İnsanı Derin Düşüncelere Gark Eden, Derebeyliklerle Dolu 1444 Avrupa Haritası

Feodalizmin dolu dolu yaşandığı, dolayısıyla bütün Avrupa'nın derebeyliklere bölünmüş olduğu bu haritayı uzun uzun inceledik.


istanbul'un fethinden önce, feodalitenin hüküm sürdüğü yıllar

her kale yapan devlet kurmuş. harita, avrupa'daki o kaosu osmanlı'nın nasıl fırsata çevirdiğini de gözler önüne seriyor. onlar birbirine girerken bizimkiler de birçok yeri fethetmiş zamanla...

siyasi birliği sağlayamamış, kara vebada nüfusunun büyük bir kısmını kaybetmiş feodal şehir devletlerinden oluşan bir avrupa haritasıdır

devletler bölük pörçük birbirinden bağımsız gibi görünüyor ama özellikle ingiliz tehdidine karşı merkez otorite tarafından yönetilip birlikte hareket ediyorlar. böyle bir organizasyonda ne entrikalar, ne taht oyunları dönmüştür kim bilir...

harita, bize çıkarım yapmamız gereken bazı şeyleri anlatıyor

- osmanlı'nın büyük fetih öncesi doğu sınırlarındaki birkaç güçlü beylik hariç inanılmaz büyüyerek yekpare bir devlet ve sonrasında da geleneksel imparatorluk olma yolunda ciddi adımlar attığını ve belli bir noktaya geldiğini görebiliyoruz. macaristan sonrası avrupa'nın en iç kısımları ise tam aksine, başlığı açan yazarın da dediği gibi adeta kale yaptıranın kendi kontluğunu ilan ettiği küçük küçük devletçiklere dönüşmüş vaziyette ve tam bir kaos, tam bir karmaşa var. hepsi bölük pörçük, irili ufaklı derebeylikleri. feodalizmin son altın çağı da diyebiliriz buna. bu vaziyet en az bir yüzyıl daha sürecek.

- osmanlı'nın sert ve güçlü saldırılarla görece rahat bir şekilde avrupa kapılarına kadar ilerlemesi de tam bu yıllara tekabül ediyor, zira madalyonun öteki yüzüne baktığımızda şöyle bir soru karşımıza çıkıyor: osmanlı gerçekten dönemine damga vuracak kadar bir süper güç, askeri açıdan çok üstün olduğu için mi bu kadar rahat ilerleyebildi? yoksa avrupalı derebeyleri ve krallar kendi aralarında birlik sağlayamadığı ve dolayısıyla mütemadiyen kendi içlerinde çekişme yaşadıkları için mi bunu fırsata çevirerek ilerleyebildi?

aslında bu sorunun cevabı için her ikisi de denilebilir ama, ikinci söylediğim husus daha çok ön plana çıkıyor. gelin birlikte inceleyelim:

1360'lardan itibaren ilk daimi ordu kuran ve bu orduyu bir sistem çerçevesinde planlı programlı geliştirerek büyütebilen devlet, osmanlı olmuştu. 1350-60'lara geldiğimizde pençik sistemi dediğimiz 5'te 1 manasında esir edilen kölelerden asker devşiriliyordu ve yetiştiriliyordu ki ilerleyen yıllar içerisinde, çok kısa sürede bu sistem tamamen devşirme sisteminin ve yeniçeri ocağının yerleşmesini sağlamış olacaktı. pençik sisteminde, osmanlı fütuhatta bulunduğu yani fethetttiği topraklardan esir alıp asker yetiştirirken; devşirme sistemiyle birlikte zaten halihazırda fethettiği ve zımmi hukuka tâbi kıldığı gayrimüslim halkın çocuklarını yetiştirmek üzere alıkoymaya başlamıştı. bu bilgi burda dursun.


ikinci olarak akıncılar, sipahiler ve uç beğleri vardı ki bunlar tamamen türk unsurlar olup atlı okçuluk sanatını icra ediyorlardı. macaristan'a kadar düz ovalarda at koşturup düşmana ani baskın veren ve düşmanı yıpratan bunlardı. dikkat edilirse osmanlı faaliyet gösterdiği yüzyıllar boyunca macaristan'dan öteye ciddi şekilde geçemedi ve varlık gösteremedi çünkü karşısına artık düz ovalar değil; engebeli ve dağlık arazilerin oluşturduğu coğrafi dezavantajlar çıkmaya, bu dezavantajlarla birlikte sarp yamaçlara kurulu güçlü kaleler ortaya çıkmaya başladı. örneğin 17. yüzyıla geldiğimizde osmanlı iki cepheli savaş halindeydi; doğu'da iran ile mücadele ederken batı'da avusturya ile ciddi şekilde hırpalanmaya başlamıştı fakat kayda değer başarılar elde edemiyordu. viyana kapılarına 1. süleyman'dan sonra ikinci kez 17. asrın sonunda gidip de bozguna uğrayarak geri dönmemizin sebebi budur: kalelere karşı etkili olamıyorduk ve geri çekilmek zorunda kalıyorduk. mohaç meydan muharebesi'nden sonra hiçbir avrupa kralı osmanlılar karşısına açık ovada/meydanda çıkmadı. bu durum korkaklık olarak addedilebileceği gibi aslında akılcı bir hayatta kalma doktriniydi. osmanlı'nın duraklaması, hatta zaman zaman muharebelerde ciddi kayıplar yaşaması ve büyük kazançlar elde edememesi bu yüzdendir: savaş prensiplerinin değişmeye başlaması ve açık arazi/ovaların terk edilip güçlü kalelerden çıkılmaması.

