Eski Türklerde Kutsal Kabul Edilen Ateş ve Ocak Kavramlarının Önemi

Orta Asya zamanlarında sadece ateş değil, ateşin yandığı ocak da kutsal sayılır ve aile içinde önemli karşılıklara denk gelirmiş. Bu zamanlarda Türklerin neleri değerli gördüğüne dair güzel bir yazı.
Eski Türklerde Kutsal Kabul Edilen Ateş ve Ocak Kavramlarının Önemi

1) Ateş

"60 türlü ırmakların aktığı, mübarek kayın ağacının kök saldığı, 9 sıra dağın oluştuğu zaman, ateş ortaya çıktı..."

türk halkları, eskiden beri başka halklarca da kutsal sayılan ateşe büyük bir saygı göstermiş ve onda bir ruh bulunduğuna inanmışlar. altaylılar bu ruha ot ezi/ateş sahibi, yakutlar da aynı anlama gelen iççite derlermiş. (dede korkut'taki ocağın issi ile aynı.)

teleüt'lerde de bir ot ene/ateş ana'dan söz edilir. buryatlarla çuvaşlarda da ateş ana (od ana/ot ene) ile ateş baba (al ata/hal ata/gal ata) yan yana geçiyorsa da od ana motifi orta asya türk kavimleri dışında pek görülmez.

Teleütler: Rusya'yın orta güney bölgesindeki Kemerovo Oblastında yaşayan Türk halklarından Altayların 2700 kişilik kabilesi.

ateşin gökten geldiği, türk ve moğol halklarında çok yaygın bir düşüncedir. hatta bazı boylarda yıldırım tanrısı tarafından yaratıldığı söylenir. (ateşle ilk kez yıldırım düşmesi sonucu çıkan bir yangınla tanışmış olabilirler ki zaten mitoloji doğa-insan ilişkisi üzerine inşa edilmiştir bana göre;  minos patlamasından sonra oluşan mitlere bi bakın mesela...)

göktürk efsanesinde, ateşi ilk defa bularak türklere öğreten efsanevî bir atadan söz açılır. göktürklerin bu atası, yarı insan ve yarı da tanrı şeklindeymiş. soğuktan büyük bir ızdırap çeken türkler, onun ateşi bulması sayesinde hem ısınabilmişler ve hem de yemeklerini pişirebilmişler.

altay efsanelerinde ise ateşi insanlara veren ülgen'dir yeryüzündeki ilk ocağı ülgen'in kızları yakıp od ana'ya emanet ederler.

sibirya türklerinde (tatarlar, yakutlar, tuva/tuba türkleri, hakaslar, altaylar, şorlar gibi) ateş her şeyden önce ailenin koruyucu ruhuydu. mesela ava çıkmadan önce ateş iyesinden yardım istenirdi. ev, ateş ve ocak aile hayatının en önemli unsurlarıydı.


yine sibirya türklerinde ateşle ilgili inançların bazıları şöyleydi

* ateşe çöp atılmaz
* ateşin külüne basılmaz
*ateşe keskin uçlu aletler çevrilmez
* ateşe su ve kan dökülmez
* ateşte ot yakılmaz
* ateşle oynanmaz

her ailenin bir ateşi/ocağı olduğuna inanılır ve bu aile ocağına büyük önem verilirdi ki bu inanış 'ata ocağı/baba ocağı' gibi sözlerle günümüze kadar gelmiştir. ocağın sönmesi de ailenin bitmesi demekti. (istiklal marşı'nın ikinci dizesini hatırlayın, orada da ocağın sönmesi son türk ailesinin yok olması anlamına gelir.)

yine altay türkleri'nde bir yere taşınılacağı zaman evdeki eski ateş de yeni eve götürülürdü. (doğrudan ateşi götürmüyorlar tabii ki, sembolik olarak korları metal bir şeyin içinde taşıyıp yeni evde yeniden yakıyorlar)

türkler, ateşin sönmesini uğursuzluk kabul edip yakutların deyişiyle gece uykuya bırakırlar sabah yeniden canlandırırlardı zira yakutlara göre ateş ruhu/iççite adeta canlı gibiydi. yemeği kuru odun, nefesi dumandı.

