İspanya'ya Taşınan Bir Ekşi Sözlük Yazarından: İspanyollar Nasıl İnsanlar?

Bir süredir İspanya'da yaşayan bir Ekşi Sözlük yazarının gözünden İspanya ve İspanyollara dair merak edilenler.
İspanya'ya Taşınan Bir Ekşi Sözlük Yazarından: İspanyollar Nasıl İnsanlar?

- ispanya'da ingilizce konuşan kişi sayısı oldukça az. madrid, barcelona gibi yerlerdeyseniz yine daha şanslısınız ama daha küçük şehirlerde kimseyi bulamayabilirsiniz. buna rağmen, aralarında nadiren ırkçılar/kötüler de çıksa, çoğu çok yardımseverdir. sizi anlamak, anlaşmak ya da yardım etmek için ellerinden geleni yaparlar. bankaların ya da telefon operatörlerinin ingilizce destek hatları vardır ama şubelere giderseniz hiçbiri bilmez.

- normal konuşmaları bayağı yüksek sesli. metroda, sokakta vs. yüksek ses duyup "kavga mı var lan" diye düşünebilirsiniz, halbuki iki kişi normal muhabbet ediyordur. kavgaya çok nadir rast geldim, ekstrem durumlardı genelde daha rahat takılıyorlar.

- seyahat için oldukça ideal bir yer. mesela barcelona'ya geldiniz, birkaç gün takıldınız, hazır buraya kadar gelmişken ibiza'yı göreyim bir de derseniz, 20 euroya uçak bileti bulabilirsiniz ibiza'da. tabii ki biraz şans işi ama, bulma ihtimaliniz yüksek. aynı şekilde, ülke içinde ya da yakın ülkelere gidiş gelişte de vueling gibi havayollarını kullanırsanız oldukça ucuza bilet alabilirsiniz.


- boğa güreşleri birkaç yıl önce "animal cruelty" adı altında yasaklanmış çoğu yerde. hala yaptıkları yerler var, adamlar manyak gibi içmeye başlıyor, ertesi sabah 5-6'ya kadar içiyorlar, sonra o kafayla boğalardan kaçıyorlar. mutlaka birinin bağırsakları deşiliyor tabii ki.

- madrid'deki türk konsolosluğuna birkaç defa gittim birkaç iş için. gayet güler yüzlü ve yardımseverler. acil durumlar vs. için telefonunu kaydetmenizde fayda var.

- her şehirde göç edenlerin ya da mültecilerin yerleştiği mahalleler var. ispanyollar bu konuda ırkçılık çok yapmaz, genelde oralardan uzak duruyorlar. konuştuğum bütün ispanyollar o mahallelerde fuhuş, uyuşturucu gibi bütün pis işlerin döndüğünü, özellikle gece vakti hiç tekin olmadıklarını söylemişlerdi. bu mültecilerin çok büyük bir kısmı faslı.

- evsiz sayısı bir california seviyesinde değil elbette ancak yine de var. büyük çoğunluğunu siyahiler oluşturuyor. faslılar genelde birbirlerine sahip çıkıyor ve inşaat işlerinde çalışıyorlar, kolluyorlar birbirlerini.


- siesta/fiesta olayını cidden seviyorlar. neredeyse her ay bir festivalleri oluyor. daha küçük şehirlere giderseniz bu festivaller daha güzel genelde. çalışmayı ise o kadar sevmiyorlar, daha doğrusu çalışma saatlerini. bankalar sabah 9 - öğlen 2 arası çalışabiliyor mesela. ha şöyle bir şey var; çalışma saatleri içinde gerçekten çalışıyorlar, kaytarma yok. ama mesela öğlen 1'de yemek yiyip 2'de ofise döndüğümüz günlerde, millet 3'te işten çıkıp bara gidiyor. bayılıyorlar işten çıkıp yakındaki bir bara gidip geceye kadar içmeye takılmaya. hafta içi-hafta sonu fark etmeksizin bütün kafeler barlar dolu oluyor genelde. akşam yemeklerini de saat 22-23 gibi yiyorlar. akşam yemeğini 18'de yiyen birini görüp garipsediklerine şahit olmuştum.

