Fenerbahçe'nin 2014'ten Beri Şampiyon Olamamasının Sebepleri

Fenerbahçe, neden uzun süredir rakiplerine kıyasla yeterince başarılı olamadı son yıllarda?
Fenerbahçe'nin 2014'ten Beri Şampiyon Olamamasının Sebepleri

ersun yanal'ın ilk kovuluşundan beri, genelde şu metodu izlemekteyiz

1. şişirme bir takım kurulur. yıldız isimler hiçbir planlama yapılmadan alınmıştır.

2. bu şişirme takıma istinaden "bu sene kupa beyiyiz, her yerde şampiyonuz" hayalleri satılır.

3. bu hayale ilk 10 hafta rakipler dahil herkes inanır. yorumcular takımı öve öve bitiremez.

4. takım şişirme olduğu için alınan onca topçudan çok azı gerçekten işe yarar. gün gelir, işe yarayanlar ya sakatlanır ya da gününde olmaz, takım pek de zor sayılmayacak bir maçta yamulur.

5. bu yamulma üzerine, yönetim çeşitli kumpas iddiaları ile "şampiyon olmamız istenmiyor" minvalinde bildiriler yayınlar.

6. kargalar ve rakip takımlar bu iddialara gülerken, takımın dikkati dağılır ve geri dönülemez bir düşüş başlar.

7. bu düşüşte hep hoca suçludur ve sezonun bir noktasında (nadiren de sonunda) illaki kovulur.

8. silbaştan bir takım yapılır, paralar yine çarçur edilir ve birinci adıma geri dönülür.

her adıma eklenecek bonus: yönetim, tüm sezon rakiplerle uğraşmaktan takımın eksiklerini doğru teşhis edemez. sorunun dışarıda olduğuna inandığı için sezon başı kampı, ara transfer gibi kritik dönemlerde doğru hamleleri yapamaz.

Olayı biraz daha derinleştirelim

kendimi bildim bileli "fenerbahçe'nin gerçek sorunu", "çıkış yolu" aranır. oysa fenerbahçe'nin, çözülmesiyle başarıya ulaşılacak belirgin ve tek bir problemi yoktur. fenerbahçe, yönetimiyle, taraftarıyla, türkiye'de yarattığı/maruz kaldığı (ikisi birbirine bağlı) sosyokültürel kimlik imgesiyle başlı başına hem bir başarı hikayesi hem de hiçbir zaman olgunlaşmayacak bir sosyal olgudur. aslında fenerbahçe'nin büyüklüğü veya performansından ziyade yapısı önemlidir.

fenerbahçe sloganlarıyla, tutumuyla, tutkusuyla (gerçekten de herkesten daha tutkulular, bunu sonunda detaylandıracağım) ve idari yapısıyla mutlakiyetçi bir kulüp. en büyük olmak kendisine yetmediği için "bir gün herkes fenerbahçeli olacak" diye slogan atar, aslında bu rekabetin antitezidir, çünkü ortada yarışacak kimseyi bırakmaz. belki de bu yüzden rekabetin son demlerini kaldıramayıp hayal kırıklığı yaşarlar, çünkü bu sloganların ve tutumun yarattığı fenerbahçe hayalinde rakip yoktur, olmamalıdır, rakip sert çıkınca imge yıkılır. her çocuk fenerbahçeli doğar sloganı da başka kulüplerde görülmez, fenerbahçe kendini mutlak, ebedi ve ezeli gerçek olarak görür. bunlar rekabeti eşitlik üzerine değil, tahakküm ve inkar üzerine kurma güdüsünün belirtileridir.

rakibi olmayan takımı, rekabeti inkar ettiği ölçüde de facto rakip gibi tanımlar ve ciddiye alır (sivas'ın şampiyonluk yarışında olduğu sezon galibiyetten sonra sivas'ın yollarına çalınır), kazanmadığı şampiyonluğunu dahi yarıştığı rakibin sevinciyle kutlar (timsah), en büyük benim derken sürekli kendisini birileriyle kıyaslar ve o birilerinin sevincini, kimliğini parodik şekilde kullanıp aşağılar. kısacası rakiplerine yaşam alanı tanımayan, onlara sportif yelpazede yer bırakmayan bir tarzı var. kendi içinde muhalefete bile yaşam alanı tanımaz. ve insan psikolojisinde bir insanın kendi kimliğine en çok sarıldığı an, kimliğini kutsadığı an değil, başkalarının kimliğini tehdit ettiği andır. fenerbahçe'nin uyandırdığı karşıtlık hisleri gücünden, başarısı veya başarısızlığından değil, başarıyı da başarısızlığı da abartmasından ve rakibin rolünü yok görmesinden, her şeyi kendine indirgemesinden doğar. bu anlayışta fenerbahçe'yi yenemezsiniz. fenerbahçe kazanır veya kendi kendine kaybeder, en olmadı (ilerde değineceğim) bir ilahi güç galibiyeti alıkoyar. bu yüzden yenilince kendini yok eder, çünkü kendi dünyasında, kendine karşı yarışmıştır. (bu özellik 2000'li yılların sonunda galatasaray'da da belirmiştir, fakat henüz kurumsal bir kimliğe dönüşmemiştir, dönemsel olarak gelen-giden yönetim kadrosuna bağlı olarak baş gösterir).