"ateşi alevli yak! yaktığın ateşin, kıvılcımların sönmesin! kışın oturduğun ev bereketli olsun! yazın oturduğun ev kutlu olsun!..". (yakut türklerinin duası)

türklerin eskiden beri ateşte temizleyici bir güç gördükleri (arığlama/arındırma) tarihi belgelerle sabittir. bu arada ateşin insanı kötülüklerden, kötü ruhlardan ve dolayısıyla hastalıklardan koruyan bir özelliği olduğu inancı çeşitli nedenlerle yapılan törenlerden de anlaşılmaktadır. 

türklerde ateş, gelecekten haber veren bir unsur olarak da kullanılmış şamanlar tarafından.
zira tanrı'nın küçük oğlu diyecek kadar kutsallık addetmişler, aynı şekilde ateşin yakıldığı yer/ocak da kutsal kabul edilmiş.

ama burada şu ayrımı da iyi anlamak gerek

türklerdeki ateş unsurunun zerdüştlerin ateşe tapmasıyla alakası yok. türkler hiçbir zaman ateşe tapmamış ve ateşe ibadet etmemiş. türklerde ateş, tanrı tarafından gönderilmiş, insan ruhu ateşten yaratılmamış; zerdüştlerde ise insan ölünce ruhu ilahi ateşle birleşir. yine türklerde tek bir ulu ateş ya da tanrısı yoktur; her ateşin kendi ruhu vardır. mesela törenlerde yaktıkları ulu ateş tanrı değil tanrıya ulaşmak için araçtır.

türk ve moğol halkları ateşi insan biçiminde, canlı bir varlık olarak düşünür ve ona karşı saygıda kusur etmemeye çalışırlar. altay ve sibirya halklarında ateşe kurban da sunulur. yeni evlenenlerin ateşe törenle yağ dökmesi, yemek yerken, içki içerken ateş ruhuna da bir pay ayrılması adettir.

soyotlarla altay türkleri, ateş ruhuna kurban olmak üzere koyun, buryatlarsa kısrak keserler. başka ruh ya da tanrılara sunulan kurbanların da bazen ateşe atıldığı görülür. nitekim beltirler, gök tanrı'ya kurban olarak kesilen hayvanın kemikleriyle derisini ateşe atıp yakarlar. moğollar ve altay halkları ateş ruhunu dişi olarak düşünürler.


eski türklere göre doğa gözle görülmez gizli güçlerle doluydu ve hemen hemen her şeyin ruhu/iyesi vardı (animizm)

bunların bazıları iyi bazıları da kötü ruhlardı. dolayısıyla ateşin de evin koruyucu ruhu, iyileştirici anlamlarının yanında kötü ruhları da vardı.

bazıları da hem iyi hem kötü olabiliyordu. mesela, evlerdeki ocağın ruhu olan alaz/alas genelde evin ve ocağın koruyucusu iken kızdığı zaman yangın çıkarmasıyla meşhurdu. (azeri türkleri ocak ruhu kızmasın diye ateşe su dökmez, kendiliğinden sönmesini beklermiş.)

şimdi burada kafalar karışmadan şöyle bir bilgi verelim. türk mitolojisinde ateş üçe ayrılır:

1. ayıhı od: iyi ruhlara aittir. yıldırım düşmesiyle elde edilen ve tanrı'nın gönderdiği kabul edilen ateştir. insanların hizmetinde kullanılır.
2. abahı od: kötü ruhlara aittir. sıcak vermeyen soğuk bir ateştir. soğuğun yakıcı özelliğiyle de bağlantılıdır. "soğuk yaktı" tabiriyle benzer bir olgu anlatılır.
3. uluğ od: tanrısal ateştir. dünya yaratıldığından bu yana var olduğuna inanılır.

yani bu ateş ruhlarının iyileri de kötüleri de olabiliyor. devam edelim: ateş tanrısı andar (andarkan) var. (andara gelesin diye beddua ediyorlardı hani) işte bu hem yeryüzünün hem yeraltının/cehennemin koruyucusudur ki aynı alaz gibi o da kızdırılmaya gelmez.

dohsun ve duyar, (aynı da olabilirler emin değilim) tamamen ateşten yaratılmış eziyet, işkence ruhları/tanrılarıdır. (bu tip ruhlar genelde boynuzlu, kuyruklu, tek gözlü tarif edilir.)
tabi çor gibi tamamen ateşten oluşmuş başıboş ruhlar da var.  bu arada ateşin sahibi/ koruyucusu kategorisine giren o kadar fazla ruh/cin/iye var ki hepsinden bahsetmeye imkan yok.(ecinniler, vurgunlar vs)

hepsinden öte cehennem (tamu) hatta cehennemin dibi (kazırgan) ateşten ve burada da yine milyon tane ruh var.

ateş, dört elementten biridir ki mitolojide tanrı'yı sembolize eder.


türk mitolojisinde şamanların bir çeşit ateşin çocukları olduğuna inanılır

(ilk şaman -ırkıl/arkıl da denir- tanrıyı (ayığ han/ürüng ayıg toyon, yakutların yaratıcı tanrısı) kızdırdığı için ateşe atılır, işte o kıvılcımlar diğer şamanların ruhu olur.)

türk altay mitolojisinde insanlara ateşi korbolko isimli ateş kuşunun getirdiğine dair bir efsane varsa da (bazı varyasyonlarda kartal hatta kurbağa olabiliyor) bahaeddin ögel, bunların kadim türklerin öz inanışları olmadığını, dış etkilerin sonucunda bize yansıdığını söylüyor.

