İnsanın Huzur Dolduğu Bir An: Kendinin Sıradan Biri Olduğunu Fark Etmek

Kabullenmesi zordur fakat bir insanın, kendisinin sıradan biri olduğunu fark etmesi kadar da huzur veren az şey vardır bu hayatta.
İnsanın Huzur Dolduğu Bir An: Kendinin Sıradan Biri Olduğunu Fark Etmek
iStock.com

çekoslavakyada iş aramaktan, otostopla kübaya gitmekten, evde taze fasulye yerine çin yemeği yapmaya çalışmaktan, beslemek için satılık iguana aramaktan, uzakdoğulu ya da zenci sevgili arayışından, senden başkasının okumadığı dergilere abonelik ücreti ödemekten vazgeçildiği andır.

evet, hayat kısa ama beyhude yere yormamak lazım bünyeyi; farklılık uğruna kafayı bite sokmamak lazım.

belki de naif değişikliklerle arada sıradanlığı kırmak daha caziptir.

ne adamlar gördüm bir sene çinde yaşamış mesela; tek tespiti; -abi yemekleri çok kötü- oluyor. ne hayatı vasat görünen insanlar var; öyle bir keyif alıyor ki oturma odasını boyamaktan, insan onu tom sawyer sanıyor.

iStock.com

fiziksel olarak ne çok güzel ne çok çirkin olmak, benzer 30 insanla aynı servise binerek aynı fabrikaya çalışmaya gitmek, gümüşlüğe bardak dizmek sıradanlık gibi gözükebilir ama alınan keyif tüm geyikliğini nötrler.

vazgeçilebilir bir insan olduğunu fark etmek de iyi gelir bünyeye, -ben böyleyim o' lum- kaprisleri yerini belki de -özür dilerim yaaa- lara bırakır.

sıradanlık rutine binmediyse güzeldir. kirlenmek kadar olmasa da.

anti narsist bir eylemdir; sıradanlığın farkında olmak.

ne kadar erken ayıkırsanız bu duruma o kadar iyi bak. hem maddi hem de manevi olarak daha sağlıklı bir hayat için elzem bir şey bu. öncelikle şu fotoğrafa iyice bir bakın.


yine de "banane yaaaeee ben özelim .s .s" diyorsanız dünya nüfusunun %1'inin hatta belki daha da azının sıradan olmayan insanlardan oluştuğunu kafanıza güzelce yerleştirin.

ben de özel olduğumu düşündüm hep. ben lan ben! ben zannediyorsam zaten herkes zanneder. 4-5 yaşlarımı hatırlıyorum en fazla. o zamanlardan başladı kendimi özel hissetme durumu. daha öncesini, doğumumu falan hatırlayabilseydim o zaman da özel olduğumu, ben doğarken doğumhanenin bir ışık topuyla dolduğunu falan iddia ederdim. neyse...

4-5 yaşlarında çok olmak istememe ve tüm maddi ve manevi desteklere rağmen ninja kaplumbağa (özellikle mikalenjelo ama donatello'ya da razıydım) olamadığımda anlamalıydım özel bir insan olmadığımı. vazgeçmiştim ninja kaplumbağa olmaktan ama hala özeldim.

sonra sahne sanatlarına merak saldım. tüm muhteşem özelliklerimin burada ortaya çıkacağını biliyordum. anaokulunda kırmızı başlıklı kız piyesinde kurt kıyafetleri içinde altıma işeyince farkına varsaydım sıradanlığımın daha sancısız bitecekti belki bu süreç ama olmadı...

iStock.com

ilkokula başladığımda hedefim bambaşka boyutlara kaymıştı artık. düz çizgi bile yaparken zorlanmama rağmen kamyon şoförü olmaya karar vermiştim. ama babamın aldığı ve öğretmek için günlerini verdiği bisikleti paslanmaya terk edince yine özel bir insan olma planlarım suya düşmüştü. futbolcu olmak istedim sonra. işte buydu tüm yeteneklerimi deli gibi akıtacaktım futbolda ama hep kaleye geçen şişman çocuk oldum. kalecilikte özelleşeyim derken bir baktım "çok gol yiyor bu yaaee" diye oyunlara bile alınmıyorum. sıradan sıradan oturuyorum kenarda.

