Kadıköy'ün Seneler İçinde Geçirdiği Dönüşüme Eski Bir Semt Sakininin Serzenişi

İstanbul'un albesini en yüksek ilçelerinden biri olan Kadıköy, seneler içinde bazı değişikliklere uğradı. Kadıköy'ün eskilerinden biri olan bir Sözlük yazarı da bu durum hakkında bir şeyler söylemiş.
Kadıköy'ün Seneler İçinde Geçirdiği Dönüşüme Eski Bir Semt Sakininin Serzenişi

aslında kadıköy'ün dönüşümü (ve bana göre batışı), toplum hakkında çok kesin bir sonuca varmayı kaçınılmaz kılıyor. bunu yazının sonunda söyleyeceğim ama önce çok da eski olmayan bir geçmişte kadıköy genelde nasıldı, genel nüfus yapısı ve yaşayanların demografisi nasıldı; ondan bahsedeyim ki dönüşüm ne kadar keskin oldu anlaşılsın.

öncelikle, eskiden kadıköy'de memur kesim çoğunluktaydı. asker ve öğretmen yoğunluklu sakinleri yüzünden de kalitesi çok yüksek ilçelerden biriydi. özellikle bu insanların yaşadığı semtlerde her şey daha temiz, daha düzenli, daha tertipliydi. buna bağlı olarak da insan kalitesi ister istemez yüksek oluyordu. yine sayıca az da olsa rum/ermeni vatandaşlar da semtlerin önemli bir değeri, güzelleştiren bir rengi oluyordu.

tabii insan kalitesinin yüksek olmasına bağlı olarak bir sorun vardı ki o da kadıköy'ün sonunu getirdi. insanlar daha az çocuk yapıyor ama daha uzun yaşıyordu. bunun sonucunda da evlerin sahipleri olan insanlar yaşlanıp ölene kadar sadece çocukları değil; torunları, hatta torunlarının çocukları bile mirasçı statüsüne girmeye başlıyordu. malumunuz bu kadar çok hak sahibi mirasçı olan yerde bir malın elde tutulması imkansızdır. haliyle o evlerin/arazilerin sahipleri el değiştirip kadıköy'le alakasız kişilerin eline geçer. bunun sonuçlarını daha sonra anlatacağım.

zamanında asker/öğretmen yoğunluklu nüfus yüzünden çevre duyarlılığı çok daha yüksekti ki bu da istanbul'un diğer ilçelerine göre çok daha fazla ağaç/yeşillik/çiçek demekti. kadıköy'ün merkezi olan altıyol'dan başlayıp ister minibüs caddesi diye bilinen cadde tarafından, ister bağdat caddesi tarafından erenköy'e kadar giderken o kadar çok çeşit meyve ağacı, o kadar çok çeşit çiçekli bahçe ile karşılaşılırdı ki... mevye ağaçlarından bazıları: şeftali, kayısı, yeşil erik, kırmızı erik, malta eriği (yenidünya), elma, amasya elması, dut, incir, kiraz, vişne, çağla, limon, ceviz vesaire ilk aklıma gelenler. bunlar öyle numunelik değil çoğu apartmanın bahçesinde üçer beşer bulunan, hatta meyveleri kaldırımlara kadar saçılan, hormonsuz, organik, her çocuğun gidip dalından bedava yiyebildiği ağaçlardı. şimdi böyle bir şey hayal dahi edilemese de bir zamanlar çocuklar meyve turuna çıkar ve akşama kadar üçer beşer kilo meyve yemeden dönmezlerdi.

aynı şekilde apartmanların daha bahçe giriş kapılarından itibaren binbir çeşit çiçeğin mis gibi kokuları ve göz alıcı renkleri karşılardı insanı. akşam sefası, hanımeli, gramafon çiçeği, ortanca, menekşe başta olmak üzere bahçeler ağzına kadar çiçek dolu olurdu.

yine çoğu apartmanın bahçesinde çardak olur, komşular yaz akşamları burada birlikte akşam yemeği yer, eğlenceler düzenler, gündüzleri çay partileri yapılırdı.

apartmanlar az katlı, çok geniş balkonlu, geniş odalı evlerden oluşurdu çoğunlukla. hatta öyle ki göztepe, erenköy, şaşkınbakkal , suadiye, fenerbahçe, kalamış gibi semtler adeta yazlık belde havası taşırdı. ayrıca bu semtlerde çocuklar için çok sayıda yeşil park ve oyun oynayacak alan olurdu ki şimdi izi bile kalmamıştır.

insan kalitesinin yüksekliğinden, kapı komşunuzun emekli general, karşı komşunuzun profesör olması kimseyi şaşırtmazdı.

sonra yavaş yavaş eski kuşakların ölmesiyle bir dönüşüm başladı. daha sonra deprem bahane edilerek kentsel dönüşüm denen garabet şey de üstüne tuz biber ekti. "depreme önlem alınmasın mı?" diyecekler için cevap vereyim: kentsel dönüşümde yıkılan apartmanlar tehlikeli olan daracık eski apartmanlar değil; az katlı, geniş bahçeli, yani mütaeahhitler için en karlı apartmanlar ve semtlerdi.