"otuz dişli ateş anam, kırk dişli kayın anam,
gündüzleri bizim için çalışıp çabalıyorsun,
karanlık gecelerde bizi (kötü ruhlardan) koruyorsun;
gelenlerin başındasın;
gidenlerin arkasındasın
orağa benzeyen hilal değişiyor,
eski yıl gidiyor, yeni yıl geliyor.
ben de senin kurumuş ağzını (saçılarla) ıslatmaya geldim.
sen karanlık gecelerde genç kızlar gibi saçlarını dalgalandırarak oynuyorsun,
kırmızı ipekli kumaşlar sallayarak genç al kısrak üzerinde geziyorsun,
aydın gecelerde masum çocuk suretine giriyorsun,
ulusun koruyucusu, sürülerimizin bekçisisin,
altın yapraklı mukaddes kayın ağacının [yahut huş ağacının] gölgesinde dinleniyorsun,
siyah yanaklı beyaz koç sana kurban olsun!
kuyruk yağının sağ yanından kesilip dokuz tane şişte kızartılmış yağla ağzını yağlıyorsun.
dokuz parça kırmızı ve beyaz şeritler seni süslüyor.
koyunun göğsü sana kurban olsun!"
(ateşin önemini ve kutsallığını belirtmek için ateş ruhuna seslenen bir şaman ilahisi)

kaynak: bahattin uslu - türk mitolojisi
bahaeddin ögel - türk mitolojisi
ibrahim dilek - sibirya türklerinde ateşle ilgili inançlar, törenler ve bazı efsaneler

2) Ocak

eski türklerde ısıtan, arığlayan, kötülükleri kovan, sağaltan bir güç olarak ateş ne kadar kutsalsa, ateşin yakıldığı ocak da o kadar kutsal kabul edilirdi.

türkler, ailenin en temel gereksinimi olan, ısınma ya da pişirme amaçlı yakılan ocağın başında yemek yer, sohbet eder, önemli kararlar alınacağı zaman yine ocak başında toplanırlardı. bahaeddin ögel hocanın deyişiyle ocak eski türklerde ailenin mukaddes yeriydi. bu nedenle de ocak kelimesi türkçenin tarihi boyunca, gerçek anlamının yanı sıra oguşun, soyun, boyun karşılığı olarak da kulanılageldi.

ot ezi ve ocak iyesine gelince

yunan mitolojisinde hestia’nin ocak ateşinin koruyucusu olması gibi türklerde de ocağın koruyucu ruhu vardı zira eski türklere göre doğa gözle görülmez gizli güçlerle doluydu ve hemen hemen her şeyin ruhu/iyesi vardı. bunların bazıları iyi bazıları da kötü ruhlardı.

“sibirya türklerinde (tatarlar, yakutlar, tuva/tuba türkleri, hakaslar, altaylar, şorlar gibi) ateş her şeyden önce ailenin koruyucu ruhuydu. mesela ava çıkmadan önce ateş iyesinden yardım istenirdi. ev, ateş ve ocak aile hayatının en önemli unsurlarıydı.”


her ailenin bir ateşi/ocağı olduğuna inanılır ve bu aile ocağına büyük önem verilirdi ki bu inanış 'ata ocağı/baba ocağı' gibi sözlerle günümüze kadar gelmiştir. (evlerdeki ocağın ruhu olan alaz/alas genelde evin ve ocağın koruyucusu iken kızdığı zaman yangın çıkarmasıyla meşhurdu.)

bu bağlamda od ve ocak kültü, atalar kültüyle de doğrudan bağlantılıydı. neden mi? çünkü göktürkler, -tanrıdan ateş bulma iznini aldığına göre- atalarının da kutsal olması gerektiğine inanırlardı.