- konumuza geri dönelim. ne dedik? osmanlı'nın ilerlemesi, başlangıçta hem kendi askeri gücünden hem de avrupa'daki bu iç karışıklık ve haritadan görüleceği gibi irili ufaklı çok seslilikten kaynaklı vuku bulmuştu. fakat en nihayetinde osmanlı'nın 14. asır sonunda askeri gücünü oturtarak bir noktaya kadar getirebilmesi ekmeğin üzerindeki kaymaksa; avrupa'nın böyle bölük pörçük kaynaması da, osmanlılar için kaymağın üzerindeki bal idi. çünkü osmanlı, sanıldığı kadar süper güç olmadığını 1402'de, belki de en kuvvet bulmaya ve devasa ordular toplamaya başladığı bir zamanda, doğu'dan gelen asya kaplanından yediği tokatla aleme rezil olmak suretiyle göstermiş oldu. o asya kaplanı emir timur idi.

timur faciası, osmanlı'nın balkanlarda tam at koşturmaya başladığı sırada yaşandı. evet osmanlı öyle ya da böyle bir askeri sistem oturtmuştu, ama bu askeri sistem sanıldığı kadar harikulade ve sarsılmaz değildi. güçlü bir rakip olduğu zaman gayet de sarsılabildiğini, emir timur çok acı bir şekilde göstermiş oldu. işte benzer durum avrupa güçleri için de geçerli. ne zaman ki bu çok başlı ve irili ufaklı yapı zamanla yerini düzene, daha güçlü krallıklara bırakmaya başlıyor (fransa mesela, birliğini çok geç sağlayabilmiştir ama sağladıktan sonra da iyi bir güç olmuştur), osmanlı'nın fetihleri de o zaman duruyor. yardır yardır gitmek, 1444'ün haritasında kolay. peki ya 1644'ün haritasında?

1644 haritası.

- işin askeri boyutunu bir kenara koyup siyasi ve toplumsal açıdan haritayı incelediğimizde ise ortaya şöyle bir tarihsel ve sosyolojik vaka çıkıyor: bu çok sesli ve çok başlı ortam, avrupa'da demokrasi fikrinin tohumlarının çok erken atılmasına zemin hazırlıyor ki işte avrupa'yı avrupa yapan da tam olarak bu oluyor sevgili okuyucular... antik mısır'dan beri doğu toplumlarına has olan ''gökyüzünde tek bir güneş, yeryüzünde de tek bir hükümdar'' mantığı, onlarda sökmüyor. kralın bazen karşısında, bazen yanında feodal güçler (beğler) yer alıyor. onların yine bazen karşısında, bazen de yanında ruhban sınıf dediğimiz papa ve dini önderleri yer alıyor. celal şengör'ün dediği gibi, papa'nın şerrinden kaçınmak isteyen biri soluğu kralın yanında, kralın şerrinden kaçınmak isteyen biri soluğu feodal bir beğin yanında alabiliyor. her türlü asker-sivil, herkes için sığınma limanları daha fazla oluyor ve bu çok sesli ortamdan önce demokrasi sonra da hukuk ortaya çıkıyor, bağımsız ve hür şekilde.

bize bakın bir de. güçlüymüş gibi görünen büyükçe ve tek bir devlet, başında tek bir kişi: sultan. anadolu beyliklerinin hepsi tarihin tozlu sayfalarına, erken bir vakitte karışmak zorunda kalıyor. beylikler mevcudiyetini muhafaza edebilseydi, avrupa'daki bu karmakarışık görüntünün belki de aynısı anadolu içinde görülecekti.

öyle bir durumda belki biz de kendimizle didişip duracak, büyük fetihler yapamayacak, büyük isimler çıkaramayacaktık. fakat bugün görmek ve yaşamak için can attığımız demokrasimiz ve hukukumuz çok daha iyi bir seviyede olacaktı, daha müreffeh ve daha olgun, oturmuş bir sistem içinde hayatlarımızı idame ettirecektik.

bakın 21. yüzyılda tek adam sisteminden yine vazgeçemedik. çünkü bu durum gerçekten de genlerimize işledi. avrupa bunun önüne geçmek için, işte bu gördüğümüz 1444 yılından beri ağır bedeller ödedi. yeri geldi birbirlerini kılıçtan geçirdiler, yeri geldi topyekun savaşa tutuştular, ama sonunda onlar kazandı. biz 19. yüzyılda onlara yetişmeye çalıştık, 400-500 yıllık emekle kazanılmış şeyleri, hızlı ve temelsiz reformlarla sadece bir yüzyıla sığdırabileceğimizi düşündük, tabi ki böyle bir şey tutmadı. çünkü azınlık aydın kesimin aksine halkta böyle bir bilinç hiçbir zaman oluşmamıştı.

Final yorumu

batı devletleri, bu haritadaki çok başlılık sayesinde şimdinin demokrasilerini kurabildiler.

biz ise tarih boyunca tek başlı olduğumuz için hala bir demokrasi tesis edemedik.