Gençlerin Aileleriyle Yaşama Oranının Azalması, Toplumsal Açıdan Bize Neler Söylüyor?

25 yaş üstü gençlerin aileleriyle yaşamayı eskisine oranla artık o kadar da tercih etmediği görülüyor. İşte bu duruma dair güzel bir analiz.
Gençlerin Aileleriyle Yaşama Oranının Azalması, Toplumsal Açıdan Bize Neler Söylüyor?
iStock

ailesiyle yaşayan 25 yaş üstü insanların azalmasının temelinde büyük bir toplumsal değişim mevcut. önce görseli bırakayım ve grafiği okumaya başlayalım:

1968 yılında 26 yaşında olanların %78'i eşleriyle birlikte yaşarken, bu oran 2018'de %24'e düşmüş.

bu durum hem kadın hem erkekler için geçerli. 50 yıl içinde 26 yaşında olanların evlenme oranları 3 kattan fazla azalmış.

1968 yılında ailesi ile birlikte yaşayan 26 yaşındaki erkek ve kadınlar %12'lik kesimi oluştururken, 2018 de oran %30'a çıkmış. 50 yıl içinde ailesiyle yaşama oranı yaklaşık 3 kat artmış.

bu istatistiklerdeki bir diğer dikkat çekici detay ise partnerleriyle yaşayanların sayısındaki artış. 1968 de evli olmayıp birlikte yaşayanların oranı neredeyse %0 iken bu durum 2018'e geldiğimizde %17'ye çıkmış.

26 yaşındaki erkek ve kadınlarda birlikte yaşama yönünden en fazla artış partnerleriyle birlikte yaşama oranında görülüyor. şüphesiz bu değişiklikler katlanarak devam edecek.

tüm bunların birkaç sebebi var

artık eskisi kadar işe yaramayan toplumsallık bu tür "dönüşüm" lerin ana sebebidir bana göre. eğer toplumsallık bireylerin yaşamında önemli bir yer tutsaydı, bu kadar kısa sürede bu kadar keskin değişimler yaşanmazdı. düşünün tarım devriminden sanayi devrimine kadarki yaklaşık 4-5 bin yıl boyunca devam eden gelenekler, sadece 100 yıl gibi görece çok çok kısa bir süre içinde tamamen değişebiliyor.

insanlar artık toplumsal dinamiklerin insafına bağlı yaşamak zorunda değiller.

bundan birkaç bin yıl önce -tarım devriminde- toplumdan dışlanmanız ölmeniz anlamına geliyordu. çünkü toplumdan dışlanınca hiçbir satıcıdan mal alamıyor, takas yapamıyordunuz. ne buğday eken tarlasından size buğday veriyor, ne onu öğüten değirmenci sizin buğdayınızı öğütüyor ne de kimse size ekecek buğday tohumu veriyor. yerlilerden hiç kimse sizi evine kabul etmiyor, belki toplumun adetlerine karşı geldiniz diye eviniz yakılıyor, tüm mallarınıza el koyuluyor ve sürgün ediliyorsunuz. tüm bu olumsuz şeyleri yaşamasanız bile kimse size kız vermiyordu. haliyle sizin gibi özgür ruhluların genetik mirasları gen havuzuna katılamadan yok oluyordu.


daha eskiye gidelim, tarımdan önceye. insanların ne aslanlar gibi sivri dişleri, ne kartallar gibi güçlü ve keskin pençeleri, ne domuzlar gibi kalın postları var. insanı doğaya tek başına hiçbir alet vermeden bıraksanız sabahı göremez. peki nasıl oldu da yüzbinlerce yıldır dünyada hüküm sürüyoruz? çünkü beynimiz diğerlerine göre daha gelişmiş. ve bu gelişmişliğimizin temelinde sosyal canlılar olmamız yatıyor.

insanlar afrika'dan çıkıp avrupa'ya vardıklarında dünyada yaşayan tek insan türü olmadıklarını fark ettiler. bize en yakın akrabamız olan neandertaller de avrupa'da yaşamını sürdürüyordu. neandertal'lerin yok olup bizim yaşamaya devam etmemizin en önemli nedenlerinden biri neandertallerin 8-10 kişilik görece küçük gruplar halinde yaşamalarına rağmen insanların 100-150 varan kalabalık gruplar halinde yaşayabilmesidir. bu da işbirliğinin gelişmesi demektir. bu kadar kalabalık grupların bir arada yaşayabilmesi insanların sosyal yeteneklerini arttırdı.