şimdi burada "memleketi mahvettiler" martavalı okuyacağımı bekliyorsanız boşuna beklemeyin. çünkü bu yazıyı yazma sebebim bunun tam aksi. gece gündüz "memleketi mahvettiler" diye dolaşan o kadıköylüler, iş kendi karlarına gelince en aç gözlüleri bile mumla arattılar. kaç yıllık ağaçların kesilip, o güzelim geniş bahçeli apartmanlarının yerine devasa süt kutusu gibi iğrenç apartmanlar dikilmesi teklif edildiğinde bırakın karşı çıkmayı, "bak diğer müteahhit x marka eyve takıyor, x marka aspiratör veriyor, sen vermiyeceksen onun teklifini kabul edelim" diye müteahhit yarıştırdılar. heyecanla, şevkle sözleşme imzalarken aslında kendi geçmişlerini, kendi aidiyetlerini sikindirik bir evye, kodumunun bir asansörü ile takas ettiklerini fark bile etmediler.

yeni yapılacak apartmanlardaki dairelerin ne kadar daha yüksek değerli olacağını gözleri parlayarak hesaplarken, kendi çocukluklarını, o ağaçları elleriyle diken, o çiçekleri çocukları gibi seven eski nesilleri, o sen şakrak kahkahaların yankılandığı anıları sattılar aslında ve bunu umursamadılar bile.

üstelik bu tayfanın neredeyse tamamı hala gece gündüz "memleketi mahvettiler" diye kafa s*kiyor, kendileri dışında herkes suçluyken, hep diğerleri hatalı ve açgözlüyken kendileri sütten çıkmış ak kaşık gibi dolaşıyor. hiçbiri de "ulan biz ne yaptık, niye böyle bir bok yedik" diye kendilerine eleştiri yapmıyor, toz kondurmuyor.

zaten o yüzden hep diyorum bu toplumun sorunu bir şahıs/bir siyasetçi/bir parti falan değil. bu toplum kendi işine gelince açgözlü ve hep daha fazlasını isterken, kendilerinde hiç hata görmezken başkalarını her şeyin suçlusu ilan etmekten vazgeçmedikçe hiç bir zaman düzelmez. tabii tabii "memleketi mahvettiler", sen mahvetmedin, halbuki sana da x marka evye teklif etselerdi hiç sorun kalmazdı değil mi? hep diğerleri suçlu moruk, sen evin temiz olsun diye müteahhite verdin biliyorum, rahat ol sen.

ayrıca işin en çok ciğer parçalayan yani, bu yukarıda anlattığım zamanları yaşayanların bile bu kadıköy'deki bu dönüşümü umursamaması, hatta çok kolayca benimsemesidir. zaten ben bu sayede şunu öğrendim ki, bu toplumun bir toprağa aidiyet duygusu, köklenme duygusu falan yok kardeşim. doğup büyüdüğü sokaklar, semtler, şehirler bambaşka bir şeye dönüşürken huzursuz hissetmek şöyle dursun eğer bir çıkarı varsa en başta koşuyor. ve bu "diğerleri"ne has bir şey değil. her kesimin ortak davranışı bu.

mesela kadıköy'de doğup büyüyüp kadıköy'deki daha yakın zamana kadar duran dev kütahya porselen vazosunu hatırlamayan, bir ara altıyol'a yapılan katlı havuzları hatırlamayan, rıhtımdaki üst geçitleri hatırlamayan, rus pazarını, kuş pazarını vesaire şeyleri ulan en göz önündeki onlarca şeyi bile üç günde unutan insanlardan oluşan bir toplum var. baştan aşağı balık hafızalı bir toplumun, sırf siyasi konularda papağan gibi ezberledikleri şeyleri tekrarlarken kendi çocukluklarına dair anıları bile umursamamasına ne diyeyim bilmiyorum.

ben mi? doğup büyüdüğüm ilçenin tamamen yok olup gitmesi ve kimsenin bunu umursamaması benim açımdan bu toplumun bir parçası olma hissini tamamen bitirmişti zaten. o sokakların, caddelerin hem isimlerinin değişmesi, hem şekillerinin şemallerinin, yönlerinin, apartmanlarının, bahçelerinin, kısacası her şeylerinin değişmesi korkunç bir boşluk duygusu oluşturuyor. tanıdık bildik hiçbir şeyin kalmadığı bir semtte nasıl bir aidiyet duygusu gelişir ki?

"ben hakikaten oralarda mı büyümüştüm?" diyecek kadar yabancılaşırken "o sokak gerçekten orası mı?" diye kendinden şüpheye düşürecek kadar çığırından çıkmış bir dönüşüm açıkçası büyük bir suç olmalıydı. ama bu suç başkalarına değil bu dönüşüme elinde tuzlukla en önde koşup evye markası çelik kapı markası derdine düşenlere ve buna rağmen hala utanmadan başkalarına "memleketi mahvettiler" diye zırvalayanlara aittir.

Kadıköy Boğa Heykelinin Altında Antik Kalıntılardan Oluşan Mezarlıkların Yatması