Japonya Birçok Ülkeye Göre Çok Daha Geri Kalmışken Nasıl Bu Kadar Hızlı Modernleşti?

Sözlük yazarı "polly jean", politik, ekonomik, jeopolitik konum gibi nice durumun her şekilde avantajlı biçimde değerlendirilmesiyle Japonya'nın modernleşme sürecini anlatmış. Dünya ülkeleri arasında birçok anlamda ön plana çıkmayı başaran Japonya'nın kısa sürede nasıl bu noktaya geldiğine bakalım.
Japonya Birçok Ülkeye Göre Çok Daha Geri Kalmışken Nasıl Bu Kadar Hızlı Modernleşti?
iStock


vakti zamanında clutter sorduydu "japonlar 1870'lerde batılılaşmaya başladılar. elde avuçta hiçbir şey yok. biz ta 1700'lerde başladık. coğrafi konumumuz, tarım potansiyelimiz, değerli madenlerimiz, stratejik ortaklıklar kurarak tabiri caizse ordumuzu batılı devlere satmamız, teknik gelişmeleri askeri vesilelerle edinegelmemiz gibi enstrümanlarımız vardı. bu adamlar ise 300 yıl boyunca kendilerini batılılara tamamen kapattıktan sonra tak diye açıyorlar ve bizim enstrümanlarımızdan da yoksunken nasıl, yani neyi satarak, neyi feda ederek 1908'de rusya'yı tokatlayacak noktaya geldiler?" diye...

bildiğim kadarı ile anlatayım. 

evvela, tokugawa şogunluğunun kapıları yabancılara kapatarak kendi iktidarlarını sağlamlaştırmaya çalıştıkları açıktır. 


lakin bu demek değildi ki, japonya'da yabancı yoktu. bir miktar ispanyol, bazı cizvit papazları, bilhassa hollanda'dan tüccarlar ve misyonerler boldu esasen japonya'da. çünkü japonya'da, baharat, demir, altın yoksa da, onlardan daha değerli ticaret maddeleri vardı, ipek, porselen, inci. keza misyonerler için de altın madeniydi orası, çünkü insanların çoğu shinto ve budistti, bu iki inanç da başka inançları dışlamıyordu (hatta "dininiz nedir?" sorusuna "shinto, budizm ve hristiyanlık" diye cevap veren epeyce japon vardır, bakınız bozkurt güvenç, japon kültürü, iş bankası yayınları) haliyle, oraya giren yabancılar, beraberinde batı'nın bilgisini de getiriyordu. ian buruma, japonya'nın bu dönemlerde zannedilenden çok daha fazlasını bildiğini söyler. haliyle "bir anda zıpladı" durumu yok. bilgi yavaş yavaş depolanmaya başlamıştı 1600'lerden itibaren.

sonrasında yabancılar sınır dışı edildi ve yeni yabancı kabulü çok kısıtlandı. 

fakat hollandalılar hep ayrıcalıklı kaldı, çünkü silah için yardım ediyorlardı. kendilerine ait sınırlı bir yaşama bölgesi vardı, oradan çıkmamaları kaydıyla önce şogunluk, ilerki zamanlarda meiji hükümetiyle yakın temasta oldular. meiji döneminin en önemli isimlerinden, sonradan "japon mucizesi" denen şeyi mümkün kılacak olan eğitim sistemini tasarlayan isimlerden yukichi fukuzawa nasıl ilim aşkıyla dur duraksız felemenkçe çalıştıklarını, özellikle tıp, askeriye ve askeri teknoloji alanlarındaki kitapları japonca'ya çevirdiklerini otobiyografisinde anlatır.


yani meiji döneminden evvel başlayan bilgi birikimi, meiji restorasyonu ile şogunluğa el konulup, zaten var olan tenno(imparator)'nun askeri gücü de kendi eline alması ile bu bilgi aktif şekilde kullanılmaya başlanmıştı. başlanmıştı da, reform yapmak için paraya ihtiyaç olduğu muhakkak. 

peki japonya yetersiz kaynakları ile ihtiyacı olan parayı nasıl karşıladı?

japonya fena halde şanslı bir ülke. yüzyıllar evvel nasıl denizdeki fırtına sayesinde iki kez moğol istilasından kurtulduysa ("kamikaze" "tanrının nefesi" demektir ve vaktiyle ülkeyi kurtarmış bu fırtınalara kamikaze denmiştir. şimdi neden intihar saldırısı yapan pilotlara kamikaze dendiğini daha rahat anlayabilirsiniz) yine şans japonya'ya yardım etmiş. 

efendim, ipek bildiğiniz üzere çok değerli ve pahalı bir ticaret malzemesi. çin ve japonya aptal değil elbet, ülkeden ipek böceklerinin çıkarılması yasak ("silk" filmini hatırlayın) "böcek bende, ben ondan kumaşı yapayım, gel öyle al" diyor. çünkü işlenmiş ürün her zaman daha kazançlı. fakat vakt-i zamanında, bir rahibin asasına ipek böceği yumurtası saklayarak avrupa'ya kaçırdığı söylenir, hikaye doğru mu bilinmez, ama avrupa'da da bu yıllarda artık ipek üretilebilmekteydi. fakat şans bu ya, 1860'lı yıllarda, osmanlı devleti'ni de etkileyen bir ipek böceği hastalığı baş göstermiş avrupa'da, bütün ipek böcekleri ölünce de, çaresiz tüm ipek tüccarları ipeklerini japonya'dan almak zorunda kalmışlar uzun süre... 


