Kulüp Dizisinin Bizi Geçmişle Yüzleştiren İkinci Kısmının İncelemesi

Netflix Türkiye'nin yaptığı başarılı işlerden biri olarak tarihe geçen Kulüp dizisi, 2. kısmıyla muhtemelen final yaparak veda etti. Peki nasıldı bu ikinci kısım?
Kulüp Dizisinin Bizi Geçmişle Yüzleştiren İkinci Kısmının İncelemesi

hatırlayacaksınız, eskiden dizi ya da film maratonları yapılırdı. hafta sonu ya da tatil günlerinde dışarıdaki tüm işler iptal edilir, indiana jones'undan buffy the vampire slayer'ına kadar pek çok güzel dünyanın içine dalınırdı. ancak bu maratonlar sadece özel anlatılar için olurdu. şimdi dizilerin tüm sezonları platformlara topluca yüklendiği için bi oturuşta ne var, ne yoksa izliyoruz. bu da anlatılan hikayelerin değerini bir nebze düşürüyor bana kalırsa.

bu nedenle kulüp'ün ikiye bölünüp yayınlanması fikri bana çok hoş geldi. bir de süreyi öyle bir ayarlamışlar ki ne olayları unutuyorsunuz, ne her şey bir çırpıda bitmiş gibi görünüyor. şimdi kulüp'ün ikinci part'ı nasıl devam ediyor, bir bakalım.


bu ikiye bölme kısmında anlatı konusunda da güzel bir tercih var

normalde dizi zaten tutacak izleyiciye daha fazla içerik sunalım gibi bir gaye olduğundan şüphelenebilirdik ancak ilk altı bölümle son dört bölüm arasında ciddi bir ton farkı görülüyor. ilk altı bölümde olaylar daha çok karakterleri ve dönemi tanıtmak üzerine kuruluydu. gerçi burada atmosfer konusunda çok bazı eksiklikler seziliyordu. çünkü atıyorum 40'lar ve 50'lerde yazılan romanlardaki o havayı yoğun bir şekilde hissedemiyorduk ama internet üzerinde yayınlanan bir diziden de fakir baykurt, refik halit karay ya da orhan kemal gibi gözlem yapmasını beklemek de acımasızlık olurdu.


bu nedenle diziyi izlerken bize 2020'lerde olduğumuzu unutturması, farklı bir atmosfer yaşatması yeterliydi ki bu başarılmış diyebiliriz. ton farkı olarak da ilk altı bölüm daha bir eğlenceli gibiydi. selim songür'ün yükselişi, o dönemki gece hayatının arka yüzü, kültürümüzün bir parçası olan ancak yaşadığımız acı olaylar nedeniyle kaybettiğimiz gayrimüslim vatandaşlarımızın yaşantısı gibi pek çok hoş konu vardı değindikleri. ikinci bölümde ise bu güzel noktaların acı yüzü anlatılıyor.


öncelikle, salih bademci'nin müthiş bir şekilde canlandırdığı selim'den bahsetmek istiyorum

selim artık kendini kabul ettirmiş ve hayatta istediği noktaya doğru ilerleyen bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. ancak altıncı bölümde yaşadıkları gerçekten izleyicinin kalbini kıracak kadar başarılı şekilde aktarılmış. selim burada farklılıklarıyla kabul gördüğünü sanıyor ancak orhan'ın ona birazcık daha normal olmasını söylemesi, aslında insanların onu hala ayrıksı olarak gördüğünü bize fark ettiriyor. dışlanmak, kabul görmemek ister cinsel yöneliminizle, ister konuşma tarzınızla, ister hayat görüşünüzle alakalı olsun insanda derin yaralar bırakan bir konu. bu kadar yakından görünce selim de dağılmaya başlıyor ve gittikçe yalnızlaşıyor bölümler boyunca. salih bademci de karakterin hakkını vererek o kırgın öfkeyi bize çok güzel şekilde aktarıyor.


bunun dışında, dizinin lokomotifinde bir sorun olduğunu görüyoruz

ilk altı bölümde raşel ve ismet arasındaki ilişkinin anlatı içinde bir yeri vardı. hayli klasik ve sıkıcı olsa da bir takım sebeplerden kavuşamayan sevgilileri müslüman ve gayrimüslim ayrımına koyduğunuzda döneme uygun oluyordu. yalnız son dört bölümde bu ayrılık konusu çok uzatılmış durumda. çünkü arkada kaynayan bir kazan varken sanmıyorum ki kimse raşel'in doktor randevusunu düşünüyor olsun. ki illaki aşk olacaksa matilda ve çelebi arasındaki aşka ağırlık vermek çok daha mantıklı olurdu. çünkü fırat tanış zaten muhteşem bir oyuncu. karakterinin o sertliğini kırıp matilda'ya hissettiklerini anlattığında siz de acısını paylaşıyorsunuz bir yerde. aynı şekilde gökçe bahadır da hüzünlü gülümsemesiyle izleyicinin kalbini çalmayı başarıyor. bu nedenle raşel ve ismet'i azaltıp matilda ve çelebi arasındaki ilişkiyi daha zamana yayarak anlatmaları çok daha doğru bir tercih olurdu gibi geliyor bana.


yalnız, dizinin elindeki malzemenin potansiyelini eksik bırakmak gibi bir huyu var zaten

şimdi madem final 6-7 eylül olaylarına bağlanacak, bunun zeminini çok daha iyi hazırlamak gerekiyordu. çünkü bu sadece istiklal caddesi'ndeki birtakım işyerlerine konmak isteyen zengin insanların düzenlediği bir olay değil. içinde pek çok dinamik var ve eoka'dan, adnan menderes'ten, o dönemki basından ve seçimlerden bahsetmeden bunu anlatıya eklemeniz mümkün değil. ha, biz daha sıradan insanlara odaklandık, politika falan bunları ağırlaştırır diyebilirsiniz ancak türkiye öyle bir ülke değil. siyaset bizim günlük hayatımızın her noktasına temas ediyor zaten. ha bu şekilde de olur. ama o konuları dizinin atmosferine bir şekilde yedirmiş olsalardı kulüp emin olun 3-4 gömlek daha kaliteli bir iş olarak hafızalarda yer ederdi.


sonuç olarak

dizi birtakım dengeleri kaçırmış olabilir. yine de bu, izlediğimiz şeyin çok kaliteli bir yapım olmadığı anlamına gelmez. ben kulüp'ü, netflix türkiye'nin yaptığı başarılı işlerin yanına yazarım her türlü. ki tarihi drama hastası bir insanım zaten. umarım bu şekilde atmosferine emek verilmiş, hikayesi akıcı, farklı konulara değinen ve başarılı oyuncuların yer aldığı daha pek çok yapım da izleriz ileride.