Ercüment Ekrem Talu'nun Ağzından Türkiye'deki İlk Sinema Gösterimi

Lumière Kardeşler'in 28 Aralık 1895 tarihinde Sinematograf adı verdikleri aygıt ile Paris’teki Capucines Bulvarı’ndaki Grand Cafe’de düzenledikleri dünyadaki ilk sinema gösteriminin ardından yaklaşık bir yıl sonra İstanbul'daki İstiklal Caddesinde bulunan Sponeck Birahanesi'nde yapılan, kendisinin de bulunduğu Türkiye'deki ilk sinema gösterimi hakkındaki söyledikleri.
Ercüment Ekrem Talu'nun Ağzından Türkiye'deki İlk Sinema Gösterimi

sinematografın bizim ülkeye ilk geldiğinde aldığı tepkileri çok merak ederdim. zira tiyatroyla ilk kez karşılaşan izleyicimizin bazı bölümlerde sahneye eline ne geçtiyse fırlatması, oyun esnasında herkesin sahne önüne gelip ayakta izlemesi, karakterlerden birinin kötü bir davranış göstermesine anında yüksek sesle küfürler eşliğinde tepki gösterilmesi gibi hareketler mevcutken haliyle sinemaya ilk tepkiler nasıldı merak ederdim. sonuçlar ise tabii ki tahmin edilebilir ve ilk kez karşılaşan kişilerden beklenilen şekilde gerçekleşmişti.

istanbul'un ilk sinematograf gösterilerinden birine giden ercüment ekrem talu şöyle diyor: "avrupa'nın bir yerindeki bir istasyon. bacasından fosur fosur kara dumanlar savuran bir lokomotif, peşinde takılı vagonlar duruyor. rıhtımın üzerinde telaşlı telaşlı insanlar gidip geliyor. amma ne gidiş geliş! hepsini sara nöbetine tutulmuş sanırsınız. hareketler o kadar hızlı, ölçüsüz ve acayip ki.

tren kalktı. bittabi sessiz sedasız. aman yarabbi! üstümüze doğru geliyor. zindan gibi salonun içinde kımıldamalar oldu. trenin perdeden fırlayıp seyircileri çiğnemesinden korkanlar ihtiyaten yerlerini terkettiler galiba. hani ya, ben de korkmadım değil; lakin merak galip gelip beni iskemleye mıhladı. bereket versin ki, tren çabuk geçti gitti. iki dakika ara verdiler. bu sefer bir boğa güreşi seyrediyoruz.

azılı hayvanlar perdeden üstümüze doğru seğirttikçe yüreğimiz ağzımıza geliyor. bu film daha yaman, onu önceden göstermiş olsalardı, salonda kimsecikler kalmazdı. tren bizi sinematografa alıştırmış oldu."

sinemaya verilen ilk tepkiler herhangi bir gelişmiş ülkede sinemaya insanların verebileceği ilk tepkilere benzerken ülkenin genelinde ise istanbul, galatasaray'da yapılan bu gösteriden 50 sene sonrasında bile daha bizden beklendik izler taşıyor. ülkü tamer çocukluk anılarından birinde nakıp ali sinemasından bahsederken şöyle diyor: "nakıp ali bir ara bir hac filmi getirtti. cami hocalarını toplayıp ziyafet çekti, sonra da özel olarak filmi oynattı onlara. ertesi gün, artık nereden kaynaklandıysa, bir rivayet yayıldı kente: “bu filmi yedi kere gören tam hacı, üç kere gören yarım hacı sayılır.” film kapalı gişe girdi gösterime. haftalarca oynadı. arada bir yaşlı kadınlar geliyordu nakıp ali’nin yanına: “evladım, ben iki kere gördüm. üçüncüsüne param kalmadı. sevabına… bari yarım hacı olayım.” “gir bacım” diyordu nakıp ali. “istersen dört kere daha gel. para mara istemez.”
dinine bağlı bir adamdı. ama yobaz değildi. saza gider, rakısını içer, eğlenmesini bilirdi. çıkarcı değildi. din sömürücüsü hiç değildi. hınzırlığına yapmıştı bu işi."

ilk izlenen filmlerin üstünden 50 yıl, nakıp ali'nin nabza göre verdiği şerbetin üzerinden de bir 50 yıl geçti ancak ülkede sanata bakış hep o iki uç kadar ayrık kalmaya devam etti.