Karın Etkisini Gösterdiği Soğuk Günlerde Yalnızlığa Derman Olacak En İyi Kış Filmleri

Karların yağmaya başladığı şu günlerde, kış mevsiminde geçmesine rağmen ruhunuzda iz bırakacak filmleri derledik.

Fargo (1996)

tam kış filmi. kar yağacak yakında, bi akşam manitayı alın, kahveleri de yapın, dizinize çektiğiniz ekose battaniyenin altında öpüşe koklaşa izleyin. öyle güzel bi film. mutluluğun da insan öldürmenin de aslında ne kadar kolay olduğunu anlayacaksınız. hayatsa hangisini seçtiğiniz değil midir zâten?

ayrıca buna komedi filmi diyenle bozuşuruz, o kadar basit bir film değil. bol tarçınlı salep gibi, leblebili boza gibi bir film.

Uzak (2002)

durağan bir film olabilir ama bir o kadar da gerçek. iki adam, farklı kültürler... farklı yaşam standartları... ama temelde aynı sorun; yalnızlık ve bunun yarattığı bunalımlar... diyaloglar o kadar gerçekçi ki sanki evinde oturup konuşan iki insanın özel alanına girmişsiniz de gizlice izliyormuşsunuz duygusunu yaşatıyor. kimse rol yapmamış, filmin güzelliği buradan geliyor olabilir.

Groundhog Day (1993)

ilk amelie. 100 kere de izlenir. sıkmayan, kaybedecek hiç bir şeyim olmasa veya zamanı durdurabilsem neler yaparım sorusuna da cevap bulmuş ve mutluluğun iyilik yaparak sağlanacağını söyleyerek sanıyorum amelie'ye örnek olmuştur.

phil zamanında ekzotik bir adada ananas suyu içtiği, çok güzel bir kadınla birlikte olduğu günü tekrar yaşamak istediğini, neden bu günü yaşadığını sorgular. işte filmin mesajı burda saklı. hayatınızın en güzel gününü elde etmek sizin elinizde. nitekim phil sonunda gerçeği kavrar ve her günü hayatının en güzel günüymüş gibi yaşamaya ve yaşatmaya başlar.

Eternal Sunshine of the Spotless Mind (2004)

jim carrey ve kate winslet'in oynadığı akıcı görüntüler eşliğinde karşı gökyüzü; sevdiğini unutmak ve nedenleri karşısında tekrardan tarafsız kalmak üzerine... borges'in bir zamanlar dediği gibi "unutmak en iyi intikamdır" veya yaşam belki saniyede 24 karenin biraz üzerindedir bazı mevsimler.

The Revenant (2015)

tam bir görsel şölen yaratmış adamlar. biraz uzun olması dışında sıkıntı göremedim. her sahneyi, her bir kareyi özene bezene yaratmışlar, öyle belli ki. kar tanelerinin içini görüyorsunuz, oklar her an sanki size saplanacakmış gibi bir çatışmanın ortasında kalmışsınız gibi heyecanlanıyorsunuz, bir kar fırtınasında kalmış gibi hissedip resmen üşüyorsunuz. hemen hemen her sahnede yakılan bir ateş, bu ateşlerin/kıvılcımların gökyüzüne yükselmesi, film çekmemişler de şiir yazmışlar sanki. her bir sahne kartpostal gibi.

Doctor Zhivago (1965)

ayn rand'ın we the living romanina oldukça benzettiğim film.

mevsimler değişirken çalan müzik muhteşem. konu inanılmaz insancıl. izlerken o kötü koşullarda bile kitap okuma ya da kültürle ilgili ihtiyaçları olmasına şaşırdığım aynı zamanda imrendiğim karakterler içeren film.

Ice Age 3: Dawn of the Dinosaurs (2009)

sadece en iyi animasyon filmleri arasında değil , en iyi komedi filmleri arasında da yerini almıştır. komedi filmlerine yapılan türkçe dublajlarda esprinin etkisi her zaman dilimize iyi geçirilemiyor ve her zaman başarılı olunamıyor fakat başarılı olunduğu zaman ortaya böyle bir güzellik çıkıyor. manny'i seslendiren ali poyrazoğlu , diego'yu seslendiren haluk bilginer , sid'i seslendiren yekta kopan , ellie'yi seslendiren ayça bingöl ve buck'ı seslendiren altan erkekli teker teker filme ayrı bir güzellik katmışlar.