- mutfağı güzel. domuz etini seviyorlar bayağı. çoğu sokakta sadece domuz eti satan kasaplar var. bu yerler kasaptan daha çok tadım yerini andırıyor bana zira birkaç farklı tür sipariş edip, yanına da şarap söyleyip dükkanın hemen dışındaki masalarda deneyebiliyor, takılabiliyorsunuz. sonra da beğendiğinizden sipariş edip geçiyorsunuz eve.

- enflasyon, türkiye'deki kadar olmasa da var. memnun değiller bu durumdan ama henüz çok yüksek olmadığı için o kadar koymuyor. genel mutfak alışverişi tek kişi için haftalık 25-30 euro ile halledebilirsiniz. telefon hattına 10 euro verip 50 gb internet sınırsız konuşma vs alabilirsiniz. adidas, new balance tarzı ayakkabılar 30-40 euro arasına alınabilir yine aynı şekilde. en büyük problem kira. eğer uygun bir yer bulursanız kalan her şey için paranız yeter. taksiler çok olmasa da pahalı, toplu taşıma ucuz ve toplu taşıma ağı bayağı geniş. sürekli kampanya yapıyorlar "aylık 50 biniş 16 euro" vs. diye, onlardan yakalarsanız daha da iyi zaten.

- hırsızlık ya da gasp turistik bölgelerde var. barcelona'ya, madrid'e giderseniz siz de denk gelebilirsiniz.


- bürokrasileri, kağıt işleri bazen can sıkıcı olabiliyor. ikametgahınızı aldırmak, "padron" belgenizi almanız sadece 10 dakika sürerken banka hesabı açtırmak 3-4 haftayı bulabiliyor. eğer işvereniniz ya da okulunuz gelmeden önce size nie numarası çıkartmadıysa çalışma bakanlığı ile görüşüp, geldikten sonra bunlarla uğraşmak çok can sıkıcıdır. nie numaranızı aldıktan sonra tie kartınızı almanız lazım, bu karta başvurmak için randevuyu çok zor buluyorsunuz. hadi diyelim buldunuz, evraklarınız hazır, gittiniz başvurdunuz, her şey tamam olsa bile bu kartı basmaları en kötü bir ayı buluyor. 40-50 gün sonrasına tekrar randevu bulup, tekrar polis merkezine gidip kartı öyle alıyorsunuz, eve göndermiyorlar. eve göndermemeleri kötü diye düşünebilirsiniz, ama daha kötüsü eve göndermeye karar vermeleri. padron'u hallettikten sonra oturduğunuz yerdeki sağlık ocağına gidip aile hekimi tarzında size doktor atamalarını ve sizi oraya kaydetmelerini beklemeniz lazım. işlemler bittikten sonra size geçici bir kağıt veriyorlar ve sağlık kartınızı adresinize göndereceklerini söylüyorlar. artık o kart 3 ay sonra mı gelir 6 ay sonra mı gelir bilmiyorum.

- sportif bir millet bana sorarsanız, özellikle gençleri arasında. ofisteki ispanyollar arasında en az sportif olan her hafta sonu 40 km koşu yapıyor. eğer okyanus kenarındaysa kaldığınız şehir, sörf yapan insan sayısı da çok fazla. dışarıdan yeme kültürleri, barda içkinin yanına aldıkları tortilla ya da sandviç haricinde çok yok. ofiste de öğle aralarında evden getirdikleri sağlıklı yiyecekleri ısıtıp yiyorlar. bayağı bir bakliyat tüketiyorlar. aynı şekilde probiyotik konusunda da hassaslar bayağı, her öğünde yemeye özen gösteriyorlar.

- insanları, dediğim gibi sıcakkanlı bayağı, yardımseverler. genelde gördüğüm, keyifli bir hayat sürüyorlar. senede birkaç defa avrupa içine, ingiltereye kaçamak yapmayı seviyor bir çoğu. festivaller, konserler zaten sürekli var. içmeyi seviyorlar ama öyle ruslar gibi içtiklerini vs düşünmüyorum.


