Hayat Telaşesi İçinde Aniden Vuran Duygu: Hiç Evlenmeyecekmiş Gibi Hissetmek

Çevrenizde çatır çatır evlenen veya tam tersi, boşanan arkadaşlarınızı gördükçe böyle bir duygu bazen yükselir içinizde. Sözlük yazarlarının bu duyguya dair, düşüncelerinize tercüman olacak yorumlarını derledik.
Hayat Telaşesi İçinde Aniden Vuran Duygu: Hiç Evlenmeyecekmiş Gibi Hissetmek

giriş

doğru kişi diye bir şeyin olmadığını ve günümüzde herkesin her şeye katlandığını, evlilerin hepsinin mutsuz olduğunu fark eden insan, dolayısıyla hiç evlenmeyecekmiş gibi hissediyor. kötü bir duygu değildir, evli olup mutsuz olmak mı yoksa hiç evlenmeyecekmiş gibi hissetmek mi deseler kuşkusuz hiç evlenmeyecek gibi hissetmeyi seçerim.

birkaç senedir hiç evlenmeyecekmiş gibi hissediyorum

önceleri kaygı yaratırdı. sonraları ise bir teslimiyet (makus talih mi dersiniz kader mi dersiniz nasibimiz neyse o mu dersiniz bilemem) haline büründüm. benzer hissiyatların farklı seviyelerinde olan arkadaşlara durumu kendi içlerinde büyütmeden kabullenmelerini öneriyorum. kabullenip hayatına devam edenler kulübünden evlenenler olursa buraya yazmalarını rica ediyorum ayrıca. geride kalanlar için not: aman ha "ben de evlenir miyim acaba" diye heveslenmek yok, yoksa ocak dışı kalırsınız haberiniz olsun.

ayrıca not: bir süredir olan, olmayan her şey aslında nasibimiz diye düşünüyorum ve her şeyin (doğrudan bir kurala bağlı olmasa bile ) bir zamanı var. o zamana ömür yeter mi bilmiyoruz ama bir noktada "akışına bırakmak" insanın üzerindeki stresi alırken insanı "nasibim buymuş" sonucuna götürüyor.

ek not: matematikle yeterine içli dışlıyım. hayat için stokastik - deterministik tartışmasına girmeyelim.

bu his kendiliğinden gelmiyor

babam başka bir kadın uğruna annem ve biz çocuklarını evden kovduğunda on bir yaşındaydım. sadece üstümüzdeki kıyafetlerle sokakta kaldık bildiğin. senelerce süren sefaletten sonra kendimizi toparladık şöyle böyle. okudum, iş sahibi oldum, babamla barıştım ama erkeklerle hiçbir zaman sağlıklı ilişkiler kuramadım. ne zaman ki biriyle birlikte olsam kafamda aynı düşünce dönüp durdu: "seni çok sevmesi gereken baban bile seni dışarı atmış, bu adam kim bilir neler yapar sana."

yani bu his durduk yere oluşmuyor işte. herkesin bir kırılma noktası var aşk meşk konularında, oradan oraya yaralı kuşlar gibi savruluyoruz...

hayaller

geçenlerde bir arkadaşla buluştuk. şöyle bir şey anlattı: "hani hayalini kurduğumuz şeyler bir dua gibi bir dilek gibidir ya, ben hayalini hiç kurmamışım ondan böyle oldu herhalde" dedi. yani bunun gibi bir şey anlattı.

o anlatırken, ben sessizce dinliyorken, şunu fark ettim ki ben de daha önce aynısını düşünmüştüm. kendimi izler gibi dinledim.

hayalini kurduğum ne varsa, öyle ya da böyle, kıyısından köşesinden gelip buldu bir şekilde beni. öyle şeyler yaşadım ki, birebir aynı, sanki kendi elimle çizdim hayatımı. fakat ben hiç evlilik hayali kurmadığımı fark ettim. hiç nasıl bir yuvam olur, eşim, çocuklarım nasıl olur ya da olmalıdır gibi hayallerim olmadı benim. ne çocukken ne ergen ne de yetişkinken.

hayalini bile kurmadığın bir şey nasıl gelip seni bulur ki? çok saçma değil mi? yalnızlığımı bile elimle çizdim sanırım. bazısı bunu, farkına varmasa bile hep hissediyor galiba.

himym'de “everyone has baggage*" bölümünü bilenler vardır

*Herkesin bir yükü vardır.

kendi adıma, bizleri yoran yıllardır taşıdığımız yüklere şefkatle yardım edecek birisini bulmanın zorluğu, belli yaşlardan sonra herkesin yüklerinin çoğalmasıyla kimseyi hayatınıza almak istemememiz, çünkü uğraşmaya yüreğimizin kalmaması (bu saatten sonra hayatıma kimseyi alamam, hikayem uzun), her şeyin daha hesapsız olması ve daha çok iç içe vakit geçirme fırsatı sunması sayesinde gerçek aşkı bulabileceğiniz üniversite gibi ortamlardaki fırsatların heba edilmesi vs gibi nedenlerle bu his maalesef ki öğrenilmiş çaresizlik gibi, zaman zaman insana basabiliyor.

bir de evlilik denen sözleşme, yapılabilecek en iyi anlaşmayla dahi her iki tarafın da daha az mutlu olacağı orta noktalarda mutabık kalmasıyla mümkün. yani siz birçok fedakarlık yapacaksınız, bu sizi daha az siz yapacak. korkutucu bir şey gibi geliyor bu bana. bir de aşk olmadan evlilik ayakta duracak bir kurum değil, ana babalarımız gibi kanaatlar insanlar değiliz biz, aşk varsa da bu sefer ihtiras, kıskançlık gibi haris duygulardan dolayı yine yıkılma tehlikesi var. bilemiyorum, sanki günümüz bireyselleşen dünyasında evlilik aşırı demode bir kavram gibi kaldı. yine de evlenmemenin özgür olmak dışında güzel yanı andy warhol'ün dediği gibi “waiting for something, makes it more exciting.” hayatı güzel yapan da bu bekleyişler sanki. gelecek de hayalini kurduğumuz mükemmel eşe dair imgeler, şimdi biriyle olmaktan çok daha iyi gibi...

sevgilimle aynı ev içinde yaşayayım fakat hiç evlenmeyeyim istiyorum

bunun altında da "kimsenin ailesini ve ailesinin isteklerini kabul etmeme" duygusu yatıyor. ben oğullarını sevmişim iyi hoş ama onların kültürel getirilerini ve üzerimde yaptırım uygulamalarını istemiyorum. "bizim gelin saçını mı boyatmış? bizim gelin düğünde askılı gelinlik giydi... bizim gelin tatillerde bikini giyiyormuş... bizim gelin iş olmadığı günlerde şort giyiyormuş... bu gelin de iyi hoş ama hiç konuşmuyor sinsi bir şey..." bunlara maruz kalmak istemiyorum. ve gerçekçi olalım türkiye'de yüzde doksan beşimizin ailesinde bunları yapacak tipler var. hele doğu ve iç anadolu bölge aile yapısını saymıyorum bile. diğer yüzde beş ise sabancılar, koç ailesi falan.

daha annem babam hariç diğer akrabalarıma katlanamıyorken bir de ek akraba sayısı bana dayanılmaz geliyor.

son söz

hiç evlenmeyecekmiş gibi hissetmek, hayattaki tek derdi evlenmek olan tiplerden değilseniz çok da kötü olmayan bir histir. asıl kötü olan hiç sevmeyecek ve sevilmeyecek gibi hissetmektir.