işte bu patlayan ipek ihracatı, japonya'ya reformlarında kullanmak üzere sıcak para sağlamış. üstelik, avrupa ile kurduğu bu ticaret ilişkisi, tekstil teknolojisindeki gelişmeleri de ülkeye sokmak açısından faydalı olmuş. sanayi devrimi'nden bildiğimiz üzere, ticarette ilk atılım hep tekstilden gelmiştir. ondan gelen para akılcı kullanıldığı takdirde, ingiltere, japonya gibi avantajlı konuma geçmek mümkündür. osmanlı ile kıyaslarsak durumu, osmanlı 1909-11 yılları arasında epi topu -ki tekstil mevcut durum içinde gene en güçlüsü osmanlı için- 17,550 ton el dokuması, 1000 ton sanayi dokuması üretebilmişken, japonya sadece 1913 yılında 56,350 ton kumaş üretmiş. bu alanda osmanlı'ya kıyasla ezici üstünlüğü açık. (rakamlar selçuk esenbel'den, "japonya ve türkiye çağdaşlaşma tarihi", çağdaş japonya'ya türkiye'den bakışlar, simurg yayınları, 1999)

ha, tabii olay para kazanmakla bitmiyor; japonya'nın "mucize"si, bence parayı etkin kullanması. 

bunda sosyologlar, kıt kaynaklarla büyüyen, daima kendisini fakir bir ülke olarak gören japonya insanının, hiçbir şeyi çarçur etmeme alışkanlığının bu optimum dağılımı yaratabilmesini sağlayan yegane şey olduğunu söylüyor. oysa osmanlı'da israf en önde gelen şeylerden biriydi. hatta japonya ile ilgili şu örnek verilir "hiçbir ingiliz'in ülkesinden 'bizim küçük, mütevazı ülkemiz' diye bahsettiğini duyamazsınız. orası 'great britain'dır. halbuki ingiltere'den daha büyük bir ülkede yaşasa da, japonlar kendi ülkelerini ufak sayar. çünkü tam karşısında hindistan ve çin vardır. küçüklük kompleksi, japonları büyük olmaya itmiştir." 


ben de bu açıklamaya epeyce inanıyorum. keza kıt kaynaklar faktörü de önemli. istatistik bilimine en büyük katkıyı japonların yapmasının sebebi, hata payını hesaplamaya çalışmalarındandı, çünkü israf edecek kaynakları yoktu. kısaca japonya, bir şans sayesinde eline geçen paranın kıymetini bilmiş, özellikle eğitim başta olmak üzere, endüstri ve modernleşmeye yatırmıştır parasını... (sonrasında askeri modernleşme sonucu, küçüklük kompleksini parayla harmanlayan japonya'nın yelkeni emperyalizme kırması çok acıdır, fakat o bir başka entry'nin konusudur.)

bundan sonra birçok başka detay daha var tabii başarıyı etkileyen. 

örneğin 1800'lerde avrupa'da 35 milyonluk ülke yok. japonya'nın ise 35 milyonluk, veba görmemiş, savaş görmemiş, yani yorgun ve bitkin olmayan bir nüfusu var. son savaş 1600 yılında derebeyleri arasındaki sekigahara savaşı ki, sonrasında tokugawa şogunluğu sayesinde pek çatışma olmamış. yani parasını savaşa yatıran avrupalı devletlerin sorunlarına sahip değil japonya. bu nüfusun kadın kesiminden yararlanmak için de 2. dünya savaşı'nı beklememiş bazı ülkeler gibi, kadınlara hemen ipek böcekçiliğinde çalışma izni çıkarılmış filan. sonra ada coğrafyası olmanın faydaları gereği, komşu çatışması pek yok, üstelik etrafındaki ülkelerden daha zengin ve merkezi, üniter bir yapısı var diğerlerine kıyasla. az bir azınlığı var, başlıca azınlıkları ainu ve koreliler (bkz: ainu/@polly jean) (bkz: koreli/@polly jean)


yani meiji devrimi'ne dek, sömürgeci olmayan, birilerinin sömürgesi de olmayan, oldukça kendi halinde ve durgun bir devlet iken, 1858'de amerikalı komodor perry'nin "ziyareti" sonucu mecburen limanlarını dış ticarete açan, hatta buna bile ahlanıp vahlanan bir japonya'dan, sadece on yıl sonra, 1868'de meiji devrimi'ni yapıp "dünyanın gerçeği buysa, biz de bu gerçeğe uyacağız. düşmanlara yem olmamak için bilgi denen şeyi edinmeliyiz, hem de çok çabuk edinmeliyiz" diyen, profesörlere para verip ülkesine getiren, avrupa'ya öğrenci yollayan, teknolojiye para ayıran, ihracattan elde ettiği parayı savurmayan bir japonya görüyoruz. zaten japonya'nın, başka birçok kötü özelliğine rağmen, türkiye gibi ülkelerde "sevilmesi", "hayranlık uyandırması" da bu disiplin sonucu olsa gerek. 

yiğidi öldür hakkını ver demişler, kendi kültürleri gereği totalitarizme çok yatkın olsalar da, iş birlik olup çalışmaya gelince, aynı kültürün japonlara avantaj sağladığı kesin. ben olsam "alman disiplini" lafının yerine "japon disiplini" lafını koyardım. zira japonlarla kıyaslayınca almanlar çok gevşek kalırlar ^^ ama işte japonlar hep "sevimli" tarafta, herhalde japonların gözümüzdeki olumlu imajı, onların öldürdüğü milyonların yeterince filminin olmayışından olsa gerek...

kısaca bu kadar... esen kalınız...