İki Sinemacının Bir Gecede İlan Ettiği ve Sonra Kendilerinin de Uymadığı Sinema Akımı: Dogma 95

Danimarkalı yönetmenler Lars von Trier ve Thomas Vinterberg'in manifestosunu yazdığı, sonradan Kristian Levring ve Søren Kragh-Jacobsen'in de onlara katıldığı sinema akımı Dogma 95'i inceleyelim.
İki Sinemacının Bir Gecede İlan Ettiği ve Sonra Kendilerinin de Uymadığı Sinema Akımı: Dogma 95


dogma 95, sinemanın en eğlenceli akımıdır

hazırsanız biraz daha detaya giriyorum.

akımın kurucularından thomas vinterberg'in deyimi ile, dogma kuralları bir oyundur. ideolojiktir, politiktir, uzmanlık ister, küstah ve kendini beğenmiştir ama aynı zamanda eğlencelidir.

vinterberg'in konu hakkındaki fikirlerini buradan izleyebilirsiniz


her şey, 1995'in ilkbaharında danimarkalı yönetmenler lars von trier ve thomas vinterberg'in 45 dakika içinde yazdıkları bir kurallar silsilesi ile başlar. bu yeni akıma dogma 95 ismini koyarlar ve akabinde kendilerinden beklenecek şekilde bu kuralları, 'şeref, namus, erdem yemini' benzeri anlamında vow of chastity ismi ile yayınlarlar. (buradan okunabilir.)

hemen peşine harika ve bir o kadar da sert bir manifesto yazıp dogma 95'in bir şaka olmadığını, son derece ciddi olduklarını anlatırlar. (buradan okunabilir)

bu manifestonun bir özetini verecek olursak...

öncelikle 1960 sonrası yeni dalga sinema için, "sinema ölmüştü ve tekrar diriliş çağrısı yapıyordu", "amaçları doğruydu ama araçları yanlıştı", "dalga kıyıya vurdu ve berbat oldu" gibi oldukça sert ifadeler yer alıyor ve şöyle devam ediyor:

"bireycilik ve özgürlük sloganları bir süre işe yaradı, ama bir fark yaratmadı. dalga, yönetmenlerin kendilerini de kapmak için yükseldi. dalga hiçbir zaman arkasındaki adamlardan daha güçlü olmadı. anti-burjuva sinemanın kendisi burjuva oldu, çünkü teorilerinin dayandığı temeller, burjuvanın sanat anlayışının ta kendisiydi. auteur kavramı, en başından beri burjuva romantizmiydi ve bu nedenle… yanlıştı! dogma 95'e göre sinema bireysel değildir!"

geçmişi kritik ettikten sonra daha da sertleşen manifesto, günümüz sineması ve yapılması gerekenler kısmına da değiniyor:

"bugün, teknolojik bir fırtına şiddetini arttırıyor ve bunun sonucu sinemanın nihayet demokratikleşmesi olacaktır. ilk defa, herkes film yapabilir hale geldi. ancak ortam ne kadar erişilebilir hale gelirse, avangart o kadar önemli olur. 'avangart' ifadesinin askeri çağrışımlara sahip olması tesadüf değildir. cevap disiplindir... filmlerimizi tek tip hale getirmeliyiz. çünkü bireysel sinema, tanımı gereği çökecek!"

vitesi daha da yükseltip, nihat genç ile veryansın formatına bağlayan dogmacılar şöyle devam ediyorlar:

"çökmekte olan sinemanın şu yapımcılarının 'yüce' görevi izleyiciyi kandırmak mıdır? gurur duyduğumuz şey bu mu? '100 yılın' bize kazandırdığı şey bu mu? bütün bu illüzyonlar hangi duygular aracılığıyla iletilebilir? bireysel sinema yapanların hile yapma özgürlüğü mü?
dramaturji, etrafında dans ettiğimiz bir altın buzağı (put) haline geldi. karakterlerin iç yaşamları hakkında olay bir örgüsü çok karmaşıktır ve bu 'yüksek sanat' değildir. yüzeysel aksiyon ve yüzeysel sinema daha önce hiç olmadığı kadar, tüm övgüleri toplar oldu.
sonuç anlamsız ve faydasızdır. bu bir dokunaklılık ve duygu sömürme illüzyonudur. bu bir aşk hikayesi illüzyonudur. dogma 95'e göre, sinema bir illüzyon değildir!"

bu dokunaklı, iddialı ve sert açıklamadan sonra "dogma 95, vow of chastity isimli değiştirilemez kurallar ile, illüzyon sinemasınına karşı gelir!" cümlesi ile biter manifesto.