insanlar kalabalık avcı grupları sayesinde bizonları, mamutları avlayabildiler. toplumsal bir birlik sağlayabildikleri için yavrularını yırtıcılardan daha iyi koruyabildiler ve yine bu toplumsal birlik sayesinde rakip kabilelerin saldırılarıyla baş edebildiler.

düşünün böyle bir atmosferde "s*kerim sizin kutsal günlerinizi de, inandığınız şu salak şamanın söylediklerini de, gidiyorum ben" diyen birine ne olurdu?

"ha öyle mi abi, dur giderken şu geyik parçasını da al da yolda acıkırsın falan yersin." mi dediler? hiç sanmıyorum. o dönemde insanlar günümüz kadar liberal değildiler. regressive left'leri ve sjw'leri de yoktu. adamın g*tünden kan alırlarlardı kamil, kan. çünkü eğer böyle bir şeye izin verselerdi başkaları da bunu yapardı ve yaşayabilmelerinin tek yolu olan toplumsal işbirliğini kaybederlerdi.

dolayısıyla çok çok uzun yıllar boyunca hayatta kalmamızı sağlayan şey toplumsal birlikti. toplumsal birliğin devamı için de herkese bir iş düşüyordu: alın size toplumsal roller. toplumsal roller öcü değildir arkadaşlar, bizi bugüne kadar getiren en temel toplum dinamikleridir. (ha şu an gerek var mı orası ayrı tartışma.)

ne diyorduk? ha toplumsallık

yani toplumsal birlik olmazsa olmazdı. ama günümüzde kapitalizm sayesinde giydiğimiz ayakkabıdan yediğimiz ekmeğe kadar, kimin bunları yaptığını bile bilmeden rahat rahat takılabiliyoruz. çünkü ne yırtıcı hayvan tehdidi ile karşı karşıyayız ne de düşman kabile saldırısına. yaşamlarımızı toplumdan bağımsız devam ettirebilmemizin nedeni artık toplumsal rollerin dayatması değil, kardan kar elde etmenin bin bir türlü yolunu sunan kapitalizm dinidir.

erkeklerin ve kadınların evlenme yaşlarına geri dönelim. 1890'lerin ingiltere'sinde erkeklerin ortalama evlenme yaşı 26.1, kadınlarda 22'ydi. günümüzde ise erkeklerde 29.8, kadınlarda 27.8. daha eskilere gittiğimizde, kızlar ergenlikle birlikte artık doğurgan olduklarından evlenme yaşları daha da geriye gelir. örneğin roma'da kızlar artık 14 yaşından itibaren evlenebilirdi. bir başka örnek de muhammed peygamberin ayşe ile evliliğidir. rivayetler farklılıklar gösterse de ayşe'nin 12-13 yaşlarında olduğunu düşünebiliriz. gerek roma'da gerek arabistan'da evliliklerin günümüze göre oldukça erken olmasının bence makul sebepleri var. zaten ortalama yaşam süresi 35. kadınlar ve erkekler 30 yaşında evlenseler çocuklarını hayatta kalabilecek kadar büyütemeden öleceklerdi. bu yüzden evlenme çağını olabildiğince geriye çekmişler.

evlilik yaşının ortalama yaşam süresiyle bağlantılı olduğunu ve bu bağlantının doğru orantılı olduğunu unutmayın. pedofili, mezofili, gerontofili gibi eğilimleri olmayan erkekler --ki erkeklerin çok büyük bir çoğunluğunu oluştururlar-- küçük kızlara değil, doğurgan kadınlara arzu duyar. ama 35 yaşında ölecekseniz, 14 yaşında evlenip çocuk yapmak toplumun devamı için oldukça önemlidir. erken yaşta evliliği savunmuyorum elbette. sadece atalarımızı ve toplumsal dinamikleri anlamaya çalışıyorum.


