Hideo Kojima’nın Getir Götürünü Yaptığınız Oyun: Death Stranding'in İncelemesi

Hideo Kojima'nın sahibi olduğu Kojima Productions tarafından geliştirilen oyun Death Stranding, beklentilerin altında kalmış görünüyor.
Hideo Kojima’nın Getir Götürünü Yaptığınız Oyun: Death Stranding'in İncelemesi


death stranding bir kargoculuk simülasyonu

oyunda bir kargocuyu canlandırıyoruz. adımız sam. sam kamptan kampa nakliyat. hikayenin temeli de bunun üstüne kurulu. ışıklı ışıklı çıkan garavel ustaların size verdiği taşıma görevlerini yapacaksınız. oyun kabaca bu. ne eksik ne fazla.

şu kargoculuk konusunu biraz açayım. diyelim ki a noktasından aldığınız kargoyu b noktasına götürürken önünüze tırmanmanız gereken dik bir kayalık çıktı. burada iki seçeneğiniz var: ya yanınızda merdiven olacak ve bu yüksekliği merdiven ile çıkacaksınız ya da düz yoldan yürüyüp bu dik kayalığın çevresinden dolaşacaksınız. bu dikliği inecekseniz de ya halatınız olacak ya da çevresinden dolaşacaksınız. olay budur. oyunun açık dünyasında karşılaşacağınız en büyük aksiyon aha da bu ikilem.

açık dünya büyük, evet. ama mesela merdiven koymayıp çevresinden dolaşayım dediğinizde bu açık dünya o dolaştığınız alanda size bir yenilik/aksiyon, yan görev, loot vb. asla vadetmiyor. oyun o yolu yürümeniz için size bir amaç vermiyor.bir sürpriz ile karşılaştırmıyor. tek motivasyonunuz kargoyu zamanında ve hasarsız ulaştırmak.


"açık dünyada aksiyon yok o yüzden oyun meh" demiyorum. aksiyon aradığım yok. böyle bir beklentim de yok. ancak açık dünyada gerçekten; bakın gerçekten hiçbir şey yok. dağ ve bayır var. hadi şu açık dünyayı bir keşfedeyim deseniz oyunda zelda oyunlarındaki gibi taşı kaldırdığınızda bile başka başka şeyler sunan bir açık dünya yok bu oyunda. açık dünyanın x noktasından y noktasına gittiğinizde o y noktası x noktasının birebir aynısı. kojima abimiz bize açık dünya yapmış ama bu açık dünya bozkır. bildiğiniz bozkır arkadaşlar. kaplamayı yapıp üstüne çimen ekip geçmişler. alın size açık dünya oyunu. yersen.

açık dünya o kadar da keşfedilesi olmayınca bir halta yaramıyor haliyle. “aha dik bir yer merdiven koymayayım da çevresinden dolaşayım belki olayların seyri başka bir noktaya gelir” demiyorsunuz. niye? çünkü gelmiyor. siz de öeh ne yüricem ya deyip o merdiveni dayayıp tırmanıyorsuz. ya da sizden önce diğer oyuncuların oraya koyduğu merdivene tırmanıp geçiyorsunuz.

şu diğer oyuncuların koyduğu nesneler ile etkileşim konusunu biraz açalım. oyunun içinde bir yerden bir yere gitmek için bize belli başlı lazım olan şeyler var. merdiven, tırmanma halatı, motosiklet, araba, köprü, yol, teleferik. oyunun "yenilik" getirdiği tek şey belki de bu. single player bir oyunda haritaya diğer oyuncuların yaptığı eklemeler sizin haritanızda da var oluyor, bunları kullanabiliyorsunuz. oyun motoru da dahil, kojima'nın fikir/yenilik olarak getirdiği tek şey aha da bu sistem.


bu sistem çok elzem mi, işimize yarıyor mu o tartışılır. oyunda yol inşa ediliyor ama oyun zaten bir yere kadar kullanmanız gereken yolu bize hazır inşa edilmiş olarak veriyor. bu kısımlarda araba ve motor kullanmak güzel. ancak bu yol bitince her yerin dağ-taş olması yüzünden arazi araç kullanmaya müsait değil. yani oyunun içinde motor ve arabaya ihtiyacınız olmuyor. haliyle birileri size motor bıraktığında ilk başlarda buna sevinseniz de sonradan "o yolu yürümek daha kolay" deyip motora elinizi bile sürmüyorsunuz. koca oyun boyunca oyunun hazır yaptığı yol dışında motor sürmedim. araba sadece bir kere sürdüm o kadar.

