Kazıklı Voyvoda Olarak Bildiğimiz III. Vlad'ı Anlamanızı Sağlayacak Sayko Geçmişi

Esir yakaladığı düşman askerlerini kazığa oturtarak öldürtmesi ve kan içtiği söylentisi ile bilinen, Drakula lakaplı sosyopat III. Vlad'ın hikayesini, neyi neden yapmış olabileceğini öğreniyoruz.
Kazıklı Voyvoda Olarak Bildiğimiz III. Vlad'ı Anlamanızı Sağlayacak Sayko Geçmişi

kazıklı voyvoda, tarihin en temiz psikopatlarından üçüncü vlad draculea’nın türkçe adı... psikolojik profilini özetlemek zevkli olabilir dedim ve giriştim.

şimdi, bir psikopatı psikopat yapan şey nedir?

ilk akla gelen şey empatisinin olmaması, ayna nöronlarının çalışmaması. ama biz biliyoruz ki psikopatlar sadece karşısındakini görmezden gelmiyor, aynı zamanda bir oyuncak gibi görüyor, yani onu eğip büküyor ve bundan haz alıyor. karşısındakini sadece empati kurmadığı boş bir varlık olarak görse etkileşimi minimum tutar, ama olay o değil, adamın kafa farklı, adam etkileşim kurmak istiyor ama bir predator gibi, kedilerin avlarıyla kurduğu etkileşim gibi. biz de kaldırım taşlarıyla empati kurmuyoruz, gidiyoruz söküyor muyuz taşları, hayır, işin içinde başka şeyler de var. meselaaaaa, vlad aslan burcudur!

şaka bir köşeye, bir psikopatta iki nitelik vardır ki onu psikopat yapar, bizden gayrı kılar: karşısındakiyle duygusal bağ kurmaması, karşısındakine kandırarak zarar vermekten haz alması. freud baba da der, bir kriminalin iki temel özelliği vardır: güçlü bir yıkıcı itki ve sınırsız egoizm. bunların ortaya çıkması için de sevgi eksikliği ve nesne takdiri eksikliği(yani insanlara değer vermemek, insanı insandan ötürü insan saymamak) gerekiyor. anası sevmedi diye gidip milleti kazığa oturtmak da tuhaf bir olay zinciri, kaos teorisi işte. freud’un bu görüşü hala geçerli, ama sevgi eksikliği ve nesne takdiri eksikliğiyle ilgili teoriler artık çok daha katmanlı. vlad’ın hayatında bu psikopati izlerini arayacağız, hal hatır soracağız ki çok zor olmayacak, en azından yetişkinliği için, ama önce çocukluğundan başlayacağız, yılanın başı küçükken delirir.


kazıklı voyvoda, 1431 civarı sighişoara’da ortanca çocuk olarak doğuyor

ortanca çocuk olmak, dante’nin purgatorio’su olmak gibidir, varan bir. çocukluğu nasıl geçti pek bilmiyoruz. büyük abisi mircea 1428 doğumlu, küçük erkek kardeşi radu da 1435 doğumlu. babası, üçüncü vlad’dır. annesi bilinmiyor, ama en muhtemel isim boğdan prensesi chiajna’dır. varan iki, anne anonim. anne anonimken babanın da babalığı çok güvenilir olmayabilir.

‘draculea’ babasından gelen bir takma addır. babası ikinci vlad’a, 1431’de kraliyet ejderler birliği’ne katıldıktan sonra “vlad dracul”(ejder/yılan/şeytan vlad) ismini veriyorlar, oğluna da bu isim “draculea” olarak geçiyor. draculea, dracul’un genitif halidir, yani kabaca iyelik hali. ‘vlad draculea’yı çevirirsek şöyle oluyor: “drakul’un vlad’ı”. yani, “drakul oğlu vlad”. biz türkler kazıklı voyvoda olarak biliyoruz. ‘voyvoda’nın bizdeki karşılığı toprak ağasıdır, faşo ağa'dır. o zamanlar romanya birkaç ülkeden oluşuyordu. bunlardan biri de eflak’tır. kazıklı voyvoda da eflak’ın voyvodasıydı.

kazıklı voyvoda doğduğunda babası yanında değildi muhtemelen, zira dediğimiz gibi 1431 yılında ejderler birliği’ne katılmak için nuremberg’e gitmişti. ilk yılını tahminen süt annesiyle geçirmiştir. muhtemelen nesne bağını annesi ve babasıyla değil de bakıcılarıyla, hizmetçileriyle kurmuştur. bu, kendisi gibi aristokrat insanlar için normal bir yetiştiriliş ortamı, ama grandiyöz bir kendilik algısı geliştirmek için de mükemmel bir ortam. kafana ”sen özelsin” diye vurulurken alçakgönüllü bir birey yapılanması gerçekleşebilir mi? gerçekleşebilir de, kısırsız kısır günü gibi olur, eğreti durur. dönemin vlad gibi aristokratları, bu şekilde kendilerinin öteki insanlardan farklı ve özel olduğunun kafalarına sokulduğu bir çocukluk geçirirler, ve bu normal değildir efendiler. kısırsız kısır günü olmaz.

