Et Yemek Aslında İnsanın Doğasında Yok mu?

Uzun yıllardır tartışılan ve görünen o ki daha çok uzun yıllar boyunca da tartışılmaya devam edecek bir konu.
Et Yemek Aslında İnsanın Doğasında Yok mu?

et yemenin insan doğasında olması ya da olmaması meselesi çok eski zamanlardan beri süren bir tartışma konusudur. bu konularda tabiri caizse baskın olan, "inatlaşma" donanımlı tartışmalardır. maksadına ermesi için olan çabalar ve yaklaşımlar ne yazık ki kanımca çok fazla değildir.

efendim, canlılar etobur ve otobur olarak iki ana gurupta ele alınıyor. etobur olanların ana besinlerini et oluşturuyor. bu guruptaki canlıların bazılarının ara sıra ot yemeleri onları etobur sınıfından çıkarmak için yeterli neden olmuyor. bunlar da etobur olarak kabul ediliyor. otobur sınıfına girenlerin ana besin kaynağını da bitkisel organizmalar oluşturmaktadır.


ağız yapısından bağırsak yapısına kadar bu iki türdeki canlıların farklı özellik taşıdığı görülmektedir. bu çok uzun bir konudur. geniş kapsamlı olarak bir araştırma ağırlıklı tartışma içinde ele alınırsa faydalı olabilecektir diye  düşünüyor olmamıza rağmen çarpıcı farklılıklara değinerek konuyu toparlamak ve başlığa katkı sağlamak arzusundayız.

etobur hayvanların bağırsak uzunluğu boylarının üç ile 6 katı kadardır. otobur hayvanların bağırsak uzunluğu ise boylarının 10 ila 12 katı kadardır. bunun nedeni ise, selülozun parçalanması ve ondan faydalanmayı gerektiren zamanın uzun olması ile açıklanabilir.

insanın bağırsak uzunluğu bu yanıyla değerlendirilmiş ve boylarının 10 ila 11 katı kadar uzunlukta olduğu görülmüştür. bu yanıyla bakıldığında insanın bedensel durumu otobur canlıların bağırsak yapısına yakındır. yine diğer organları ile kıyaslanma yapıldığında görülür ki insanın yapısı bitkisel beslenmeye daha yakındır.

(bkz: https://tvd.org.tr/…015/10/karsilastirmali-anatomi/)

yukarıdaki karşılaştırmalı anatomi içerikli linkte yer almayan bir başka konu da otçul hayvanların nebatat gördüklerinde güdüsel olarak onlara yönelip yemeleri; etçil hayvanların da acıktıklarında et ile beslenmeleri ve avladığı hayvanların kanlarını iştah ile şapur şupur yalanarak yemeleridir.

insan ise çıplak kesilmiş eti gördüğünde bunu o doğal haliyle tüketememektedir. ancak kızartmak, haşlamak gibi belirli ameliyelerden geçirerek eti yenilebilir hale getirmek zorundadır. oysa aynı insan şöyle tüyleri yeni sararmış şeftaliyi ya da kıpkırmızı kirazı görünce neredeyse ağzının suyu akmakta ve doğal haliyle tüketmektedir.

konunun biraz dışında kalan ama bu beslenme şekilleriyle canlıların davranışları konusu da vardır. otçul hayvanlar uysaldır. ancak kendilerini korumak durumunda kaldıklarında, tehlike sezdiklerinde bir saldır hali gösterirler. etçil hayvanlar ise saldırgan yaradılışlı ve vücutsal donanımlıdır. çünkü yiyebileceği bir başka canlıdır ve onunla baş edebilmelidir. bir yeriniz kesildiğinde önce canınız yanmaz. bir süre sonra canınız yanmaya başlar. işte canlı organizmaların bir tehlike anında ya da vücutlarına gelen bir zarar durumunda bir hormon çalışır, bir yığın salgı ortaya çıkar. bu salgılar hemen kana karışır. canlının acıyı az hissetmelerinden tutun da bir çok konuda davranışları etkileme işine yarar. etçil hayvanlar sürekli bunları tükettiklerinden daha saldırgan bir durumdadırlar. bu durumun et tüketen toplumlardaki insan öldürme, yaralama, kavga gibi unsurların çokluğu kısmı ele alınarak ve daha çok otçul beslenen insan topluluklarının bu tarz durumunun karşılaştırmalı olarak incelenmesinin faydalı olacağını düşünürüm

tarihsel süreç içinde insan hem ot, hem de et kaynaklı besinler ile beslenmeyi seçtiğinde vücudunda değişiklikler olmuştur. bazı uzuvları kullanılmadığından körelmiş, küçülmüştür. ama hayvansal protein ile beslenmenin de yaşam hücrelerini güçlendirdiği görülmüş ve tabii ki tıp katkısı buna eklenince insan yaşamı daha uzun hale gelmiştir.