Aralık 2021

idari açıdan da aynı mutlakiyet belirtileri gözle görülebilir

başkanı 20 yıl kulübü yönetir, taraftarına "paralı köpekler" diyebilir, kendisini koltuktan alıkoyacak bir güç yoktur. varsa da aynı tip güçtür. fenerbahçe kongresi uzlaşmacı demokrasi değildir, konsensüs yoktur. güç savaşı ve çoğunluğun katı hükümdarlığı üzerine kuruludur, yani plebisiter demokrasidir. bu yüzden başka kulüplerde görülmediği kadar kongresinde aktif, belli kişilerin çıkarlarını koruyan ve buna göre pozisyon alan grupları, dernekleri vardır ve en popülist vaadler fenerbahçe kongrelerinde görülür. (ali şen başkan fenerbahçe şampiyon, aziz yıldırım'ın avrupa kupası vaadi...) bu tutum, tıpkı rekabette rakiplerin varlığını inkar ettiği gibi iç işlerde muhalefetin dahi varlığını, fenerbahçeliliğini inkar eder. mazbata devredilmez; mağlup kongreyi terk eder; galip yönetmez, hükümdarlık sürer.

işin saha kısmında verilen vaadler gerçekleşince fenerbahçe sadece kazanmaz, hükmeder. istanbul onundur. rakipleri yenmemiş, fethetmiştir. vaadler yerine getirilmeyip kaybedince yıkımı en büyük, hüznü en ağır, duygusu en kontrolsüz kulüptür. 2012 süper finali, timsah sonrası sahneler, denizli faciası... örneğin idari açıdan tartışma çıkınca taraftarlar ersuncu aykutçu olmakla kalmaz, birbirlerinin fenerbahçeliliğini sorgular. tıpkı kongrede aday ve grupların fenerbahçe'yi ileri taşımak için değil kendi fenerbahçelerini yaratmak amacıyla yarıştıkları ve mağlubun kongreyi terk ettiği gibi. gruplar arasında "şu takıma destek verseydiniz şampiyondu" diye hesap sorulur. ironik olarak mutlakiyet bölünmeye yol açar.

beşiktaş, beşiktaşlının hayalindeki beşiktaş değilse, beşiktaşlı beşiktaş'ı "sevinmek için sevmez". bununla yaşamayı öğrenir, "güzel günler göreceğiz" der.

galatasaray, galatasaraylının hayalindeki galatasaray değilse galatasaraylı, "hayalindeki galatasaray'ı" tribün veya kongre aracılığıyla zorla ortaya çıkarır, güzel günler görmeyi beklemez, her gün güzel olmalıdır.

ama fenerbahçe, fenerbahçelinin istediği fenerbahçe değilse, fenerbahçe fenerbahçeli için sürgündür, acıdır, kahroluş ve nostaljidir. her gün azaptır. şimdinin en büyüğü değilse, taraftar için geçmişin ve geleceğin en büyüğüdür. bu yüzden fenerbahçe en tutkulu kulüptür, başarılarını en görkemli kutlamayla karşıladığı gibi iç çatışmaları en sert kulüptür ve bu çatışmaların sonucu feci olur.


fenerbahçe, eğer retorik açıdan bakacaksak pathos'un (duygu) ethos'u (ahlak) ve logos'u (mantık) ezdiği bir hikayedir, tiyatro olsa dramadır hatta epik dramadır. zaten drama mutlakiyeti sever, zira dramanın tanımı, kaderine razı gelmeyen ve mutlak olmak isteyen kulun er ya da geç kaderine yani gerçekte mutlak olana yenik düşmesidir, antigone'dur, gılgamış'tır, oedipus'tur. fenerbahçe, özü rekabet olan futbolun kaderine razı gelmez, teklik imgesinde debelenip durur, tam muvaffak olduğunu düşünürken kader ve rekabet kendini fenerbahçe'ye neredeyse ilahi şekilde hatırlatır ve mutlak olanın fenerbahçe değil, kader (rekabet) öldüğü görülür. rakipler, bir nevi deus ex machina'dır. fenerbahçe ise kahraman. savaş, fetih, direniş hikayeleri bu yüzden fenerbahçe'nin dna'sındadır. aslında teklik imgesinin kör edici etkisine rağmen fenerliler, bu gerçeği ve yıkımla sonuçlanan futbol sahası tezahürünü, mantıklı olmasa da sezgisel biçimde tespit etmiş ve isimlendirmiştir: fenerbahçe allah gerginliği. işin püf noktası, bu rüyadan uyanmaktır ama tıpkı drama kahramanları gibi fenerbahçe, kendini yok eden özelliklerini sergilediği ölçüde vardır. fenerbahçe bu yüzden tiyatraldır, izlemesi heyecanlı, sevmesi hem keyifli hem kederli, dışarıdan bakması en enteresan ve eğlenceli kulüptür. benim gibi bir galatasaraylıya paragraf dolusu entry yazdırır. bu şekliyle kendi nezdinde tektir, ve bu teklik söylemi kendi dışındaki reel hayatta karşılık bulmadığında veya herhangi bir tepki doğurduğunda, bu tepkiyi kendi tekliğinin kanıtı; tepkinin varlığını kendi varlığına tehdit olarak görür. bir anlamda kerameti kendinden menkuldur ve fenerbahçeyi aynı zamanda yanlışlayan da (gerçekliği yoktur) olumlayan da (rasyonel olarak karşı argüman getiremezsin) bu özelliğidir.

fenerbahçe ne eksilir, ne de düzelir. güzelliği de buradadır. kodlanmış bir alt-kültürdür, bunu değiştirmek taraftarın elinde değildir ki zaten değiştiği anda biter. siz, "bizi de bizi seveni de sevmeseniz" bile, biz sizi böyle seviyoruz.