Hiçbir Dilde Tam Olarak Karşılığı Bulunmayan Tatminin İmkansızlığı Durumu: Jouissance

20. yüzyıl psikanalistlerinden Lacan'ın zevk ve haz arasındaki boşluğu ifade etmek üzere kazandırdığı terim olan "jouissance"nin hiçbir dildeki karşılığı tam olarak kendisini ifade etmiyor.
Hiçbir Dilde Tam Olarak Karşılığı Bulunmayan Tatminin İmkansızlığı Durumu: Jouissance


jouissance aynı anda yaşanan haz ve acıdır, lacan'ın türettiği bir kavramdır ve çok da doğrudur. hatta bana sorarsanız insan olmanın getirisi veya götürüsüdür nereden baktığınıza göre.

bunu bir örnekle ifade etmek çok daha uygun olacak, sonra teknik açıklamasına geçeriz

küçük bir çocukken istediğiniz oyuncağın sizin hayalinizdeki hali ile gerçekteki hali birbirinden bağımsızdır ve bunu o oyuncağı almadan önce bilemezsiniz. sizin hayalinizde o oyuncak tır çeşitli yerlerinden buhar çıkartan, kırmızı kasası hiç solmayacak, arkadaşlarınızın ayılıp bayılarak bakacakları bir oyuncaktır. ancak binbir zahmet ile aldırdığınız oyuncağın kutusunu açıp oynamaya başladığınız zaman bu hayaller gerçekler ile yüzleşerek kırılır. evet isteğiniz olmuştur, elde etmişsinizdir ama elde ettiğiniz şey hayalinizdeki şey değildir.

bunu oyuncak haricindeki diğer şeylere de uyarlayabilirsiniz, eşyalar, insanlar, kadınlar, erkekler... insanoğlu bir şeyi arzuladığında ister istemez hayal kurmaya başlar ve bu hayal objet petit a'dır, aynadaki akistir. hem erişilebilir derecede yakın, hem de erişilmesi imkansız bir şeydir bu. ve hayal beraberinde gerçekteki nesnede olmayan bir mükemmelleştirmeyi de beraberinde getirir ve bu nesne baudrillardcı bağlamda bir simülasyon haline gelir. dolayısıyla arzunuza konu olan nesneyi elde ettiğinizde bundan haz duyarsınız, zira elde etmişsinizdir, ama bu hazzın arkasında her zaman bir acı da bulunur, çünkü elde ettiğiniz şey hayal ettiğiniz şey değildir.

jouissance, yolun sonunda onun tarafından paramparça edileceğini bildiği halde söz ötesi hazzın anaforunda savruluşunu bir türlü durduramayan öznenin hissettiği baş dönmesi halinin sürekliliğidir. 

nehrin sonunda sular devasa bir yükseklikten olanca hızla aşağı düşer çağlayan oluşturarak. akarsuyun hızıyla sürüklenen kişi tutunacak bir dal arar umarsızca. sürüklenişi sona doğru yaklaştığında çağlayanın sesinin sağır edici gürültüsüyle dehşete dönüşür çaresizliği. boğulmamak için çırpınırken önce gürültüyü duyar, kısa bir süre sonra gürültüyü oluşturan görüntü belirir gözlerinin önünde. sesleri duyduğunda yaşadığı hissin adı dehşetse, sonunu hazırlayacak görüntüye son sürat yaklaşırken kapıldığı his nedir? jouissance böyle bir şeydir.

söze dökülemeyen jouissance'ın nasıl bir şey olduğunu görmek isteyen laura palmer'ın yaşamını bir daha izlesin.

zevk tarafından vakumlanma halidir jouissance. karşı konulamayacak denli şiddetli bir güç kurbanını dünyadan kopararak kendi karanlık alemine götürüyor. bu vecd halinin içinde bildiğimiz anlamda zevki çağrıştıran hiçbir şey yok. jouissance'ın biçareleştirdiği kişi için ondan kurtulmanın bir çaresi halini bile alabilir ölüm. twin peaks'ın sonunda ajan cooper "black lodge"a ulaşıyordu. laura palmer'ı mahveden jouissance'ın ortaya çıktığı yok-yerde son buluyordu dizi.

sinemayla psikanaliz birlikte kullanıldığında aynı anda ikisinin de bayağılaşma riskine açık hale geldiği fikrine genel itibarıyle katılıyorsam da, david lynch'e jouissance'ın yönetmeni demekten alamayacağım kendimi şu anda.

Lisans Sonrası Kapağı Avustralya'ya Atmak İsteyenlere Tavsiyeler