Lars Von Trier

peki bu değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez, adeta musa'nın 10 emiri olan dogma kuralları nelerdir?

1- çekimler stüdyo dışında yapılmalıdır. sahne donanımı ve setler içeri taşınmamalıdır. (hikaye özel bir sahne donanımı gerektiriyorsa, stüdyo dışında bu donanıma uygun bir mekan seçilmelidir.)

2- ses, kesinlikle görüntülerden ayrı olarak üretilmemelidir ya da tersi yapılmalıdır. (sahne içinde üretiliyor olmadığı sürece müzik kullanılmamalıdır.)

3- kamera, elde taşınıyor olmalıdır. elde taşınan kamera ile elde edilecek hareketlilik ya da hareketsizlikler serbesttir. (film, kameranın durduğu yerde çekilmemeli; kamera filmin olduğu yerde olmalıdır.)

4- film, renkli olmalıdır. özel ışıklandırma kullanılamaz. (eğer çekilecek olan sahnede filmin pozlandırması için çok az bir ışık söz konusuysa, sahne kesilmeli ya da tek bir lamba kameraya iliştirilmelidir.)

5- optik numaralar ve filtreler kesinlikle yasaktır.

6- film, gelişigüzel aksiyon içermemelidir. (öldürme, silahlar, vs. bulunmamalıdır.)

7- zamansal ve coğrafi yabancılaştırmalar yasaktır. (kısaca film, şimdi ve burada geçmelidir.)

8- tür filmleri kabul edilemez.

9- film formatı 35 mm olmalıdır.

10- yönetmen, jenerikte belirtilmemelidir.

ek madde- "ayrıca yönetmen olarak, kişisel üsluptan kaçınacağıma and içerim. ben artık bir sanatçı değilim. anları bütünden daha önemli gördüğüm gibi, bir ‘eser’ yaratmaktan kaçınacağıma and içerim. en büyük hedefim karakterlerimden ve ortamdan gerçeği açıkça çıkarmak olacaktır. tüm bunları elimden geldiğince, iyi uslup ve estetik kaygılar pahasına yapacağıma and içerim.

böylelikle, namus ve şeref yeminimi ederim!"

gelin görün ki, bu yemini yazanlar, yemini ilk bozanlar olacaktır. çünkü bu kural tanımaz, provakatif yönetmenlerden böyle bir yemine kariyerleri boyunca sadık kalmaları zaten beklenemezdi.

hatta 1998 yılında, dogma akımının ilk örneği olarak çekilen festen'de bile yıllar sonra vinterberg, kuralı çaktırmadan bozduğunu itiraf etmiştir. yetmezmiş gibi, akımın çekilen ikinci filmi olan idioterne'de lars von trier arka plan müziği kullanıp ikinci kuralı çiğnemiştir.

fakat aradan 26 yıl geçmiş olmasına rağmen, hala etkisi devam eden dogma 95 efsanesi hakkında kimsenin emin olamadığı tek şey şu:

dogma, iki sarhoş danimarkalının kafası güzelken eğlenmek için uydurduğu bir şey mi?

yoksa hakkında tezler yazılacak kadar ciddi bir sinema akımı mı?