ümidimi kaybetmedim çünkü tüm özel insanlar hep ilkokulda sorunlar yaşamışlar böyle. ortaokulda, lisede hala özel olduğumu hissediyordum. önce bir halk oyunları konusunda özel olduğumu düşündüm. ama ortaokul seçmelerinde ön elemenin de ön elemesinde elenerek yine yeteneksizliğin, sıradanlığın dibine vurdu. pes etmedim, edebiyat alanıydı yeni hedefim. dünyanın en büyük aşklarını, ayrılıklarını ben yaşadığım ve tüm şarkılar benim için yazıldığı için duygusal yönümü ortaya çıkarmaya karar verdim. benim gibi özel bir insan nasıl harcanabilirdi ki? sonuç: (bkz: sevgiliden ayrılıp bir sike benzemeyen şiir yazmak).

edebiyat da değildi benim özel olduğum alan. neydi acaba? kesinlikle bir şey vardı, onu bulmalıydım. üniversiteyi kazandım kör topal bir şekilde. üniversite tam benim yerimdi. yıllarca pusmuş bekleyen tüm özelliklerim fışkıracaktı adeta. satranca merak saldım. işte benim büyülü dünyamdı burası. kasparov'un eline satranç tahtası verebilecek kadar özeldim bence. 7-8 yaşındaki çocuklar 5 hamlede mat oldum, vazgeçtim. ama dur! evet ya! doğru ya tiyatroydu benim özel olduğum alan. bunu nasıl fark etmemişim yıllarca. seçmelerde öyle bir performans sergiledim ki gerçek kesit'in setine bile 100 metre yaklaştırmazlar beni. ı ıh yok tiyatroda da sıradan bir insandım.

iStock.com

ben bu üniversiteyi niye kazanmıştım? çünkü eşşeğin si... neyse tabi ki özel olduğum alan bu bölümdü. ah salak kafam. hayvan gibi ortalama yapıp erasmus avrupa, oradan ver elini amerika. bilim dünyasında çığır acacaktım. ondan sonra hooop gelsin nobel ödülleri. plan mükemmeldi de işte hoca taktı bana hoca. fark etmedi bendeki cevheri. en fazla avrupa'da edirne'de tava ciğer yiyip geri döndüm. ama ciğer şahane onu diyeyim.

mezun oldum. hala sıradan olmadığım bir şey yoktu ama vardı ben biliyordum çıkacaktı ortaya. zar zor bitirdiğim okuldan sonra hangi şirketin ceo'su olsaydım acaba? 15000 liranın altında teklif kabul etmeyecektim maaş için. çünkü özeldim. ne yani sıradan insanlar gibi 1000-2000 tl falan mı alacaktım? almadım zaten. 1.5 sene işsiz kaldım.

işte kırılma noktası buydu. sonunda 25 yaşında dank etti kafama. ne özeli olm? ondan sonra hedeflerimi öyle bir küçülttüm ki inanamazsınız. ne psikolojim bozuluyor, ne özel olduğumu iddia ettiğim işler için boş yere para harcıyorum. kafam rahat. bir işe girdim. yaptığım iş hiçbir özellik, pırıltı gerektirmiyor tam benlik.

iStock.com

hedeflerimi küçülttüm dedim ama kesinlikle kaybetmedim. mesela haftalık hedeflerim var. pazartesi sabahı koyuyorum o hedefi kendime; "cuma akşamını görmek". bunun için uğraşıyorum tüm hafta. ve yüzlerce haftadır ulaşıyorum bu hedefime. başarıya doyuyorum. bak bugün yine cuma oldu. yine başardım! arkadaşlar çalışınca gerçekten oluyor bazı şeyler yılmayın.

neyse yine farkında olmadan tuğla gibi yazmışım. sonuçta burası ekşi sözlük buradakiler hep özel insanlar ben hariç.

o yukarıdaki fotoğraftaki toz tanesi olan dünya buradaki inanılmaz özel pirens ve pirenseslerin etrafında dönüyor taaağ mı gerizekaaalılar?

bir aydınlanma halidir ve bu hal başta kısa süreli bir yıkım getirse de sonradan yerini ‘’olsun lan, ben böyle iyiyim’’ demeye bırakıyor. en azından benim hayatımda böyle tezahür etti.

iStock.com

bir arkadaşımla konuşuyoruz, diyor ki ‘’hatırlıyor musun hani erdal vardı, o da seninle aynı dönem mezun oldu. işte o sonra mimarlığın üstüne antropoloji okudu şu anda meksikada’da zapatistalarla ilgili araştırma yapıyor’’ mideme bir yumruk iniyor ama hala nefes alıyorum.