1390'da, yani Vlad'ın doğumuna yakın zamanlarda Romanya.

bunun için, kısırımızı alıp otto kernberg’e ve narsisizm teorisine ineceğiz

kernberg’e göre üç temel narsisistik öğe vardır: üstün bir kendilik anlayışı (grandiyözite), ekstrem benmerkeziyetçilik, empati yoksunluğu. lakin, bir yandan da başkalarının ilgisine, onayına ihtiyaç duyarlar, bu yüzden insan ilişkileri vardır ama bu ilişkiler genelde parazite, manipülasyon ve kıskançlıkla tanımlanır.

çocuğu yetiştiren bakıcılar çocuğu takdir ediyor ama bir yandan da ona karşı soğuk diyelim. ne olur? çocuk hem bir değersizlik hissiyle dolar, hem de güçlü bir kendilik görüntüsüne sahip olur. değersizlik hissi kıskançlık ve öfkeyi getirir; çocuk da, kendisini kıskançlık, öfke ve değersizlik hislerinden korumak için hem kendi görüntüsünü yüceltir, hem de kendi görüntüsünde reddettiği şeyleri öteki insanlara yansıtıp onları değersizleştirir; başkalarına ihtiyacı olmadığını, onların bir hiç olduğunu görmek ister. kendi kimliğinin varlığını sürdürmek için sürekli ötekileri bir şekilde değersizleştirmesi gerekir. bunun ekstrem hali, psikopatidir.

melanie klein ablamız bize gösterir ki, süt çocuğunun zihninde iki anne vardır: ihtiyaçlarına cevap vermeyen kötü anne, ihtiyaçlarına cevap veren iyi anne. çocuk büyüdükçe aslında bu iki annenin tek bir anne olduğunu, bir kişinin aynı anda hem kötü hem de iyi olabileceğini fark eder. borderline’larda bu anne kimliğinin birleşimi gerçekleşmez. lakin, son yıllarda, psikopatide de benzer bir şey olduğuna dair deliller çıkmıştır. psikopatik kişi de, bu iyi-kötü anneyi başarılıca birleştirememiş, çocukluğuna sıkışmış bir bireydir. duygu derinlikleri, 5 yaşındaki çocuk kadardır. psikopat, iyi anneyi kendi imajında toplar, kötü anneyi ise karşı tarafa projekte eder ve ona saldırarak yok eder.

öfkeyi ve kıskançlığı insanlara zarar vererek dindirmek, nesne üzerindeki hakimiyeti sadistik aktivitelerle kurmak çocuklukta görülebiliyor. psikopatların çocuklukta hayvanlara zarar verdiği meselesi herkesin ağzında dolanıyor zaten. kısırlı voyvoda’nın çocuklukta hayvanlara zarar verip vermediği belli değil, ama çocukluğunun geçtiği evin karşısındaki meydanda millet idam edilirdi. camdan çıkıp idam izleyebiliyordun, çocukluğa bak. kazıklı voyvoda’nın, eğer çocukluğunda da sadistik eğilimlere sahip olduğunu varsayarsak, sık sık bu camdan bakıp öfke duyduğu kişileri idam ettiğini hayal ettiğini hayal etmek çok zor değil. zira insan denen memeli canlı, kendisini fantezilerle bir ölçüde tatmin edebilen bir varlıktır.

iyi de kimden nefret edecek, kimi kıskanacak? ilk başta, kardeşleri!

üç erkek kardeşin ortancası demiştik, ortanca olmak zaten leş bir durumdur; en küçük en tatlıdır, en büyük en akıllı, sen ortada vikvikvik. küçük kardeşi radu acayip yakışıklı ve çekiciymiş zaten, “yakışıklı radu” olarak bilinirdi. abisi desen, hem yaşı gereği daha akıllıdır hem de ileride babasının favorisi olacaktı. nasıl, şöyle: kazıklı voyvoda, 1436’da, yani 5 yaşında, targoviste’ye taşınır. babası eflak hükümdarı, voyvodası olmuştur, el mecbur. tabii bu muhtemelen demek oluyor ki kendisini yetiştiren kişilerden kopmuştur, bağ kurduğu ya da kurmaya en yatkın olduğu insanlar bir anda hayatından çıkmıştır. bu onun insanlara olan güvensizliğini arttırmış olabilir. oraları geçelim, abisine gelelim.