Idioterne

bu akıma dair olumlu bir yorum

dogma 95, günümüz teknolojisinin kameralarının dahi gerçek göz görüntüsüne ulaşamadığı (pek tabi) düşünülecek olursa, "daha gerçek" olana giden yolu ve yöntemleri düstur edinme iddiasıyla yola çıkan öncülerinin sağlam bir çelişkiye toslamasına sebep olmuş sinema akımıdır. örnek vermek gerekirse, akşam saatlerinde (hava kararmak üzereyken olsun) odasına girip bir eşyasını arayan karakterin eylemini izlememiz mümkün olmaz. dogmaya göre, gerçek bir iç mekanda gerçek zaman ve ışıkla çekilmesi gereken bu görüntüler gerçekte olduğundan çok daha karanlık olarak bize ulaşır.

yine de getirdiği sıkı kalıp ve yaklaşımlarla sinemacıları yaratıcı yöntemler geliştirmeye zorlaması bakımından kıymetlidir. sinemada gerçekçi bir dil yaratabilmenin önemi üzerinde duranlar ve perdenin hayata açılan bir pencere olması fikrinden haz duyanlar minimalist sinemanın sunduğu değerlere eğilebilirler. böylece evet belki film biter ama perdenin ardında hayat akmaya devam eder. sinemada minimalizmin öncüsü kabul edilen robert bresson'un pickpocket filmi (öttürdüğü eseri de diyebiliriz) meraklılarına epey fikir verecektir.

türkiye sineması için konuşacak olursak, tam anlamıyla minimalist diyemezsek de yeşim ustaoğlu, sinemada gerçekçiliğin nasıl inşa edilebileceğine dair iyi örnekler sunmaktadır.

yani neymiş? gerçeğe giden yolda, gerçeğin dahi kendisine alan bulmakta zorlanacağı dogmalar yerine "disiplinli özgürlük" mottosuyla hareket etmekte her daim fayda vardır.

olumsuz bir yorum

sanat gibi bir alanda çıkıp bir manifesto yayınlayıp, biz bundan sonra filmlerimizi bu kurallara göre çekeceğiz demek, sanatın ruhuna aykırı bir şey gibi geliyor bana.

sanat, o sanatı icra edenlerin birbirinden, geçmişten, toplumundan, kendilerinden etkilenerek oluşan; zamanla çağının ruhuna göre şekil alan bir kavram.

siz şimdi oturup 45 dakikada yazdığınız kurallarla manifesto yayımlayarak filmler çekmeye çalışırsanız bu ne olursa olsun yapaylığını hissettirecektir.

örneğin; festen (the celebration) filmini ele alalım. -ki bu akımda izlediğim tek film şimdilik budur, bir film izleyip de ne ahkam kesiyorsun diyecek olanlar için mesaj kutum açık, hakaret dışında her türlü eleştiriye açığım.- her neyse filmin güçlü bir hikayesi var, her ne kadar senaryosu o kadar güçlü olmasa da hikayenin vurgusunu hissedebiliyorsunuz.

ancak olan şu ki; filmin çekim tekniği filmin önüne geçiyor. filmi izlerken dogma 95 kurallarına göre çekildiğini neredeyse her sahnede hissediyorsunuz. çekim tekniğinin gölgesinde hikayeye kendinizi yeterince veremiyorsunuz.

oysa bu yönetmenler daha yolun başında filmlerden kendilerini soyutlayacaklarını söylemişlerdi ancak aksine kendilerini daha fazla hissettirdiler bize.

Lonely Child

bazı dogma 95 filmleri

festen, danimarka, 1998
idioterne, danimarka, 1998
mifunes sidste sang, danimarka, 1999
the king is alive, danimarka, 2000
lovers , fransa, 1999
julien donkey boy, abd, 1999
fuckland, arjantin, 2000
chetzemoka's curse, abd, 2001
diapason, italya, 2001
italiensk for begyndere, danimarka, 2000
amerikana, abd, 2001
joy ride, isviçre, 2001
et rigtigt menneske, danimarka, 2001
strass, belçika, 2001
en karlighedshistorie, danimarka, 2001
era outra vez, ispanya, 2000
resin, abd, 2001
converging with angels, abd, 2002
elsker dig for evigt, danimarka, 2002
dias de boda, ispanya, 2002
el desenlace, ispanya, 2004
forbrydelser, danimarka, 2004
gypo, abd, 2005
lonely child, kanada, 2005