Hayatın Kendisi Gibi Bir Film Olan Inside Llewyn Davis'in Alt Metin Okuması

2013 tarihli Coen Biraderler filmini, bu detaylı açıklama ile hatırlamak istedik.
Hayatın Kendisi Gibi Bir Film Olan Inside Llewyn Davis'in Alt Metin Okuması

inside llewyn davis bu tür meselelerle yaşamın akışında özdeşlik kuramamış insanlar için genelde başarısız bir yaşamın, kaybedenlerin, avarelerin hikayesi gibi duruyor uzaklardan. oysa dramasındaki temel omurga sadece başarısız bir müzisyeninin hikayesi değil; genel manada hayatta başarılı olamamış ortak yığınların hikayesi. ayrıştırıcı nüans karakterin sanatla yani müzikle iştigal etmesi belki ama başarı ve başarısızlık arasındaki o ince çizgiyi araştırırken bunu varoluşçu bir şekilde bireyin yaşamın içinde kendini var etme çabası üzerinden, yani yaşamın temel nizamına ayak uydurup oradan toplumun genel kabullerine göre iş, aile, kariyer üçgeninde başarılı rozeti takan ortak yığınların hikayesine dolambaçlı bir yoldan gözcülük eden bir tavırla perdeye taşıyor.

zira llewis yazıldığı kadar büyük bir kaybeden değil

sadece bildiği gibi yaşamak istiyor ve bunun için uğraşıyor fakat yeterince azimli (elbet genel ölçeklere göre) değil. genel ahlak ölçütlerine göre kötü biri değil mesele llewis ama fark edildiği üzere tüm film boyunca hiç sevilmeyen bir insanmış gibi muamele görüp, konuşuluyor hakkında. mesela ondan hamile kalan (ki o durum da kesin değil) kadın onu sürekli azarlayıp, hakaret ediyor. hatta onu başkalarının sevgilileriyle yatan bir alçak olarak tanımlıyor ama esas adama ihanet edenin kendisi olduğunu unutuyor. işte llewyn'in hikayesinin ve karakterinin esas özü tam olarak burada. oldukça kibar, ince ruhlu ve tutarlı bir adam llewyn. fakat yapmak istediği işteki başarısızlığı, yaşamı bildiği yerden anlamlandırma gayreti onu hep ukala, kibirli, düşüncesiz ve kötü bir adam gibi gösteriyor. çünkü genel manadaki başarısızlığı onu mahcup olmaya mahkum ediyor başkaları nezdinde. bu duyguyu ancak ve ancak llewyn gibi bir hayattan geçenler anlayıp görebilir bana kalırsa (bir arkadaşım ekolü). insanlar kendilerine göre başarısız, tutunamamış (yani net bir işi, mesleği, geliri olmayan ) insanlardan hep alçakgönüllü ve mütevazı olmalarını bekler genellikle. sanatçılar tam da bu beklentinin en büyük yıkıcılarıdır. işte llewyn'in tanımlan(a)mayan kötülüğünün anahtarı da burada yatar film boyunca.


llewyn'in her defasında suçlu göründüğü patlamalarının hepsi haklı ve gerekli patlamalar

yaşamının başarısızlığını (yine genel ölçütlere göre elbette) altın bir madalyon gibi boynunda ve omuzlarında taşıyan insanlardan daha mütevazı ve kanaatkar olmaları beklenir şaşmaz bir şekilde. genel manada da bu insanlar tam da yaşamın idamesi için bu gerekliliğe uyarlar bir yere kadar. işte o bir yer llewyn gibi insanların ortak kanaat aptallığına sesini yükseltip kötü insan oldukları yer. bir sanatçı olarak yaşamın anlamına başka bir gayret, çile ve çabayla bakıyor olmanın ağırlığı, yaratmanın sarsıcı, yorucu ve hatta öldürücü saldırganlığı altında önce kendini ikna edebilmenin savaşı dönüyor sürekli llewyn'in başında ve başarı denen şey çoğu zaman doğru bir zamanlamanın, doğru insanlarla doğru masaya oturmanın, gerekli gayret ve teşvikin ve dudaklardan dökülecek olumlu referansların etrafında vuku buluyor. llewyn birçok kaybeden sanatçı gibi buna isyan ediyor çoğu zaman. bunu uzun, yorucu tiratlarla yapmıyor. tek bir söz, bakış, ifade yeterli oluyor yılgınlığını anlamak için. insanlar sonsuz kabalıkları, düşüncesiz, dolaysız ifadeleri için sözde kazanan oldukları için herhangi bir bedel ödemezken kaybeden llewyn bu patavatsızlıklara patladığında kötü, uyumsuz, ukala bir adam oluyor. oysa tüm film boyunca özellikle kız arkadaş kanadından llewyn'e belirsiz kötücüllüğü (bencillik ya da umursamazlık daha doğru) üzerinden yapılan salvoların hiçbirinin gerekçe ve izahını göstermiyor coen'ler bilerek bizlere. çünkü anlatmak, altını çizmek istedikleri şey bir sanatçının aşırılıkları, uçarılıklarıyla yükseliş ve çöküş öyküsü değil. bilakis yaşamı müesses nizamla zapturapt altına alınmış sözde kazanan yığınlardan çok daha cesur bir yaşamın, varoluşun savaşımı içinde llewyn. ve hatta bu ironinin altını çizmek için llewyn'in babasını eski gibi donanma subayı, llewyn'di babadan miras bir apoletin zoraki mirasçı kılıyor coen'ler yine hınzırca.