- özellikle cuma ve cumartesi günleri, sokaklar hıncahınç dolu oluyor. içip, şarkılar söyleyip eğleniyorlar. sabaha karşı geceyi bir kebapçıda döner-patates yiyerek sonlandırıp evlere dağılıyorlar sonra. ben ilk geldiğimde topluca yemeğe, sonra da cluba gitmiştik de sabah 6da hala buradan nereye geçelim diye konuşuyorlardı. sokaklarda performans sanatçıları da çok oluyor. özellikle, neredeyse her şehirde olan casco viejo (old town) kısımlarına giderseniz haftasonları çok eğlenceli oluyor gezmesi, takılması.

- ben henüz türkiye'ye/türklere karşı bir ırkçlığa denk gelmedim. türk olduğumu öğrenenler ya geçmişte gittikleri istanbul, kapadokya turlarını anlatıyor ya da buralara gitmek istediklerini söylüyor. genel anlamda seviyorlar türkiyeyi. arap olduğumuzu düşünen, karıştıranlar da oluyor ama tanıştığım kişilerin bir çoğu türkiyeyi avrupadan sayıyor. faslılara karşı, her ne kadar belli etmemeye çalışsalar da ırkçı düşünceleri var ama üstüne düşünecek kadar önemsemiyorlar bence. tek amaçları kafalarını rahatlatmak.

- gezmek isteyen olursa; granada, valencia, madrid, barcelona, bilbao gibi yerleri elbette gezsin ama ülkenin doğal güzellikleri çok daha fazla. san sebastian da mesela çok güzel bir yer. özellikle yemekleri enfes ve tabi ki cheesecake'i. dipnot olsun, burada san sebastian cheesecake'e basquecake diyorlar daha çok ama cheesecake deseniz de bir şey değişmez.

- fransızları sevmiyorlar genelde. milliyetçi takıldıkları, üstten baktıklarını söylüyorlar. "bir insan o pis şehirlerde yaşayıp nasıl milliyetçiliğini yapabilir, bilmiyorum" diyordu ispanyol bir arkadaşım fransızlar için. italyanları daha çok seviyorlar ama yine onların da şehirlerini pis bulduklarını söylüyor birçoğu. sanırım temizlik konusunda hassaslar biraz, en azından içmedikleri zamanlarda, içtiklerinde ortalık tam bir kaosa dönüşüyor. genel anlamda belediyelerin temizlik hizmetleri gerçekten iyi, toplu taşımaları temiz ve düzenli oluyor. bunu söylerken kastım "en iyisi" demek değil elbette ama karşılaştırma yaptığım diğer avrupa ülkelerine kıyasla ispanya bir tık daha üstte bu konuda.


- doğdukları, yaşadıkları şehre bayağı bağlılar. futbol konusunda hassaslar. türk oyuncuları da iyi hatırlıyorlar; nihat kahveci'yi, tuncay'ı, arda'yı, rüştü'yü hala hatırlıyor birçoğu. galatasaray'ı biliyorlar, bir de beşiktaş'ı daha çok. garip bir şekilde, arda ispanyadan ayrıldıktan sonra başakşehir'e gittiği için başakşehir'i de biliyorlar.

- hayat genel anlamda pahalı değil. araba almak isterseniz güzel fiyatlara alabilir veya kiralayabilirsiniz. öyle son model olsun takıntıları da yok çoğu zaman. sorun çıkarmasın, ayağımı yerden kessin diye bakıyorlar. bisiklet kullanımı yine yaygın. çoğu şehirde belediyenin bisiklet kiralama alanları var çok komik fiyatlara kiralayabiliyorsunuz.

- iklimi, havası çok değişken. güneyine indiğinizde akdeniz iklimini sonuna kadar hissettirirken kuzey kısımları bildiğiniz ingiltere, irlanda. hiç durmadan bir hafta boyunca yağmur yağar mı, yağıyor sanırsın forrest gump filmini burada çekmişler.