İnsan Psikolojisi Bir Defa Bozulunca Bir Daha Asla Düzelmez mi?

Psikolojimiz bir defa bozulunca kader mahkumu gibi mi yaşamak zorundayız geri kalan hayatımızı?
İnsan Psikolojisi Bir Defa Bozulunca Bir Daha Asla Düzelmez mi?

Önermeyi Ekşi Sözlük yazarlarından "harry tuttle" dile getirmiş detaylı olarak

bozulan psikoloji ancak ve ancak idare edilebiliyor sanırım. tam anlamıyla bir düzelme olmuyor. bir eşik atlandığında oradan artık geçmiş oluyorsunuz ve geçmiş olsun; çünkü geri dönüşü yok.

neden nörotisizm daha yaygın ve neden hayat, bir bombanın patlamasının etkileri gibi saçılarak devam ediyor ve hissedilenin, yaşananın önüne geçilemiyor?!

bu ilaçlar filan nörofizyolojiye hitap ediyor ve kalıcı değil. psikoloji ise birikimli yönelimli bir şey sanki. yani geçmişin derin dehlizlerinden alıyor karakterini. dolayısıyla bozulan bir psikolojiyi düzeltmeye çalışmak, geçmişin derinliği ve ağırlığı karşısında oldukça kısa kalan bir gelecekte; sanki çok hızlı bir trenin makas değiştirip yönünü tamamen değiştirmeye çalışması gibi acıklı bir yöntem. spin atıyor insan sonra.

Diğer Sözlük yazarlarının konuyu irdeleyen cevapları ise şu şekilde

ben psikoloji mezunuyum ve aynı alandan doktoraya devam ediyorum. alanım klinik psikoloji olmadığı için psikoterapi ve psikopatoloji alanında öylece atıp tutamam. bilmeyince çok kolay konuşuyor insan; ama klinik psikolojide uzmanlaşmamış bile olsam yıllardır psikoloji okuduğum için sözlüğe gelip yazanlar kadar rahat konuşamıyorum ne yazık ki.


öncelikle bozuk psikolojinin ne olduğuna ilişkin bir fikir birliğine varmamız gerekiyor

kişinin psikolojik iyilik halinin bozulmasından, yani kendinden ve yaşamından memnun olmama halinden söz ediyorsanız öyle her "ben memnun değilim" diyene tanı konmadığını, bunun için kişinin söz konusu bozuklukta tanı ölçütlerini karşılaması gerektiğini bilmeniz gerekir. elbette bu tanı koymayı uzmanlar yapar ve gerekirse ilaç ve psikoterapiye başlanır. kişinin sorununun kaynağı bulunur ve buna uygun bir psikoterapi süreci ilerler. gerçi bir kişinin psikoterapi alması için her zaman tanı konacak düzeyde bir bozukluk sergilemesi de gerekmez. kişinin yaşadığı kayıplarla, hastalıklarla ya da yaşam değişimleriyle başa çıkabilmesi için de psikolojik destek alması gerektiği durumlar olabilir ve bu gayet olağandır.

buraya kadar her şeyi anlatabildiğimi umuyorum.

şimdi kalkıp "sorun yaşayan bir sen mi varsın da söyleniyorsun?" diye dangalakça bir yorum yapmayacağım; çünkü bunun kadar işlevsiz ve sinir bozucu bir yaklaşım daha görmedim. bende işe yaramıyor en azından; ama bende işe yarayan bir şey var ki o da "inan bana yalnız değilsin. senin gibi hisseden ama söyleme cesaretini bulup da dile getiremeyen bir sürü insan var." cümlesi. bunu şu satırları okuyan herkese söylüyorum. yaşadıklarımızın gerçekten büyük ya da küçük olması bir noktada önemini yitiriyor; çünkü yaşadığımız her şeyi kendi bakış açımızdan değerlendiriyoruz; çünkü onu biz yaşıyoruz ve tüm deneyimlerimiz de öznel. bu nedenle de "bozulan psikolojinin asla düzelmeyeceği" algısı "bizim gerçeğimiz" oluyor (yani hepimizin sorun yaşaması sorunlarımızı önemsiz kılmaz. deneyimlerimiz bize aittir ve değerlidir).


ama bu noktada bence çoğumuzun yaptığı bir yanlış var

aslında yanlış demek yanlış olur; çünkü psikolojik desteğin devreye girdiği nokta tam da burası oluyor. yaşadığımız her ne varsa, ister büyük bir olay olsun ister küçük, bizi etkiliyor ve bizi -bazen biz istemesek bile- değiştiriyor. "geçmişteki ben"in bir "gelecekte olmayı beklediği ben" vardı. bu "gelecekte olmayı beklediğimiz ben" ile "dönüştüğümüz ben" arasındaki fark çok büyükse ve özellikle de olumsuz deneyimler sonucunda ortaya çıkmışsa buna her zaman uyum sağlayamayabiliyoruz ve bocalıyoruz. sürekli olarak "geçmişteki ben"i düşünüyoruz ve öyle olamadığımız için acı çekiyoruz. dönüşümü beklentimizin ve dahası denetimimizin dışında yaşadığımız, yaşamak zorunda kaldığımız için kabullenemiyoruz. aslında uyum sağlayamıyoruz da diyebiliriz.