işte coen'lerin filmini büyük yapan ışıltı tam da burada yatıyor

bir travmanın durdurulamayan, gizlenemeyen, kaçılamayan varlığı ardında, etrafında, insanların dudaklarında, yaptığı her şeyde peşinden gelirken ve hatta belki de o intihara tam da yaptıkları işin bir ölçüt olarak başarı, başarısızlık prensibi sebep olmuşken hala o hayatı sürdürmeye çalışıyor llewyn. travmasını ona sürekli olarak hatırlatan ve bir bakıma vücudunun bir uzvuna dönüşmüş gitarını durmadan oradan oraya taşırken kaçacak, saklanacak bir yeri olmadığını biliyor. üşüyor, sığınacak bir yer arıyor, kötü olduğunu bildiği şarkılara vokal yapıyor, hoşlanmadığı insanlarla ahbaplık ediyor ve aslında ardından gelenin, ensesine yapışıp onu diplere çekecek olan o görünmez, yapışkan duygunun yani suçluluk hissinin dolusundan saklanmaya çalışırken yapması gereken şeye asla odaklanamıyor. yani bir başarı ya da başarısızlık müsameresi değil aslında coen'lerin derdi. bir akış, bir varlık, bir sürme hali.

bildiği yerden, zoraki dostlarının kedisine elinden geldiğince ahbaplık ederken, umursamaz halinin ardında tam da o kedi ve arabayla vurduğu kedi ya da rakun'un yarasında kendi geleceğini görmüşken vazgeçmeyi düşünüyor bir noktada. sonunu görüyor ardından korku dolu gözlerle baktığı yaralı hayvanın kaçışında . zaten coen'ler de zekice bir hamleyle filmin ilk sahnesi ve son sahnesini birleştirerek anlamsız döngünün, saçmanın altını çiziyor. biz ilk sahneden sonra değişen, gelişen bir yaşamın tanıklığını yapacağımızı düşünürken finalde önümüze ilk sahneyi getirerek o sahneye kadar süren bir yaşamın tanıklığına çağrıldığımızı haykırıyorlar yine kendilerine has mizah anlayışlarıyla. tam o noktada llewyn için bir değişim olacağını düşündüğümüz o tanrısal, uhrevi, gerçeküstü tılsımı da böylelikle yok ederek yaşamın anlamı ve saçma kavramları üzerinden en varoluşçu dalgacılıklarını bizlerin önüne fırlatıyorlar. sonrası için kafamızda yanacak bir umut ışığı, moral değer ya da bir çıkış tabelası göstermiyorlar türdeşi oldukları birçok filmdeki gibi. ama tüm bu hınzırlıklarına rağmen inside llewyn davis'in dramatik dengesini eşsiz bir şekilde terazileyerek kendilerine has bir başyapıt daha armağan ediyorlar sinema severlere coen'ler.

llewyn davis ahmet kaya'nın yalan da olsa şarkısındaki gece yarısı evine beş parasız dönen bir müzisyenin evrensel hikayesini başka çağrışım, özdeşlik ve referanslarla huzura çağırırken (benim için) izleyicinin belleğine hiç kapanmayacak, çok fiyakalı bir faça atıyor. tek kelimeyle harikulade bir film.