İzlerken İstanbul'dan Kaçıp Gitme İsteğinizi Tavan Yaptıracak Bir Beyaz Yakalı Videosu

140journos ekibi, “İstanbul’un Bedeli” serisinde İstanbul’da yaşamayı farklı sınıflardan insanların gözüyle inceliyor. İlk konukları ise İstanbul'da yaşamaya çalışan bir beyaz yakalı.


yıllar boyunca televizyonda hep aynı sahneyi izledin: bir adam elinde eski bir bavulla haydarpaşa’da iner, kadıköy’den boğaza bakarak şu cümleyi söyler: “istanbul sen mi büyüksün, ben mi?” belki farkında olarak, belki de istemsiz bir şekilde aklında bu sahne atlayıp bir otobüsle istanbul’a gelirsin. karanlık tünellerden geçip o mimari harikayla karşılaşırsın. “yolculuğunuz burada sona ermiştir. karşınızda esenler otogarı. bizi tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz.” otobüsten inip ayağını ilk yere bastığın zaman da anlarsın, bir insanın aslında ne kadar küçük olabileceğini ve istanbul’un aslında ne kadar istanbul olduğunu.

şehir bir çok meslek grubundan ve sınıftan insanı bir arada tutuyor. önemli bir bölümü ise beyaz yakalı çalışanlardan oluşuyor. tdk’nın yaptığı tanıma göre beyaz yakalı terimi “üretim sürecinde bedensel gücüyle çalışmayıp düşünsel etkinlikte bulunan, maaş veya ücret karşılığında çalışan memur, teknik personel”i karşılıyor. peki bir beyaz yakalı çalışanın istanbul’da kalmak için ödediği bedel ne?

"istanbul’a aslında kimse keyfinden gelmiyor, ben de dahil. ben beyaz yakalıyım şimdi, mesela beyaz yakalı diyorlar. işçiyim, bilgisayar başında çalışan bir işçiyim.emeğimi satıyorum. istanbul’da yaşamaya mahkum kalmışım." - onur serttaş (31), finans sektörü çalışanı, 3 yıldır istanbul’da

istanbul, bir yandan da bir çok imkan sunuyor şehir insanlarına. kültürün, sanatın, tarihin başkenti sonuçta. her şeyin elinin altında olması da istanbul’u daha da cazip bir hale getiriyor ama tutabilene tabii ki.

"düşününce istanbul’dasın ve her şey istanbul’da. opera burada, kültür, sanat, tiyatro, festivaller burada. spor müsabakaları burada. ama, sor bakalım ‘3 senedir istanbul’dasın, kaç kere operaya gittin, kaç tane festivale katılabildin?’" - onur serttaş

bir çok sebebi var tabii bu durumun. bu sebepler arasında birinci sırayı da istanbul’da yaşamanın maliyeti alıyor. türk-iş bu yılki (2017) türkiye genelinde 4 kişilik bir ailenin açlık sınırını 1.529 tl yoksulluk sınırını ise 4.979tl olarak hesapladı. ancak istanbul genelindeki ortalama kira maliyetinin 1980 tl, metrekare başına ortalama ev kirasının 21 tl olduğu hesaba katılırsa istanbul özelinde bir değerlendirme ihtiyacı ortaya çıkıyor. bu da bir çalışanın neden metrobüste saatler geçirmek pahasına işine uzak ve daha ucuz bir yerden ev tutmak zorunda kaldığını açıklıyor.

"daha önce marmara denizi’ni hiç görmemiş, bir sürü emekçi var istanbul’da. istanbul’un yükünü çekiyor, istanbul’u istanbul yapan bu insanlar aslında ama yoklar. istanbul’un hiçbir avantajından faydalanamıyorlar. daha çok onlar dezavantajlarını çözmekle meşgul. istanbul’un yükünü kaldıran insanların çoğu istanbul’u terk etmeyi bekliyorlar. tüm planları buna yönelik." - onur serttaş

istanbul’un sağladığı avantajlardan yararlanamamanın bir diğer sebebi de bir yerden bir yere ulaşmak için harcanan süre. önceleri sabah 7–9 arasıyla akşam 5–8 arası yoğun olan trafiğin yerini, gün içinde yoğun olan, iş giriş çıkış saatlerinde ise daha yoğun olan trafik aldı. toplu taşıma kullanımının yaygınlaştırılması bir çözüm olarak sunuluyor ama bu sefer de karşımıza araç trafiğinin yerini insan trafiğinin aldığı bir senaryo çıkıyor.

verilere baktığımız zaman, metrolarda geçtiğimiz 1 yıldaki (2016) yolcu taşıma sayısı 551.662.361 iken metrobüsteki sayının 259.970.770’i bulduğunu görüyoruz. 1 milyar 126 milyon 443 bin 602 ise, son 5 yıldaki metrobüsteki toplam yolcu taşıması sayısı.