köprüler yapılıyor. bunlar da özellikle oyuncular tarafından. köprü önemli. neden? çünkü bolca dere var ve bunlardan geçmeniz gerekiyor. bu sulardan geçmek de kargolarınıza zarar verebiliyor. suya girmemeniz gereken kargolar var mesela. ama köprüler de bir yerde elzem değil. zira oyunda o kadar da derin sular yok. karakterinizle yürüyerek rahatça tüm bu yerlerden geçebiliyorsunuz. haliyle köprü bir olmazsa olmaz olmaktan çıkıyor. en kötü bu açıklıklara merdiven dayayıp da üstünden yürüyerek bu sulardan geçebiliyorsunuz.

merdiven ve tırmanma halatı işinize yarıyor yalan yok. bir yere birilerinin merdiven kurup bırakması işleri kolaylaştırıyor. ancak bu da oyunun başları için kolaylık. oyunun ortalarından sonra taşıma kapasitenizin artmasıyla yanınıza 4-5 tane merdiven rahatlıkla alabiliyorsunuz.

yanisi bu "hacım başka oyuncuların yapılarını kullanabileceğiz bu da oynanışı kolaylaştıracak" mekaniği oyunun içinde benim işime yaramadı. her yapıya like bastım elimden geldiğince. teleferik kurmak dışında build de yapmadım. teleferik gerçekten faydalı ama bak. 300'er metre arayla direk dikip iki direk arasında kolayca gidip gelmek işleri kolaylaştırıyor. kojima fanları bu build kısmı için "adam yeni bir şeyler deniyor" diyorlarsa argümanları tıraş.

build share değil de oyunun diğer kısımları için kojima yeni bir şey denedi diyen varsa
saçmalıyor. bu oyunun içinde daha önce denenmemiş tek bir şey yok. türünün tek örneği falan olduğu da yok. steam'e göre bu oyun bir yürüme simülasyonu. the long dark diye bir oyun da aynı türde bir oyun mesela. bu türde kojima ilk eser veren falan değil.

oyunu kabaca anlattığımıza, karakterimizin ne yaptığını, işinin gücünün ne olduğunu söylediğimize göre işin hikaye boyutuna geçebiliriz artık. geçelim mi? anlatayım mı o "çok" övülen hikayeyi?

yani spoiler vermeden bunu yapmak nasıl mümkün olacak bilemiyorum. buraya bir spoiler ibaresi ekliyorum. siz ona göre okuyun.


ana hikaye spoiler

hikayenin ne olduğu aslında oyunun ilk iki saatinde bize anlatılıyor. bu anlatı bittikten sonra bu muymuş aq da diyebilirsiniz, oo sardı da. o size kalmış.

dünya yıkılıyor, amerika yıkılıyor. yıkık amerika’nın adı artık amerika şehirler devleti. bu yıkıntının sebebi de bir patlama. bu patlama sebebiyle de ölenler öldükten sonra diğer tarafa tam teleport olamadıklarından ahiret ve dünya birbirine geçiyor. bunun adı zamanyıkım. zamanyıkım olduğunda bir yağmurumsu yağıyor. yağmurumsu çünkü yağan şey su değil. yağan şey ile temas eden kişiler anında 30+ yaş yaşlanıyor.

arada bir de insanlar ölüyor tabi. ölenler ahirette tam intikal edemediklerinden bedenleri adeta bir bombaya dönüşüyor. bu ölenlerin cesetlerinin patlamaması için de 48 saat içinde yakılması lazım. yakmazsak patlıyorlar ve krater oluşuyor.

hikayemiz işte böyle bir evrende geçiyor. biz ise bu evren içinde kargo taşıyan birisiyiz. adımız sam.