Kalandar Soğuğu (2015)

cahilliğin gölgesinde bir hayalperestin hikayesi. görüntü yönetmenliği inanılmaz. türünün benzer yerli örneklerinde olduğu gibi diyalog çok az, az olduğu kadar da hayatın içinden, alabildiğine gerçekçi. oyuncular sanki filmin çekildiği köydeki vatandaşlardan seçilmişcesine doğal. uzun sessiz sekanslar fazlaca. kolay sıkılan tiplere göre değil yani. sümela üzerinden tarihe bir eleştiri de yok değil ama çok yerinde çok naifçe.

rauf ile birlikte bizi kışa hazırlıyor kalandar soğuğu. iyi film. gidin görün.

Submarine (2010)

bir ergenin gözünden olayların ne denli dramatize edilebileceğine, o yaşta bile aşkın ne denli sonsuz ve büyük olduğuna şahit olabileceğiniz harika ötesi, rüzgarda yavaşça salınan etek misali bir film.

Inside Llewyn Davis (2013)

asla yatağı olmayan kanepede yatanlar, sabahları kabusla uyananlar, uyandıktan sonra aç karna sigara içenler, söyleyecek sözü olmayanlar, sarhoş olup etrafa saranlar, yolculuğu hayatın gerçeği yapmış olanlar, inandıklarından taviz vermeyenler, ayın sonunu değil günün sonunu getirmeye çalışanlar, kısacası elini attığı her işi bok edenler için şahane bir film.

Frozen River (2008)

son zamanlarda izlediğim en iyi filmlerden biri. çok yalın, bir değil birçok farklı topluluğun sıkıntılarını anlatan, salya sümük ağlatmadan da dokunaklı film yapılabileceğini gösteren, sadece erkek ve alışveriş sorunlarını kadınların hikayeleri olarak izlediğimiz bu günlerde çok farklı bir kadın hikayesidir.

The Hateful Eight (2015)

2 saat 47 dakika boyunca güzel vakit geçirdim, tam istanbul'da kar yağışının başladığı anlarda izledim, atların ve at arabasının karlı yollardaki görüntüleri çok güzeldi, nedense western diyince insanin aklına çöl, toz ve soluk renkler gelir, quentin tarantino yine işini iyi yapmış.

en iyi film müziği, en iyi sinematografi ve en iyi yardımcı kadın oyuncu olarak jennifer jason leigh ile 3 dalda oscar adayı olmuş film.

When Harry Met Sally (1989)

romantik komedi türünün yeniden doğuşunu sağlayan, 90'larda izlediğiniz tüm romantik komedi filmlerinin özeti olan film. başrollerde estetiksiz halini görebileceğiniz meg ryan ve billy crystal var, ayrıca "prenses leia'ya ne oldu" diyen star wars severler sorunun yanıtını bu filmle alabilirler. romantik komedinin cılkını çıkarmış olan nora ephron ablayı üne kavuşturan senaryo, diyaloglar ve senaryo gerçekten güzel.

Kış Uykusu (2014)

herkesin karanlık bir tarafı vardır. bunu açıkça ortaya koymayan ve beyaz bir örtü altından yapanları, güpegündüz yapanlardan daha erdemli bir seviyeye taşımak ne derece doğrudur?
anlık öfke patlaması, hatta şiddeti bu noktada kınayıp ayıplayarak hemen hüküm verirken, beyaz tertemiz örtü altından eylemini yapıp yandan sinsice gülümseyenlere kayıtsız kalırız. aslında ne mide bulandırıcıdır o oynayanlar.

işte film bu oynayanları fark etmemize, onların arasına girmemize yardımcı oluyor. en çok da kendimizi görmemiz adına bizi sarsıyor.

The Ice Storm (1997)

nefis bir ang lee filmi. filmdeki en önemli noktalardan biri, soğukta moleküllerin hareketsizleşmesi tespitidir. böylece nefes aldığında soluğunla bedenine sokabileceğin hiçbir şey kalmıyor. moleküllerin hepsi sabit halde. bunu filmde güçlü bir metafor olarak kullanmış yönetmen. insanlar arasındaki gerçekleşmeyen duygu transferinin ve iletişimsizliğin altı, bu şekilde kalın bir kalemle çizilerek verilmiş.

Aşka Yeni Bir Yorum Getirmeyi Başaran Sıra Dışı Romantik Filmler

Yüzlerce Örnek Arasından Kült Olmayı Başaran En İyi Western Filmleri

Erken Yaşta Kaybettiğimiz Müthiş Aktör Philip Seymour Hoffman'ın En İyi Filmleri