“ben mesela biniyorum, şanslı bir insanım, 4 durak sonra iniyorum. 4 durak sonra nasıl ineceğimi düşünüyorum. kapıya doğru çıkabilecek miyim? şimdi kapıya yakın dursam, insanlar binemiyorlar. onu düşünüyorsun. o bile yani komik ama, kafanda stres yani. bunların hepsi problem." -onur serttaş

metrobüsten bağımsız bir istanbul gerçekliğinden bahsedilemez tabii ki. ancak sanılanın aksine bir çok faydası vardır o uzun, sıkışık yolculukların. her şeyden önce istanbul’da yaşamanın farzlarından olan rekabeti metrobüse binmeye çalışırken yaptığın idmanlarla elde edebilirsin. yeterince pratik ve şanslıysan elbette. zar zor o kapıdan içeriye adımını atarsın, kendine bir yer bulursun. çok da bir beklentin yoktur zaten aman güzel bir yer kapayım diye. ayağını bassan yeter. bir güzel yanı da hayatını sorgulayacak bol bol zamanın vardır. ve aklından şu düşünceler geçer. hadi ben buna geçici bir süre katlanıyorum da bu insanların zoru ne peki? ve sonradan aslında herkesin aynı şeyi düşündüğünü fark ettiğin an ,soğuk soğuk terlemeye başlarsın. işte bu anda da metrobüs gene imdadına yetişir ve sıcaklığıyla ısıtır seni. kendi düşüncelerinde boğulmaktan da çoğu zaman kurtarır seni. çünkü metrobüsün bir yerinde hararetli bir tartışma başlamıştır ve tüm dikkatin oraya kayar.

"istanbul dışında yaşayan bir insan, istanbul içinde gelip de bir yerden bir yere metrobüsle gidecekse ilk sefer, ben kendisine uzaktan gerçekten böyle hafif bir gülümsemeyle acıyarak bakabilirim. çünkü onu enteresan sahneler bekliyor. başka bir yerde başka bir toplu taşıma aracına binmek gibi bir şey değil o. şimdiye kadar sahip olduğun kişiliğinden ödün veriyorsun. yoksa metrobüse binemezsin." - onur serttaş

trafik ve maddi unsurların etkisini en aza indirmek için farklı alternatifler buluyor insanlar da. kamuya açık park ve bahçelerde vakit geçirmek seçeneklerin arasında en ekonomik olanı olarak beliriyor. ancak bunu da diğer insanlarla birlikte yapmak zorunda kalıyorsun. çünkü her yer insan.

"her şey pahalı. bir yere gidiyorsun, yemek yiyeceksin pahalı. içmeye gideceksin pahalı. bu sefer kendine alternatif planlar yaratıyorsun. daha kamuya açık, ortak kullanım alanları ücretsiz sahiller, parklar, bahçeler. bir gidiyorsun, bir sürü insan. istanbul böyle bir yer. keyif mi çıkaracaksın? herkesle birlikte çıkarman gerekiyor. güneşleniyorsun, hava alıyorsun, hep birlikte. niye? her yer insan.." - onur serttaş

istanbul’da her şey göreceli de bir yandan. mesela belediyenin açıkladığı kişi başına düşen yeşil alan 5.62 metrekareyken mimarlar odası’na göre bu sayı 1.2 metrekareye; ormancılar derneğine göre ise 1 metrekareye düşebiliyor. bu sayılar dünya sağlık örgütü’nün minimum kabul ettiği bir şehrin insanlarına sağlaması gereken yeşil alan miktarı olan 9 metrekarenin altında. hal böyleyken sitelerde bina aralarına sıkışmış on metrekarelik yapay yeşilliğe park derken buluyoruz kendimizi; ya da e5 kenarındaki yeşilliklerde piknik yapan aileler alışılmış manzaralara dönüşüyor.

“sürekli burayı harcıyorsun, buradan götürüyorsun zarar veriyorsun aynı zamanda. kimimiz bunun farkında, kimimizin düşünecek hali yok, kimimiz de faydalanıyor. zoruna gidiyor, insan olarak üzülüyorsun istanbul’a. istanbul hepimizin gözleri önünde bir şehir, eridi gitti. kimse kafasını kuma gömmesin. hepimize geçmiş olsun" - onur serttaş

incelemenin orijinali için: https://140journos.com/…anbulun-bedeli-90a98446e385

140journos whatsapp grubundaki istanbul tartışması: https://140journos.com/…sam-pahaliligi-ac7a0ea24d84

Ekşi Sözlük'ün içerik sponsorlarından 140journos'u Twitter ve Facebook üzerinden takip edebilirsiniz.