değişim kaçınılmaz olsa bile bazı zamanlar istenir olmuyor; çünkü değişim hiçbir zaman kolay değil. böyle bir dönüşümü özellikle olumsuz yaşam olayları sonucunda, denetimimiz dışında yaşamışsak da insanın kendisini tanıyamadığı zamanlar bile oluyor; çünkü beklentilerimizin dışında bir ben ile kalakalınca yaşamımız alt üst oluyor. yaptığımız planlar bozuluyor. hayalkırıklığı yaşıyor ve öfke duyuyoruz. bende oldu. örnek vermeyeceğim; çünkü burada önemli olan, ne yaşadığım değil. herkes gibi -kiminizden fazla, bazılarınızdan az- bir şeyler yaşadım ve başa çıkmakta fazlasıyla zorlandım. "tüm bunlar neden benim başıma geldi?" diye sorgularken bir arkadaşım "rastlantı işte; benim başıma da gelebilirdi." demişti.

zaman makinesi için yalvardığım, yaşadığım duygusal ve düşünsel değişimlere inanamadığım günler oldu. eskisi gibi olmak için ağladığım geceler oldu. yaşadığım değişimi kabullenemiyordum. temelde bendim ama, bir şeyler hiç geri gelmemek üzere gitmişti sanki. sonra yenileri geldi. sonra bir şeyler daha gitti. ardından başkaları geldi. bir şeyler biçim değiştirdi. ben dönüştüm. çok sancılı bir süreçti. değişime ayak uydurmak hiçbir zaman kolay değil; çünkü insan hiçbir zaman hazır olmuyor aslında. güçlü ve dirençli olabiliyor ama. dönüşümü kaldırabilecek kadar güçlü ve dirençli olunca yaşadığın gerçek de değişiyor. uyum sağlamaya başlıyorsun. 


düzelmek derken eskisi gibi olmayı kast ediyorsanız haklısınız, hiçbir şey eskisi gibi olmuyor

hiçbir şey eskisi gibi olamaz ki. bir şeylerin eskisi gibi kalması demek, yaşadıklarımızdan hiçbir şey öğrenmememiz demek. doldurulmuş bir hayvandan ne farkımız kalır ki öyle olsak? her gün aynı; ama yaşamıyor. oysa o bile zamana direnemiyor aslında. değişiyor.

ben böyle düşünüyorum ve hissediyorum. haddim olmasa bile paylaşmayı istedim. sağlıcakla.

bir süredir üzerine düşündüğüm ve araştırma yaptığım, belli oranda doğrulayacağım bir önerme psikolojinin asla düzelmeyeceği

insan beyni, fizyolojik ve psikolojik her şeye tolerans geliştirebilecek bir gelişim süreciyle çalışıyor. bu akla gelebilecek her şey için geçerli. yenilen yemeğin içine konulan baharattan tutun da, daha önce deneyimlediğiniz çok basit bir hayat tecrübesi bile, o andan itibaren yavaş yavaş beyinin sahip olduğu toleransı geliştirmeye başlıyor.

üst üste yaşadığınız, tecrübe ettiğiniz basit bir duygu değişim durumunu düşünün. sizi çok mutlu eden, ya da tam aksine travmatik etki bırakan bu deneyimler, her defasında beyniniz tarafından daha da hızlı unutulmaya/yok olmaya başlar.

psikolojik ilaçlar, beyninizdeki nörotransmitterlere (sinirsel iletimde belirleyici rolü olan kimyasallar) etki etme prensibine dayanarak çalışıyor. yani, hali hazırda sahip olduğunuz şu yaygınca bilinen dopamin, seratonin gibi, mutluluğunuzu, hayattan aldığınız hazlara etki eden kimyasallardan bahsediyorum.

her nasıl, sizi çok mutlu eden bir eylemi sürekli olarak yapmak bir süre sonra sıkmaya başlıyor, yaşadığınız acının bir benzeri daha az etki bırakıyorsa; işte ilaçlar da nörotransmitterları her uyardığında, beyininizin kimyasına aynı etkiyi bırakıyor. herhangi bir şeye olan bağımlılık (uyuşturucu ve uyarıcı maddeler (alkol, esrar, kokain), sosyal takıntılar (bireye olan aşk, yalnız kalma korkusu, aşk), yiyecek - içecekler) aslında çok basit bir algıya itiyor insanı: hepimizin dopamin bağımlısı olduğu gerçeği.


işte tam olarak bu yüzden, deneyimlediğiniz bir psikolojik rahatsızlıktan kurtulmak için, psikiyatristler tarafından yazılan legal uyuşturucular (anti depresan vb.) gerçekten hastalığınıza çözüm olabilseler de, tamamen geçici olmakla kalıp, ileride kronik depresyona sebep olurlar.

beyininize kolay olan herhangi bir hazzı vermeye başladığınız vakit, her koşulda aynı şeyi tekrar tekrar aramaya başlayacaktır. her nasıl, alkole başladığınızda bir birayla başınız dönerken, zaman geçtikçe toleransınız sekiz taneyi götürebilmenizi sağlıyorsa, aynı şey bu durum için de geçerlidir.

eğer, beyin kimyamız dışardan gelen her etmene karşı tolerans geliştirmeseydi, muhtemelen insanoğlu hiçbir şeyin arayışına girmeyecek ve gelişemeyecekti. sürekli yaptığı şeylerin aynı keyifi vermesiyle yetinecek, yeni keşifler, bilgiler deneyimleme konusunda kayıtsız kalacaktı. öğrenilen her 'istek' doğrultusunda araştırılan bilgi, doğrudan dopamin reseptörlerine etki eder ve kişiye haz verir.

dolayısıyla, bu durum sadece kötü taraflarıyla tartacağınız ve kendinizi kötü hissedeceğiniz bir şey değildir.

belki asla tam anlamıyla düzelmeyeceksiniz, ama yaşanılan her tecrübenin sizi olgunlaştıracağı ve geliştireceği kesin.