok daha ileride olan yaşıtlarıyla bağ kuramıyor. bu durum belki yetişkinler dünyasında direkt göze sokulmaz (yetişkinler yapmaz demiyorum onlar daha üstü kapalı hallediyor bu işi) ama çocuklar ve ergenler yaşıtlarını dışlamak konusunda cidden çok acımasız olabiliyor. bu bölümün teması da genel olarak böyle işliyor. ancak atmosferin karanlığına ve soğuğuna rağmen sedgewick’in kardeşi fletcher, ekibin koşması sırasında sakatlanmış gibi yapıyor. anın paniğiyle sedge de kardeşini kurtarıyor. bölüm sonunda izlediğimiz balinalar ile birlikte sedge özgüvensizliğini aşıyor ve ekibe kabul süreci başlıyor. şahane görünen elektrikli neon balinalar gibi sedge de yaşıtlarıyla arasındaki buzları kırmış oluyor.

3. pop squad

love, death and robots’un en sevdiğim yanı bir kısa film süresinde ele aldığı konuları çok derinlemesine işleyebilmesiydi. mesela şu an bile insan ömrünün uzatılması, kısıtlı kaynaklar ve nüfus artışı tartışılan konular. bu bölümde ise olaya bilim kurgu yönünden bakılmış. yakın gelecekte (bir karakter 218 yaşındayım diyor) insanlık ölümsüzlüğün sırrına erişmiş durumda. ancak bu bir bedel ile geliyor. çünkü dünyanın kaynakları kısıtlı olduğu için çocuk yapmak yasaklanıyor.

bu durum iki türlü dengesizlik getiriyor. birincisi insanların sonsuza kadar var olmaması lazım çünkü biz her şeye ee sonra ne olacak diye bakan canlılarız. yani evrimsel olarak bu sürece hazır değiliz. eğer ölümsüz olsaydık insan olarak kalabilir miydik bu bir soru işareti. ikinci dengesizlik de birincisinden kaynaklanıyor aslında. çok uzun süre var olan insanlar için dünya artık yeni bir şey sunmuyor ve bir sonraki nesil ile keşif sürecine tekrar başlamak istiyorlar. ancak ölümsüzlüğün bedeli olarak yeni nesillerin gelişi yasak. burada da sağlam bir paradoks yaratıyor bölüm.

ayrıca bu bölümde insan türünün fevriliğine de değiniliyor. muhtemelen bu bölümün evrenine göre tarihin bir anında hücrelerin kendisini sonsuza kadar yenileyeceği bir tedavi buldular. o andan sonra kimse de biz bunu uygularsak orta ya da uzun vadede sonuçları nasıl olacak diye düşünmedi. nüfus patlaması ihtimali olduğunda da çocukları ne yapacağız diye sordular. akıllarına mantıklı bir seçenek gelmeyince de e madem çocukları vuralım o zaman dediler.

bölümün katmanlarından biri de sınıf ayrımı. dikkat ederseniz bölüm boyunca çocuk sahibi olan karakterlerin hepsi kötü evlerde güç bela yaşayan insanlar. bu da ekonomik uçurumun katı hale geldiğini gösteriyor bize. eğer zenginseniz sonsuza kadar olduğunuz gibi yaşama fikri güzel. isterseniz opera solosuna 20 yıl çalışabilirsiniz. ama durumunuz ekonomik olarak iyi değilse dandik bir işte çalışıp kötü koşullarda sonsuza kadar yaşamak zorunda kalıyorsunuz. hayatınıza farklılık katacak az şeyden biri çocuk ama o da yasak. bölümde yer alan insanların tehlikeleri bilmelerine rağmen çocuk sahibi olma sebebi de bu olabilir.

gördüğünüz üzere bu bölüm hikaye derinliği olarak bir yığın katmana sahip. daha diesel punk estetikten bahsetmedim bile hatta. o nedenle ikinci sezonun en sağlam bölümlerinden biri budur diyebiliriz.

4. snow in the desert

ilk sezonda bazı hikayelerin tadı damağımızda kalmıştı. mesela the good hunting 45 dakika da olsa izlerdim, iki saat olsa da izlerdim çünkü tam olayların yükseleceği yerde bölüm bitiyordu. bu sezon ise hikayelerin başını ve sonunu kısa film mantığına daha uygun şekilde dengelemişler. bölümler bittiğinde hikayenin devamıyla ilgili aklınızda çok bir soru işareti kalmıyor.

yine de bu mekanik tahmin edilebilir hikayelerde kullanıldığı zaman bölümler biraz sıkıcı oluyor. mesela özel güçleri nedeniyle birilerinin peşinde olduğu insan hikayesi sinemada onlarca kez kullanıldı. aynı şekilde insan olduğu sanılan kişinin vurulduktan sonra cyborg ya da tümden robot olduğunun anlaşılması da biraz klişe sayılır. bu nedenle snow bölümünün hikaye tekniği daha derli toplu olsa da yeni bir bakış açısı getiriyor mu derseniz ona cevabımız hayır olur.