(çünkü ata, ocağın da sahibidir ki atalar kültünün günümüze yansıyan pratiklerine baktığımız zaman da evin sahibinin en yaşlı erkek sayılması, yaşlılara saygı gösterilmesi, baba otoritesi vs bu kültün izlerini görürüz.)


ocağın sönmesi de ailenin dağılması, bitmesi demekti

(istiklal marşı'nda da var ya hani, sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak, orada da ocağın sönmesi son türk ailesinin yok olması anlamına gelir) bu yüzden de 'ocağı sönesi', ‘ocağı dağılası’ bedduaları da, ölün, bitin, soyunuz kurusun anlamına gelirdi.

yine altay türklerinde bir yere taşınılacağı zaman evdeki eski ateş de yeni eve götürülürdü. (doğrudan ateşi götürmüyorlar tabii ki, sembolik olarak korları metal bir şeyin içinde taşıyıp yeni evde yeniden yakıyorlar)

şamanist gelenekte kullanılan bir yöntem de ocağın sağaltıcı gücüne olan inançtı ki anadolu’da hala yaşayan bir uygulamadır. şamanların günümüzdeki temsilcileri diyebileceğimiz bu kişiler bazı bölgelerde ocaklı diye anılırlar.

hastayı ocağın üzerinden atlatma, iki ateş arasından geçirme ya da tütsü yakma da yine kökleri orta asya’ya dayanan yöntemlerdir.

ilk kadın şaman olarak bilinen udagan, aynı zamanda ocak iyesiydi.

ocağa dair bazı alıntılar

"ötüken’in ataerkil dönemlerde ateşe tapmadan ortaya çıktığını savunanlar da vardır. ataerkil dönemlerde ocak ruhunun kadın görünümünde betimlenmesi ve türk-mogol halklarında kadın şamana udagan (otagan) adının verilmesi, böyle bir fikrin oluşmasında şüphesiz etkili olmuştur. ötüken kavramı daha sonraları dağ ruhu olarak düşünülen adagan/atagan’a çevrilmiştir. atagan. altay'ın soyon ve diğer taifelerinin taptıklan dağın adıydı.”
(celal beydili - türk-mitolojisi-ansiklopedik sözlük)

“türk kültüründe ocaklar çok önemli bir yere sahip olduğu gibi, aynı şekilde ocağın üzerine koyulan üç ayaklı kazanlar da önem taşır. bunun kökeninde de ocak iyesi'nin bu kazanların içerisinde barındığı anlayışı yer alır. kazanlarda ve bazen de sadarda bulunan üç ayak geçmişi bugünü ve geleceği simgelerler.”

“…türklerde dağlar kutsal bilinip ocak sayılır, adaklar orada yapılırdı.”

“yakutların ocak ve ateşten sorumlu iyi ruhlarından, aynı zamanla demircilikle de anılır.
bütün ruhlar gibi bu da kızdırılmadığı ve saygı gördüğü zaman aileyi korur, kızarsa yakıp yıkar.”

“işte türklerdeki kutsallık anlayışının temeline inmek için orta asya bozkırlarına yaptığımız zaman yolculuğunda da benzer bir mantık görürüz. uçsuz bucaksız gökyüzü altında yüksek düzlükler, aşılmaz dağlar, çorak araziler ve nehirlerle dolu bu coğrafyada yaşayan insanların çağlar boyunca, göğe, ağaçlara, dağlara ve nehirlere kutsallık addetmesi, onların saygı duymaları ve iyi geçinmeleri gereken birer tanrı/ruh olduğuna inanmaları, çok soğuk olan bu coğrafyada ateş/ocak ile oguşu özdeşleştirmeleri ve iduk olarak görmeleri hatta yaşadıkları yere bile idikut demeleri çok da şaşılacak bir şey değil heralde.”

“göktürk keregüleri/çadırları kubbe şeklindedir. keregü/kerekü veya yurdun ortasında ocak bulunur. dumanın çıkması için eğninin tepesinde, dalları birbirine bağlayan çember, örtüsüz bırakılır. iç asya türkleri, bu kısma hala çangırak demekte ve bunu güneşe benzetmektedirler. eğninin tepesi baca şeklinde de olurdu ve eski türkçede buna tügünük adı verilirdi. ocak yanmıyorsa, çangırak veya tügünük, tünlük veya dünlük denilen süslü bir keçe ile örtülür.”
(emel esin - türklerde maddi kültürün oluşumu)

“türklerde, kainat simgesi olan otağın ortasında, kubbenin merkezindeki tügünük denen duman deliğinin altında, taşınır ocoh (üç ayaklı kazan-ocak) durmaktaydı.”
(emel esin - türk kozmolojisine giriş)

er töştük destanı’nda 'ocakta fala bakmak' adetini görürüz. ocakta yalnız fal açılmaz, aynı zamanda sihir de yapılırdı...”