sam kargo taşıyor çünkü amerika çökmüş. bölge bölge yaşayan kişiler sığınak benzeri yerlerden dışarı çıkmadığı için(çıkmıyorlar çünkü yağmurumsu yağıyor) bu insanların ihtiyaçlarını biz karşılıyoruz. x hub’ındaki mehmet şaaak diye hologram oluyor ve diyor ki “sam bana pizza getir” siz de bu abiye pizza götürüyorsunuz. hem de teslimat süresi 30 dakika. şaka yapıyorum sanıyorsunuz değil mi? vallahi şaka değil. oyunda böyle bir yan görev var.


aga yan görev o diyeceklerdir. ama sanmayın ki ana görev de bu tip görevlerden çok farklı. bakın size bir ana görev örneği vereyim. x noktasında anası ile birlikte yaşayan bir kız var. y noktasında da bunun manitası. kız diyor ki beni manitama götür. ana görevimiz bu, kızı sırtımızda taşıyarak manitasına götürmek. bu da hadi hub'ları birbirine bağlamak için gerekli diyelim. insanlar kargocular olmadan sokağa çıkamadıklarından; biz taşımalıyız diyelim. ama işte diyemiyoruz. niye mi? bu manitasına "kargo" olarak götürdüğümüz bu abla ile abimiz evleniyor. bize de mail atıyorlar, 11 kasım gece 2'de. biz evlendik diye. gençlere mutluluklar. aynı gün öğlen 2'de "bu iş yürümüyor galiba ya" diye başka bir mail daha geliyor. yetmiyor yine aynı gün akşam saat 5'te "biz ayrıldık" diye mail geliyor. bir gün önce evlenen çiftimiz sadece 16 saat içinde boşanıyor. olur tabi böyle şeyler, anlaşamamışlar sonuçta. isterlerse 17 saniye sonra boşansınlar, banane. buraya kadar sorun yok. sorun ise şurada: kargo olarak götürdüğümüz bu ablamız, bizzat kendisi, kargocu vb olmadan anasının evine geri dönüyor hsgdhgg ulan madem insanlar sağa sola kendileri gidebiliyor, 55 kilo kadını sırtımda ben niye taşıyorum ya?

gelelim ana hikayenin ne olduğuna

10 senedir görüşmediğimiz üvey anamız amerika’nın ilk kadın başkanı olmuş. bizi yanına çağırtıyor. biz de erdoğan’ın davetine “koskoca devlet büyüğü çağırmış” deyip giden alişan gibi gidiyoruz. ancak o da ne, anamız hasta. sayılı saatleri var. bizimle görüşürken “oğlum bacın amelie'yi bul ve ülkenin başına geçsin ben gidiyorum bb” deyip ölüyor. biz de anamızın cesedini sırtlayıp yakmaya götürüyoruz. ölüleri yakmamız gerekiyor çünkü yakmazsak 48 saat içinde cesetler patlıyor ve dev bir krater oluşuyor.

anamız ölünce de bacımız teleport olup “amerika’nın tekrar birbirine bağlanmasını istemeyen teröristlerce tutsak tutuyorum gel beni kurtar” diyor. önce hassiktir lan banane çeksek de olayın içinde kendimizi buluyoruz.

bacımızı bulmak için ise ana merkez ile fiberoptik kabloları kopan diğer şehirleri/yerleri merkeze 64 gb’lık usb belleklerden yapılı kolyemiz vasıtası ile bağlıyoruz. bu sırada bu yerlere de kargolar götürmeyi elbette ihmal etmiyoruz.


bu usb bellek ile tüm amerikayı bağlama işine kiral ağ deniyor. kiral ağın olayı ise şu: bu ağ sayesinde iç içe geçen öbür taraf ve dünya arasında bir yol oluşturarak verileri ve şeyleri übersonik hızda transfer etmek.

bu kargo getir götür işi, içi bomboş açık dünyada böyle bir ana hikayeye rağmen elbette sıkıcı bir iş. oyun ise “dur hacım sıkılma” diyerek bize açık dünya içinde düşmanlar veriyor. kim bunlar?

kv’ler: kv dediğimiz mahluklatlar, yerde dev el izleri bırakarak görünmez bir şekilde yağmurumsu sonrası ortaya çıkan varlıklar. bir insan gözükmeyen bir düşman ile nasıl mücadele edebilir peki? elbette onu gözükür kılarak. bunu ne sağlıyor peki?