5. tall grass

ben bu bölümden umutluydum aslında. çünkü yağlı boya gibi çizimler üzerin stop motion’ı andıran bir tarzı var görsellerin. aşırı gerçekçi cgi’lar yerine bunu her zaman tercih ederim ama güzel görüntüler dışında bölümde ne var derseniz, hikaye olarak pek bir şey yok maalesef. aslında burada tren ve kostümler ile 1930’lar estetiğine göz kırpmışlar. bu dönemin belirsizliğinden faydalanıp çok daha kaliteli bir gerilim yaratabilirlermiş. (bkz: carnivale) ancak bunun yerine ucu hiçbir yere bağlanmayan içinde derin bir anlam bulamadığımız olmasaydı da olurdu tadında bir bölüm olmuş bu.

6. all through the house

ilk sezonda “eğer böyle olsaydı” diye düşündüren beyin jimnastiği bölümler vardı. ancak bunlar bir hikayenin içine dahil edilmiyordu. daha çok konunun özünü aktarmaya çalışan eğlenceli makaleler gibiydi. ikinci sezonda bu fikre yakın olarak noel baba konseptini almışlar.

herkesin aklında yer eden imajı değiştirmek ve yerine ürkütücü bir şeyler koymak ilk bakışta mantıklı geliyor ama birincisi bu daha önce yapıldı. (bkz: futurama) ikincisi de bu hikaye bize üzerine düşüneceğimiz farklı bir bakış açısı sunmuyor. mesela bu alanda kurzgesagt’ın çok güzel videoları var. onlar bu işi büyük prodüksiyonlara girmeden patreon’la falan hallediyorlar.

insanın ufkunu açmak konusunda da örneğin şu kısa filmle çok daha başarılılar


7. life hutch

yedinci bölümle birlikte bu sezonun sorunu hakkında bir fikre sahip oldum. ilk sezonu güzel yapan şey, bozulan makineler, bilincin değiştirilmesi ya da uzay yolculuğu falan değildi. tamam görsel olarak bunları çok güzel yapıyorlar ama bunlar dizi için hep bir araç olarak kullanılıyordu. önemli olan şey günlük hayatta gördüğümüz şeylerin ötesindeki meselelere kafa yormamızı sağlamaktı. bu sezon ise maalesef öyle bir tavır yok. mesela life hutch aslında diyalogsuz, derdini yaşanan olaylar ile anlatabilecek bir hikayeye sahip. artık insanın yalnızlığını mı anlatırsınız, güven arayışını mı iş size kalmış. ancak bu bölümde böyle bir çabaya hiç girişmemişler. sığınaktan sorumlu bir robot var, sığınak hasar gördüğü için bir şekilde yanlış çalışıyor ve buraya sığınan pilota saldırıyor. olay bundan ibaret. bu mekanik kısa hikaye antolojisinde değil en fazla uzayda geçen bir aksiyon filmine renk katmak için kullanılır. bu nedenle life hutch da beklentinin çok altında kalıyor haliyle.

8. the drowned giant

bu sezonda izlenebilir toplam 2 bölüm var. birincisi pop squad’dı. ikincisi de bu olur herhalde. bu bölümün de aslında ortaya attığı bir soru yok. ancak ele aldığı konuyu işleme şekli çok güzel. bu bölümde sahile vurmuş bir dev var. kendisinin nereden geldiğini bilmiyoruz ama boyutları hariç normal bir insandan hiçbir farkı yok aslında. bölüm boyunca da insanların kendilerinden farklı olana karşı aldıkları tavrı ve genel olarak duyarsızlıklarını görüyoruz.

örneğin devin nereden geldiği hiç konuşulmuyor. yani bir ailesi var mı, kaybolduğu için mi öldü de kıyıya vurdu diye kimse sormuyor. ayrıca dev için herhangi bir test falan yapıldığını da görmüyoruz. mesela beyin yapısı bize benziyor mu, bir tane mi kalbi var, sindirim sistemi nasıl çalışır, ne yer ne içer kimse merak etmiyor. bir tane profesör gönderilmiş ama o da insanları izliyor sadece. (fonksiyonu anlatıcı olmak onun)

ayrıca devin çıplak olarak gelmesi de dikkat çekici. çünkü kıyafet demek tercihler demek. devin üzerinde bulunacak bir bileklik ya da kolye onun kültürü hakkında bize ipucu olacaktı ancak böyle bir şey yok. bu çıplaklık da insanların deve bakış açısını sıfırlıyor neredeyse.

Spoiler'ın sonu.

sonuç olarak

ikinci sezondan bir zima blue beklemiyordum ama sekiz bölümde izlenebilecek iki bölüm olması biraz kötü oldu. o bölümler de ne bileyim bir sonnie’s edge ya da the witness kadar çarpıcı değil. en azından three robots bölümü gibi kara mizah arayalım desek o da pek yok. pandemi yüzünden dizi izlemelerimiz arttı. o nedenle pek bir şeyi beğenemiyoruz artık diyeceğim ama bazı bölümleri göremediğim bir şey mi var diye iki defa izledim ikisinde de bir şey olmadığını fark ettim. o kadar bekledikten sonra da bu durum biraz hayal kırıklığı oldu açıkçası.

umarım dizinin bu sezonundan sonra netflix yönetimi, tamam bunu yaptık artık sen ufaktan mindhunter’a başla der. gerçi bu dizinin ikinci sezonunu baya gönülsüz yapmışlar gibi duruyor. olası bir mindhunter sezonunda böyle bir şey olur mu olmaz mı, o da insanı korkutmuyor değil.