İzler İzlemez Yollara Düşme Tutkunuzu Alevlendirecek En İyi Yol Filmleri

Yollara düşmek sadece günlük hayattan kaçış değil, aynı zamanda bir yaşam biçimi. Bu nedenle de yaşamımızda sandığımızdan fazlasını temsil edebilir. Bu duyguyu derinden yaşayabilmek için en güzel yol filmlerini derledik.


Easy Rider (1969)

jack nicholson'un jim beam içtikten sonra çıkardığı seslerle koparan, peter fonda'nın garip hüzünlü haliyle kalp burkan, özlü konuşmalarıyla düşündüren, tekrar tekrar izlenesi süper film.

Thelma & Louise (1991)

harika bir yol hikayesinin yanında kadınların kendi başlarına da bişeyler yapabileceğini kendilerine ahkam kesen erkeklere kafa tutabileceğini de anlatıyor gibi geldi bana. hemen hemen her çeşit erkekle karşılaşan kadın karakterlerimiz hepsiyle layık ettikleri şekilde ilgilenerek yolculuklarına devam ediyorlar. izlediğim en iyi yol filmiydi diyebilirim.

Little Miss Sunshine (2006)

sevgi ne demektir, insan birini sevdiğini kendine ne zaman itiraf etmeye karar verir, masumiyetin sınırları nerede başlar nerede biter, gerçek güzellik samimi olan mıdır yoksa planlanmış olan mı, bir grup yalnız bir araya gelirse kendilerini yalnız hissetmeye devam eder mi, insanın kendinden vaz geçmesi başkaları ile iletişim kurmasının öncelikli şartı mıdır, hayat neden acı verir, kaybetmek nedir, kazanan kimdir sorularını sordurmayı hedeflediğini ve bunu başardığını düşündüğüm film.

Paris Texas (1984)

uzun, ağır ama sıkıcı olmayan, sade ama etkileyici sahnelerle bezenmiş filmdir. özellikle jane'in hikayesini dinlediğimiz ayna önündeki 8 buçuk dakikalık tek bir çekimden oluşan sahne wim wenders'ın coştuğu anlardandır. tabi nastassja kinski ve harry dean stanton'ın da oyunculuklarının hakkını vermek gerekir.

The Secret Life of Walter Mitty (2013)

baştan sona etkileyici manzaralarla dolu eğlenceli bir film. kaykay sahnesi olağanüstüydü. izledikten sonra sırt çantanızı takıp kendinizi yollara vurma isteğiyle doluyorsunuz. sean penn'de rolüne acayip oturmuş.

Sideways (2004)

gerçekten şahane film.

bazen sıkıntıdan film bitsin diye sürekli dakikasına bakarsın ya. işte bu filmde de bitmesin diye bakıyorsun.

beğenmeyen de olabilir, öyle inanılmaz bi hikayesi yok ama işte yol seven, şarap seven, yalnızlık sevenler kendinden bişeyler yakalayıp sonunda iç geçirebilir.

Inside Llewyn Davis (2013)

asla yatağı olmayan kanepede yatanlar, sabahları kabusla uyananlar, uyandıktan sonra aç karna sigara içenler, söyleyecek sözü olmayanlar, sarhoş olup etrafa saranlar, yolculuğu hayatın gerçeği yapmış olanlar, inandıklarından taviz vermeyenler, ayın sonunu değil günün sonunu getirmeye çalışanlar, kısacası elini attığı her işi bok edenler için şahane bir film.

Rain Man (1988)

bir çok film, kitap tarafından gönderme yapılan filmdir. efsaneler arasındadır. güldürür, eğlendirir, hüzünlendirir. ayrıca dustin hoffman'ın ne kadar büyük bir oyuncu olduğunun en büyük kanıtıdır.

Wristcutters: A Love Story (2006)

hem intiharzedelere özgü yarattığı dünyası hem de hepsi birbirinden renkli karakterleriyle masal gibi bir film. sonunda bir masal bitiyor ve bir diğeri başlıyor. mümkünse sabaha kadar salonda kalıp yeni masalı izlemeyi beklerken, yanan ışıklar ve tuvalete koşmak için önünüze düşen teyzeler sayesinde renksiz gerçek dünyanıza uyandırılıyorsunuz.

Limonata (2015)

son yıllarda izlediğim en güzel türk filmlerinden biri, serkan keskin'in, ertan saban'ın ve ali atay'ın ellerine kollarına sağlık. çok başarılı bir film olmuş. ayrıca ali atay ve ertan saban'ı her hafta mutlu ol yeter'de de izlemek ayrı bir mutluluk.

Paper Moon (1973)

zoraki ortaklar temalı filmlerin en güzellerinden olan peter bogdanovich filmi, aynı zamanda en iyi yol filmlerinden. moses'ın beraber yola çıkmak zorunda kaldığı küçük kız ise sürprizlerle dolu. ryan o'neal'ın kızı tatum o'neal'la birlikte rol aldığı filmde, tatum o'neal'ın oscarla da ödüllendirilen o kızgın ve sevimli, dikbaşlı ve cingöz karakterinin göründüğü her sahnede ardından neler geleceğini merakla bekliyoruz.

bir yol filmi olarak iki karakterin geçtiği o tozlu amerikan kasabaları, karşılaştıkları insanlar, yedikleri naneler sonuna kadar keyifle izleniyor. filmin gizli teması olan "sevginin" gözümüze gözümüze sokulmaması ve hiçbir şekilde duygu sömürüsüne meydan vermemesi de bana göre yönetmen peter bogdanovich'in en önemli başarısı.

Captain Fantastic (2016)

ilkelliğimizi, insanlığımızı hatırlatan, sorgulatan, yeni kararlar aldıran çok keyif aldığım bir filmdir. doğayla, mücadeleyle, güçle devam eden gerçek bir yaşam. sweet child o' mine çalması da beni benden almış ağlatmıştır. ilkel inanışları içermesi, annenin budist olması mitoloji hayranı olan benim kalbimi fethetmiştir.

ayrıca görüntüler ve mekânlar şahane, izleyin.