başka gün okuldan birine rastlıyorum, ne var ne yok rutininden sonra, nerde çalışıyorsun soruları başlıyor. ben nihayet mesai saatleri insani, maaşı iyi bir işe girmişim, yıllarımı nasıl beş paraya ziyan ettiğimi anlatıyorum, o ‘’evet haklısın, ben de sonunda kendime geldim ve gelecek ay kanada’da sinema okumak için yola çıkıyorum’’diyor. ben buldumcuk olmuşken o bıkmış bile. yolunu çizmiş, hedefe nişan almış. ben hala aybaşına kaç gün kaldığını hesaplıyorum. o an sırtıma bir bıçak saplandı. zar zor çektim, yaşamaya devam ettim.

iStock.com

en son da bir arkadaşın amerika’da bir üniversitede ders vermeye başladığını öğrendim. benden iki yaş küçük bu adam şu an orda ben de burada onun yazdığı makaleyi okuyorum. bir an kendimden geçmişim.

ilk şoku atlattıktan sonra, durdum düşündüm. ne ki bu şimdi? tamam, onlar özel ama ben de harika punch yaparım mesela. içen cennete gider gelir. birkaç kişiyi gülmekten işetmişliğim vardır, hep anlatırlar. ne işe elimi atsam öyle veya böyle tamamlamışımdır. belki çok sıradan şeyler bunlar, belki benim gibi milyonlar var ama huzurluyum olduğum yerde.(sanırım hala prozacların etkisindeyim) canım istese ben de giderim*ama ben burada olmayı seçtim. sıradan insanlar ordusunun yıkılmaz bir neferiyim artık. mutfakta punch yapıyorum.

"huzur" dur.

iStock.com

her üniversite sınavı öncesi hayallere dalmıyorum. en basitinden bir güzel sanatlar fakültesi bölümü okur, hayallerimin peşinden giderim demiyorum. artık oturmuş bir hayatının olduğunu kabullenmek, "huzur" dur. iş yaşamımda daha üçüncü yılımda olmama rağmen bir ağırlık çöktü. ilk aylarımdaki gibi görev ili değiştirmiyorum, hatta görev yaptığım servisi bile değiştirmeyi gözüm kesmiyor, dünyayı kurtaracak kişinin ben olmadığımın farkındayım.

aşk romanları okumayı vakit kaybı olarak tanımlardım, zevkle okuyorum. tavsiye ederim, akşamları yatmadan önce altmış yetmiş sayfa aşk romanı okumalısınız. şöyle akıcı olsun, bir esas kız, bir esas oğlan olsun romanda. ooh mis. akşamüstü metro ile evime dönerken schopenhauer' in kadınlar hakkındaki bilgelik öğretilerini okuyamıyorum artık ben, sıradan olduğumu fark ettim.

bir yere içmeye gidilecekse, mekânın yüksek volüm müzikli, bol dumanlı bir bar değil de, evde hazırlanmış mezelerle donatılmış bir bekâr evi yahut evli arkadaşlarımda olmasını tercih ediyorum.

iStock.com

evliliğe hiç mistik anlamlar yüklemiyorum. "evlilik ve özgürlük" "evlilik aşkı bitirir" sorunsallarıyla artık hiç ilgilenmiyorum. insan cinsinin tek eşliliğinin imkansız olması fikrine kafam girsin. sevdiğim adamın çocuğunu doğurup çocuğumuzun yaramazlıkları için komşularla elim belimde kavga etmek istiyorum. akşam yemeğinde "bey" imle oğlanın servis şoförü kimin arayacağı sorunu yüzünden bozuşmak çok normal geliyor. oğlum haftasonu banyoda renkli boyalarla oynamak istedi diye, kapıya dayanan ev sahibine yüzümde boyalarla ayar vermek istiyorum.

emeklilik ikramiyemle dünyayı falan gezmek istemiyorum artık. hatta tüm hayatım boyunca üç dört ülke gezerim yeter. çocuklar şehirden gelir ara sıra, torunlara rakı sofrası falan kurar, bir iki detone türkü söylerim, bitti gitti.

insanın kendinin sıradan biri olduğunu fark etmesi, dünyada duyduğum en şahane şey.