elbisemizin önünde asılı duran ve adeta göbek bağını andıran bir kordon ile kendimize bağladığımız wesley sneijder’in oğlu xess xava bizim “gözümüz” oluyor. bu bebek sayesinde kv’leri artık görebiliyoruz. (bu bebeğe daha sonra döneceğim. başka bir hikayeye de bağlanıyor)

peki görüp napıyoruz? nefesimizi tutup çömelerek götüm götüm kaçıyoruz. e oldu da kaçamadık. ne oluyor? hiçbir şey djdkdjdj sadece kargomuz uf oluyor. bu. bütün bu prodüksiyon bizi yakaladığında kargomuzu üstümüzden düşüren ve kargomuzun hasar almasına sebebiyet veren abilerden kaçmamız için. hassiktir lan böyle düşman mı olur demeyin daha kötüsü geliyor.

yükçüler: bir zamanlar kargo taşıyan bu kişiler bir sebeple kargo taşıma sektöründen uzaklaşıyor ve/veya uzaklaştırılıyorlar. bunu da gururuna yediremeyen bu kişiler dağa çıkıyor. dağa çıkma sebepleri de kargolarımızı çalmak. bize asla zarar vermeyen bu müptezel abiler kargolarımızı çalmak istiyorlar. biz de bu abilerden kaçmaya çalışıyoruz. yine nasıl peki? elbette koşarak sjdjdj

iki ana açık dünya düşmanımız aha da bunlar. kooooskoca açık dünyada kargomuz hasar almasın diye kv’lerden, kargomuzu çalmasınlar diye müptezellerden kaçıyoruz.


ve siz bu gameplay dizaynını “kojima abi. altında derin anlamları var abi. twist abi” diye gevgevgev öveceksiniz öyle mi? durun oğlum o twist diye övdüğünüz hikayenin diğer kısmını da anlatıcam bekleyin. kaç gündür deli hype ile içi boş boktan bir oyunu nasıl övmek için maymun olduğunuzu cümle aleme okutacağım. az sabır.

bu ana hikayemiz oyunun ilk 20 saatini oluşturuyor. 20 saat boyunca a noktasından kargo alıyoruz. bu kargoyu b noktasına götürüyoruz. kargo götürdüğümüz yeri boynumuzdaki usb belleklerle kiral ağ sistemine dahil ediyoruz.

bebeğe daha sonra döneceğim demiştim. 

kendimize bağladığımız bu bebeklere `bağ bebekleri(bb)` deniyor. bizim de haliyle bir bb'miz var. bb'ler teknik olarak hiç doğmuyorlar. anne karnına benzer bir camın içinde duruyorlar. öbür taraf(kıyı) ile dünya arasında bağ kurdukları için de kv'leri görmemizi sağlıyorlar. bb'lerin fonksiyonu bu. bunu icad eden de üvey anamız.

bb'yi kendimize her bağladığımızda bb ile aramızda bir bağ oluşuyor ve anılarımız birbirine geçiyor. biz de bb'nin anılarını flashback şeklinde görmeye başlıyoruz. bu anılarda bb'nin babasını görüyor. bu adamın adı da cliff. mads mikkelsen tarafından canlandırılıyor kendisi.

cliff eski bir asker ve yavrusunun peşinde. onu arıyor. kıyı denen yerlerde cliff ile bolca muhatap oluyoruz. bb'mi ver diye bizi kovalayıp duruyor.

kargo getir götürü yaparken tanıştığımız fragile diye de ilik gibi bir ablamız var. kendisi fragile kargo isimli şirketin sahibi. bir yerde meslektaşımız. bu ablamızın da bir elemanı var. sürekli ayın elemanı seçilen bir abimiz. adı higgs.


higgs kıyının dünyada tamamen hakim olarak dünyanın yok olmasına hizmet eden bir kardeşimiz. bu uğurda neler yapmıyor ki? üzerimize boss'lar gönderiyor. şimdi boss dedim diye gözünüzde bir gameplay canlanmasın. üzerimize yollanan toplam 3 boss var ve zeka yaşı 1,5 olan birisi bile bu bossları hiç zorlanmadan tek seferde geçebilir. arkadaşlar yanından koşarak alt ettiğimiz boss var oyunda. evet, boss fight bu. boss'tan koşarak kaçıyoruz.