evet, evlilik yaşı ve toplumsal rollerin bu dönüşüme etkisini anlattım ama bu etkenler bunlarla sınırlı değil

bir başka etken de insan ömrünün uzaması. bugüne kadar yaşamış tüm insanların ortalama yaşı yaklaşık 35. ama şu an 100 yıldan daha fazla yaşayan insanların oranı giderek artıyor. çoğu ülkenin ortalama ömür süresi 75'in üstünde. ve bu yaşam süresi giderek artacak.

kaynak

şöyle düşünün: birkaç yüz yıl önce 22 yaşında evlenen bir kadın/erkek eşi ile sadece 20-30 yıl birlikte oluyordu. sonra ölüyorlardı. oysa şimdi 22 yaşında evlenenler aynı eş ile 60 yıl birlikte oluyorlar. tarihin hiçbir döneminde bu kadar uzun evlilik süreleri görülmemişti.

2020'lerin bilimi insan ömrünü uzatmak için canla başla çalışıyor. insan ömrünün 150 yıla çıktığını düşünün bir anlığına. 30 yaşında evlenip aynı eş ile 120 yıl boyunca evli kalmak ister misiniz?

muhtemelen istemezsiniz. siz isteseniz bile, torunlarınız istemeyecek.

tüm bu değişimler, erkeklerin ve kadınların beklenilen/alışılan yaşam biçiminden hayli uzak bir yaşam biçimi sergilemelerine yol açıyor. çünkü birkaç yüz yıl önceki toplum dinamiklerinin nasıl yaşamalı sorusu üzerine yaptığı baskı azalarak yok olma eşiğinde. bu
"başlıkta kazık kadar adam olmuş hala ailesiyle yaşıyor" vb. söylemlerin başlıca sebeplerini anlattım.

insan beyninin derinliklerine işlenmiş adetler, yaşam stillerinin değişim hızıyla orantılı değil. dolayısıyla biyolojik evrimimiz, kültürel evrimimizden çok daha yavaş. kültürel evrim biyolojik evrimden çok çok daha hızlı ancak kültürel evrimin değişimi de biyolojik mirasımızla oldukça yakından ilgili. beyinlerimizde hala afrika savanlarında bizi hayatta tutan devreler var. hala ormanda veya ağaçlık bir yerdeyken duyduğumuz bir çıtırtı bizi korkutuyor ve tüm dikkatimizi sesin kaynağına veriyoruz. çünkü yüzbinlerce yıl önce bu sese dikkat etmeyen atalarımız yırtıcı hayvanların saldırılarıyla yok oldu. aynı şey çayırdaki otların arasından gelen ses için de geçerli. yılan korkusu, hayatında daha önce hiç yılan görmemiş çocuklarda bile var. çünkü atalarımız yakınlarında yılan olduğunu gösteren işaretleri bize miras bırakmışlar. otların arasından hışırtı gelince irkilmemizin sebebi bu.

tüm bunları göz önünde bulundurarak rahatlıkla şunu söyleyebilirim

insanların "toplumda müthiş bir bozulma var, bunlar ahir zaman alametleri, bir ahlaksızlık almış başını gidiyor" vs söylemleri beyin devrelerine işlenmiş adetlerin ürünü. toplumlar muhafazakarlık sayesinde varlıklarını sürdürebildiler. çünkü buzul çağında yenilik ölmek demekti. bireyler, o güne kadarki atalarının büyük bedeller ödeyerek ve sayısız kayıplar vererek bulduğu bu hayatta kalma yolları yerine başka bir şey denemeleri ölme nedeniydi. işte o beyin devresi biyolojimize işlenmiş halde. muhafazakarlığı siyasi veya dini bir terim olarak değil, tamamen antropolojik bir terim olarak kullanıyorum. muhafaza et yaşa, etme öl.

2021 insanında görülmeye devam eden cognitive bias'ların en temel sebebi tam olarak bu muhafazakarlığımız. ırkçılık, ön yargı, conformity vs.

işte ekşi sözlük'te ailesiyle yaşayan 25 yaş üstü insan adında bir başlığın açılmasının sebebi de tahmin edildiği gibi bu muhafazakarlığın bir yansıması.

elbette bu dönüşümün muhafazakarlığın azalması ve yaşam süresinin artması dışında nedenleri de vardır. amma benim eyyorlamam bu kadar.