eflak’ta voyvodalık babadan oğula geçmez. voyvodanın herhangi bir akrabası, konseyden desteğini aldığı takdirde, hükümdar olabiliyordu. hükümdar olarak üç oğuldan biri de yetiştirilebilirdi, ama babası abi mircea’yı seçmiştir. baştan beri onu hükümdar gibi yetiştirmiştir. e abi voyvoda olacak, kardeş zaten herkesin gözdesi, sen nesin kazıklı dayı?

babası ikinci vlad’da da biraz o psikopati tavırlar vardır; 1437’de ikinci murat’a sadık olduğunu ilan ediyor, ama john hunyadi adlı bir generalin transilvanya’ya voyvoda olmasıyla ve osmanlı’ya kafa tutmasıyla taraf değiştirip osmanlı’ya ihanet eder. 1442’de hunyadi osmanlıları mağlup ediyor, neşri’nin aktardığına göre de osmanlı sonrasında ikinci vlad’ı ihanetle suçluyor, koynumuzda yılan beslemişiz diyorlar. ikinci vlad aslında taraf tutmamak istiyor gibidir, bana dokunmayan yılan bin yaşasın zihniyeti hakim gibi ama ben bu konuya hakim değilim.

olay sonrasında, dönemin padişahı ikinci murat vlad’ı çağırıyor, gel göster bana sadakatini diyor

vlad da tahtını büyük oğlu mircea’ye bırakıp gidiyor. gittiği gibi ikinci murat bunu yakalıyor, gelibolu’ya tıkıyor. bir yıl sonra bırakıyor ama bir şartı var: bundan sonra osmanlı’nın düşmanlarına destek vermeyeceksin, bize sadık kalacaksın, vergini paşa paşa ödeyeceksin, oğulların vlad’la radu’yu da rehine olarak bize yollayacaksın. ikinci vlad bunu kabul ediyor, radu’yla vlad için de yeni bir dönem açılıyor: devşirme dönemi.

osmanlıların devşirme politikası, yabancıları sarayda eğitip imparatorluğa sadık kılma, onlarla duygusal bağ ve güven kurma politikasıdır. osmanlı’da, yabancı bir ortamda kardeşiyle kalan 11 yaşındaki kazıklı vlad, muhtemelen babasının kendisine ihanet ettiğini hissediyordu. babası onu kendisiyle takas etmişti, ve her an ölümüne sebep olacak bir şey yapabilirdi. kazıklı vlad ve kardeşi radu bir süre eğrigöz’de, bir başka süre edirne’de, en son süre de bursa’da padişahın yakın çevresinde takılır, bu sırada küçük fatih sultan mehmet’le birlikte eğitim alır. yabancı bir ortamda, kellesini uçurma ihtimali olan insanların arasında, vlad’ın dış dünyaya duyduğu güvensizlik hissi arttıkça artar.

1444’te, ikinci vlad, osmanlılara karşı macaristan’ı destekler, yani resmen osmanlı’ya “oğullarımı öldürürsen öldür” demiştir. osmanlı, çocuklara bir şey yapmaz, sanırım yapması da anlamsız olur. kazıklı vlad muhtemelen bu noktada tam anlamıyla insanlıktan umudunu kesmiştir. panik olduğunu sanmıyorum, psikopatların anksiyete potansiyeli düşük sonuçta, ama kendisi üstündeki tüm bakışlara kinik yaklaşmış olduğu kesindir herhalde.

neyse, osmanlılar macaristan ve hristiyan ordularını yendikten sonra, ikinci vlad tekrardan osmanlı’yı desteklemeye başlar

fakat macarlar izin vermez, ikinci vlad’ın üstüne yürürler ve gözü koltuğunda olan bir aile 1447 yılında ikinci vlad’ı öldürür. mircea da kaçar ama yakalanır, aynı kişiler tarafından canlı canlı gömülür. vlad, haberi aldığında, padişahın ordusunda askerdi. haber kazıklımıza gün doğurtur, mircea ve babasından kalan boşluğu dolduracak en iyi adaydı. alır arkasına osmanlı ordusunu, gider oturur eflak koltuğuna. iki ay oturur, koltuğunu azıcık da olsa ısıtır, sonra hristiyanlar kendisini tahttan indirir. ama yerine koydukları adam bir yerden sonra osmanlı’yı desteklemeye başlar. kazıklı vlad da hunyadi’nin desteğiyle 1452’de tekrar tahta çıkar, artık o da saf değiştirmiştir, osmanlı’nın düşmanı olmuştur. ayrıca, artık yetişkindir.