bu higgs kardeşimiz bu boss'lar ile işin olmayacağını anlayıp uzaklarda tutsak tutulan kiral ağı tüm ülkede aktif etmemiz sebebiyle yerini kolayca tespit ettiği bacımızı kaçırıp boss formuna bizzat kendisi giriyor. karşımızda ben diyeyim 25, siz deyin 50 metrelik bir boss. higgs kardeş boss konusunda oldukça beceriksiz olacak ki; tek hasar almadan bu boss'u yenip hikayenin bacımızın kıyısına taşınmasını sağlıyoruz.

durun lütfen, hala "böyle sikik boss formu mu olur?" demeyin. daha kötüsü geliyor.

bacımızın kıyısı demişken önce bunu açalım. bacımız aslında reel dünya formunda yok. kıyı, yani öbür tarafta yaşıyor kendisi. haliyle higgs ile olan son boss savaşı sonrası soluğu burada alıyoruz. mekan higgs'e deplasman olunca, çağırdığı boss'lar da patates olunca higgs bize dönüp "ödlek kelleni kalleş bedeninden bizzat ben kopartacağım" diye yeminler ediyor. bizim elimizde silah yok. higgs'te ise otomatik tüfek. bu tüfek karşısında ise biz yerdeki hurda kargo kutularını higgs'e fırlatıp onu sersemletiyor ve gidip kendisine yumruk atıyoruz dsghfgshg

bakın rica ediyorum gülmeyin. biraz daha sabredin çünkü asıl bomba kısma hala gelmedim. higgs'i bir şekilde yumruklaya yumruklaya elindeki silahı bıraktırıyoruz. artık ikimizin de tek silahı yumruklarımız. ve işte tam da burada kamera yaklaşıyor, kadrajın soluna bizi, sağına higgs'i alıyor ve şöyle bir ekran çıkıyor: 


dshfhffhsgdhsaghsadfgshsagshasghsghsghg postapokaliptik bir hikayenin içinde, hem de ahirette (kıyı'da) iken kendimizi birden street fighter'ın içinde buluyoruz hsagdfhgashghg buna da kojima mizahı yea diyeceksiniz di mi? ileride oyunun mizah seviyesinden bahsedeceğim. hatta dur lan yeri gelmişken bahsedeyim. arkadaşlar oyunda ana karakterimsi npc'ler var. bunların isimleri ise şu şekilde. 

deadman: kendisi sürekli ölüler ile uğraştığı ve vücudunun %70'i diğer "çıkma" insan bedenlerinden toplandığı için ismi bu şekilde. 

die-hardman: açıklamaya tenezül bile etmiyorum. arkadaş "zor" öldüğü/öldürül(e)mediği için ismi bu. 

heartman: heh işte en sevdiğim bu. çünkü kendisi o kadar heartman ki; yaşadığı yerin dibinde kalp şeklinde bir göl var jhsdfhdgshg 

müthiş mizah di mi? ben şahsen bayıldım. son olarak higgs isimli karakterin "ben bu evrenin bozomuyum" diye repliğinin olduğunu da belirtip bu şaka bahsini kapatıyorum.

higgs'i tokatladıktan sonra bacımız ile kıyısında baş başa kalıyoruz. tabi bunun için oyun bize önce bir dizi hamallıklar da yaptırıyor. bacımızın mekanı amerika'nın en batısında. oyun bizi taa en doğuya yürütüyor. neden? gameplay süresi uzasın diye tabi ki de. başka bir amaç varsa namerdim. ve tabi geri de dönmemiz gerek. yine en batıya başlıyoruz yürümeye ve bacımıza baş başa başlıyoruz goygoya.

ve öğreniyoruz ki bacımız aslında bacımız değil anamızmış. yaaa nasıl twist ama. anamız 20 yaşındayken bir ameliyat esnasında ölüyor. bu sırada ruhu kıyıya gidiyor. ancak anamızı elektro şok vb ile tekrar diriltiyorlar. ama ruhu geri dönmüyor. yani bedeni ve ruhu ayrılıyor. işte anamız artık kıyı'da ruhen, dünyada bedenen yaşamaya başlıyor.


sıkı durun şimdi de ikinci twist geliyor, bu kıyı'da yaşayan da aslında anamız değil. yıkış özü denen bir kavram. kişi değil bak; kavram. dünyada belli aralıklarla meydana gelen yıkımları aslında bu yıkış özü denen "şey" yapıyormuş. ve bu altıncı yıkımı da yine o yapacakmış. higgs falan bu yıkım için ona hizmet eden birisiymiş.bu yıkım er ya da geç olacakmış. ama yıkış özü denen "şey" bu sefer bunu hızlandırmak istemiş. peki neden? çünkü sıkılmış dsjhfhdsgfhg

kıyı'da tek başına sıkılan yıkış özü, "ulan zaten öbür taraf ile dünya kiral ağ sayesinde birbirine geçmeye başladı (ps: kiral ağı da icad eden anamız. yani bacımız. yani yıkış özü denen şey. icad etmiş çünkü yıkış sürecini hızlandırmak istemiş. neden? çünkü canı sıkılmış shfgsghgf), bu kaçınılmaz. hadi bugün olmadı 100bin sene sonra zaten olacak. o kadar sene tek başıma iyice sıkılırım ben, şu süreci hızlandırayım" diyor. kendisinin motivasyonu bu. neyse, biz anamız, bacımız ya da her ne sikimse işte onunla konuşuyoruz, bu "kavram" ile aramızda duygusal bir bağ olduğu için de kavram süreci hızlandırmaktan vazgeçip köyüne geri dönüyor.

evet arkadaşlar, bir kavram ile bir insan olarak aramızda duygusal bir bağ var. bir kavram bize, karakterimiz sam'e karşı boş değil. bunun adı aşk değil de merhamet gibi. sevgi duyuyor bize bu kavram. görevi dünyayı ve evreni belli periyotlarda sıfırlamak olan bu "kavram" bize bize samciğine kıyamıyor. ve dünya bu sayede 100bin sene önce yok olmaktan kurtuluyor.

işte buraya kadar olan kısım hikayemizin, kojima beyin ilk finali. oyunda bir son daha var. ama ona geçmeden önce şu hikayeye bir bakmanızı istiyorum. bu hikayeye bakmanızı ve kafanızda puanlamanızı istiyorum. puanladınız mı? şimdi de ben puanımı vereyim, hikayenin buraya kadar olan kısmı için benim puanım 3/10

hayır kojimacılar bu oyunun buraya kadarki kısmı için "kojima denenmemişi denedi" diyorsa o görüşlerini bir revize etsinler. çünkü "hacım yıkış özü denen "şey"/kavram bize; yani sam'e karşı sevgi duyduğu için dünyayı yok etmekten vazgeçiyor" fikri zaten denenmemiş bir şey. denenmemesi de gereken bir şey. zira böylesi bir hikayeyi anlattığınızda millet size ağzını bırakıp götüyle gülmeye başlar. hiç rerö yapmasın kimse; hikayenin buraya kadarki kısmı da, buraya kadarki oynanış da, buraya kadarki hikayenin bağlanışı da bok gibi.

şimdi gelelim diğer sona.

cliff diye bir asker(mads mikkelsen'ın canlandırdığı hani) bebeğini ararken bize musallat oluyor demiştik. kv'leri görmek için kullandığımız bb'yi bizden almaya çalışıyor şeklinde hikayenin buraya kadarki kısmında kendisiyle bolca muhatap oluyoruz.

bb'lerin bir kullanım ömrü var demiştik. bizim bb'mizin de son kullanma tarihi geliyor. bb'ler cam fanustan çıkınca yaşamadıkları için, ölenler de kıyı'da sıkışmasın diye yakılması gerektiğinden son görevimiz olan bb'yi yakmaya götürme görevimize başlıyoruz.

ancak bb'ye kıyamıyoruz ve yakamıyoruz. yolda kendimize bağladığımızda tekrar içinde cliff olan flashbacklere dönüyoruz.