yetişkin vlad hakkında üç ayrı anlatı geleneği var

birincisi rusların, ikincisi saksonların, üçüncüsü de romanyalıların. romanyalılarınki oral anlatıdır ve bağımsızlık temalıdır, doğal olarak vlad için kahraman portresi çizilir. edebiyatı gelişkin sakson anlatıları genel olarak zalimliğini anlatır, süsler püsler abartırlar. ruslar ılımlı yaklaşır, vlad’ın katı ama adaletli olduğunu söylerler. bu üç gelenekte de ‘kazık’ hikayeleri vardır. kazıklamanın kendisinde bir tür kompülsiyon haline geldiğine dair işaretler var. rus elçi kuritsyn der ki, hapisteyken bile bu alışkanlığına son vermemiş, yakaladığı fareleri kazığa oturtmuştur. aynı şeyi erlau piskoposu gabriel rangoni de papa’ya bir mektubunda söylüyor.

vlad eğer bir tecavüze, istismara maruz kaldıysa, ki bu doğduğu evde de yaşanmış olabilir, böyle bir yineleme kompleksine girmesi beklendik olur. psikopat, istismarcısının kimliğini içselleştirip ona dönüşebilir. kazık bir fallik sembol olabilir ve kazığa oturtulan kişi/hayvan aslında kendisi olabilir; kurban, kendisine yapılanı dışsallaştırarak kendisinden uzaklaştırır. aynı zamanda, psikopat, nesneye zarar vererek kıskançlığını ve utancını yener; zarara uğratılan nesneden, kendisini küçümseme gücü alındığı gibi, o nesnenin anne sevgisini çalacak iyi özellikleri de yok edilmiş olur. ego bütünlüğünü sağlama, kontrolü eline alma çabasıdır bu.


kazıklı voyvoda’nın sadizmi, sembolik bir oyundur

hikayelerinde, karşı tarafla oynadığı, şaşırttığı bir şiddet örüntüsü var. sevgililerinden biri hamile olduğunu söylediğinde, “değilsin” demiş, sevgilisi ısrar ettiğinde ise karnını deşip “bak değilsin işte, görsün herkes” demiş. ya da mesela, bir gün türk elçiler vlad’a gidiyor, vlad elçilere diyor ki “sarıklarınızı çıkarın”, türkler de diyor “biz türküz, sarıklarımızı çıkarmayız”, bunun üzerine vlad kafalarına sarıkları çiviletiyor ki yanlışlıkla sarıkları düşmesin. başka bir gün eve dilencileri toplayıp ziyafet veriyor, dilenciler de diyor “hükümdarımız ne kadar adil”, bir süre geçiyor adam dilencilerle birlikte evi yakıyor. bunların hepsinde bir eğlence, kara mizah, oyun faktörü var. derdi korku salmak değil, adam eğleniyor, beklentileri bozuyor, kontrolün kendisinde olduğunu hissediyor, karşı tarafı gülünç duruma düşürmüş oluyor. hikaye ya da gerçek, hepsinde o vlad kokusu var.

manipülasyondan haz aldığına bir başka örnek olarak şatosundaki gizli geçitlere değinebiliriz. efenim yıllar sonra vlad’ın şatosunu inceleyen modern araştırmacılar fark ediyor ki şatoda bir gizli geçit var. bu geçit sayesinde ki hem alt katta hem üst katta aynı anda toplantı yapması mümkün olabilirdi. benzer şekilde, kendine benzeyen başka birini şatoya yollayıp farklı yerlerde aynı anda toplantı yapıyormuş. ayrıca biyolojik savaş yaptığını da biliyoruz, hastalıklı insanları düşman ordularına sızdırarak hastalık yayıyormuş. bu sadece bir strateji değil, kurnazlıktır, insanlarla oyun oynadığını gösteren bir şovdur. bildiğimiz impülsif agresyon değil bu, kurbanla oyun oynanan bir predatör agresyonu.

voyvoda psikopat olmayabilir, belki hikayeler abartı olabilir, belki kendisi korku salmak için böyle hikayeler yaymış olabilir, bilmiyoruz ama mükemmel bir ortamda büyümediği açık. mükemmel bir ortamda büyümeyen bir çocuk da, eğer bununla baş edemezse rahatlıkla bir vlad olabilir. vlad’la ilgili anlatılan aşağı yukarı her şey psikopatiye uyumlu, hatta cuk diye oturuyor, o yüzden aksini düşünmenin lüzumu yok. benden bu kadar.