ve öğreniyoruz ki, cliff'in peşinde olduğu bb aslında bizmişiz. çünkü biz de zamanında bb'ymişiz. babamız da cliff'miş. cliff bizi üvey anamızın yönettiği ve bb'leri üretenlerin elinden kurtarmak isterken vurularak öldürülüyor. bizi de o sırada vuruyorlar tabi. ölüyoruz. ve her ölen gibi biz de kıyıya gidiyoruz. kıyıda bizi "yıkış özü"(üvey anamız) buluyor. bizi tekrar diriltiyor ve dünyaya geri gönderiyor. dünyaya döndükten sonra bb olarak kullanılıyoruz. son kullanma tarihimiz geldiğinde yok edilecekken üvey anamız "onu yok etmeyin, onu büyüteceğim" diyerek bizi fanustan çıkartıyor ve sam oluyoruz. flashback bitiyor, günümüze dönüyoruz, sam bb'sini öldürmeye kıyamıyor; fanusu kırıyor ve bb'si yaşıyor. ona louise adını veriyor. ve son...

böylece oyun iki defa biterek tamamen sona eriyor. sam olarak aslında kim olduğumuzu da öğreniyoruz. ve tekrar puan vermek gerekirse, özellikle bu kısımda mads mikkelsen'in harika oyunculuğu ile birlikte oyuna total puanım 6,5/10 oluyor. 

oyun asla 429 lira edecek bir oyun değil

hatta bence bu bir oyun da değil. 30 saatlik oynanışın %70'i sinematik. güzel bir film. kalan oynanış kısmı ise oyunun oynanış süresini uzatmak için oyunun size sürekli loop içeren ana hikaye görevleri vermesinden ibaret.

bu oyun kojima yapımı olmasa bu kadar satmayacaktı. bu kadar konuşulmayacaktı. kojima mgs gibi muhteşem bir eser ortaya koyması ile beklentiyi yükseltti. oyun çıkana kadar sadece kojima adının konuşuldu, insanlar "kojima kötü oyun yapmaz" düşüncesi sürekli pompalandı. oyunun oynanışı hikayesi vb hakkında hep flu bilgiler oyun çıkana kadar verilmedi. o kadar ki 1 kasımda basın ambargosunu bile sınırlı tuttular, ilk 3 bölüm haricinde konuşmayı oyun çıkana kadar yasakladılar.

ama oyun çıktı ve kel göründü. kojima death stranding ile ağır sıçtı. hiç fanlar gelip saldırmasın sıçtı dedim diye. bunu sadece ben de demiyorum üstelik. en güzel kıyası size metacritic verecektir.

metacritic'ten 3 tane örnek vereceğim size:
1- the last of us
metascore: 95 / user score: 9.1
2- god of war
metascore: 94 / user score: 9.1
3- red dead redemption 2
metascore: 97 / user score: 8.1

3 baba oyun saydım size. üçünün de metascore ile user score'ları birbirine yakın. bir nevi oyuncular, oyun çıkmadan önce verilen inceleme puanlarını oyunu deneyimledikten sonra doğrulamışlar. evet hacım bu oyun bu puan eder demişler. peki kojima'nın death stranding'i için durum nasıl?

metascore: 83 / user score: 6.9
(13 kasım 2019 güncel skor 6.6)
(15 kasım 2019 güncel skor 6.4)
(17 kasım 2019 güncel skor 6.1)
(20 kasım 2019 güncel skor 5.8)

bu oyunla aynı dönem çıkan (bugün) star wars jedi: fallen order metascore 84. userscore ise 8.4 oyuncular resmen oyuna verilen puanı birebir onaylamışlar. bunu da not düşelim.

özetle

bizzat kojima tarafından, kendi adı ön plana konularak tanıtılan death stranding maalesef yapımcısının adının altında ezilmiş. bu oyun olmamış arkadaşlar. bu oyun yaratılan hype'ın karşılığını vermekten çok uzak. "yenilik getirecek" diye bizzat kojima tarafından söylenen oyunda yenilik namına tek bir şey yok. build share kısmı için hiiiç boşuna yenilik işte diye lafa girmeyin. oyunda build share olayının oynanışa etkisi yok denecek kadar az. bu güzel "film" için kojima'ya teşekkürler.

Çayınızı Kahvenizi Alın Gelin: Oyun Konsollarının Nostalji Sevgisini Coşturan Tarihsel Gelişimi