Margaret Thatcher'ın, The Crown'da Kadın Bakanlara İlişkin Tavrı Gerçeği Yansıtıyor mu?

İngiliz kraliyet ailesini konu edinen The Crown dizisi 4. sezonunda gördüğümüz Margaret Thatcher'ın "kabineden kadın bakan yok" repliği ve ilişkili tavrı merak konusu oldu. Peki gerçekten böyle düşünen biri miydi Demir Leydi?
Margaret Thatcher'ın, The Crown'da Kadın Bakanlara İlişkin Tavrı Gerçeği Yansıtıyor mu?

the crown, birleşik krallık'ın ilk kadın başbakanı olarak tanımlanan, tüm dünyanın kendisini adından bile önce ilk kadın başbakan oluşuyla bildiği margaret thatcher'in ne kadar eril bir insan olduğunu defalarca göstermiş dizi. 

buradan sonrası biraz spoiler içerebilir, pek içermeyebilir de.

neticede dizi deyip biraz araştırdım, dizide karaliçe ile ilk görüşmesinde geçen diyaloğun benzeri bir yerde yaşanmış mı, thatcher bir yerlerde kadınların yönetim becerileri ve duyguları ile ilgili bir açıklama yapmış mı? pek güvenilir ve kesin bir bilgiye ulaşamadım. bununla beraber entrynin en sonunda linkini paylaşacağım washington post'ta yayımlanan yazıda bizi bu fikre yakınlaştıracak bazı ipuçları yakaladım. dizide kraliçe ve başbakan ilk görüşmelerinde iken yaşanan diyaloğu önce paylaşayım:

kabinedeki bakanları tahmin etmeye çalışan kraliçe söze şöyle giriyor:
kraliçe: (kabinede) hiç kadın olmadığını varsayıyorum. 

thatcher: kesinlikle hayır, sadece uygun bir aday olmadığı için değil, kadınların genel olarak üst düzey pozisyonlar için uygun olmadıkları kanaatine vardım.

(bu cümlede "i have found" kullanıyor thatcher, bu sonucu bulmuş, keşfetmiş, gözlemlemiş ve nihayet bu görüşe varmış: kadınların ülke yönetiminde üst düzey pozisyonlara uygun olmadığı kanaati. )

kraliçe: neden?
thatcher: fazla duygusal hale geliyorlar.

burada ise cümle they become too emotional diye kurulmuş, bu görev için fazla duygusallar ya da hali hazırda çok duygusallar bu sebeple göreve uyum sağlayamazlar demiyor. fazla duygusal hale geliyorlar diyor. bunun görevin getirdiği bir tahribat olduğunu düşünüyor thatcher. fakat bu mesleki yıpranmayı erkeklerin yaşamadığını düşünüyor olacak ki kabinesine kadın almadığı gibi bu konuda görüşlerini de kraliçe ile ilk görüşmesinde "kesinlikle hayır, kabinemde kadın yok" cümlesiyle herhangi bir tereddüt göstermeksizin dile getiriyor.


bu sahne benim bütün dünyanın "kadın" olmasının altını çizdiği bir insanın kadınlıkla mesafesini ilk gördüğüm an oldu

fakat daha sonra bu konuda başka bilgilere de haiz olduk izleyiciler olarak. kocasının çantasının bir hizmet görevlisi tarafından yerleştirilmesine karşı çıkmıştı balmoral ziyaretinde. bu görevin kadına ait olduğunu vurgulamıştı. kendisinin kocasıyla olan ve içinde "iş" bulunan sohbetinde kocasını koltuğunda gazete okurken izliyorduk, thatcher ütü yapıyordu. pek çok kez mutfakta gördük. kadına biçilmiş ev işi rolüne bağlılığı aynı zamanda kadının üst düzey görevlere uygun olmadığı düşüncesini destek şekilde karşımızdaydı. kadın hem sahada hem evde sürekli çalışıyordu. bunlardan herhangi birini seçen, ya da ikisini de reddeden kadınlara karşı düşüncelerine doğru ilerledik. oğlunun kaybolduğu, bulunduğu bölümde o meşhur cümleyi söyledi. "her şeyin ötesinde bir anneyim." bu cümle hepimizin evinde, yürüdüğümüz sokakta sürekli karşımıza çıkıyor. anne diye bir put var. gereksiz kutsallaştırılmış, kendisine biçilen bu kutsiyetle güç elde etmiş ama aynı zamanda bu kutsal unvanın içine sıkıştırılmış bir put.

thatcher'in erilliği giderek daha koyulaştı

kadına karşı kabulsüz tutumları derinleşti. güçlü olmak adına ilk bakışta kadına dair bir şeymiş gibi görünen "anne kutsallığını"nı kullandı. oysa her şeyden önce anne olan bu kadın bir diğer evladına annelik yapmıyordu. oğlunu fazla gözeterek, fazla besleyerek onun için fazla endişelenerek aslında kendisinde de bir miktar bulunan kadınlıktan öcünü almaya çalışıyordu. bu intikam öyle bir haldeydi ki; toplumun, erkin, erilliğin kadına biçtiği, reva gördüğü tüm rolleri eksiksiz oynamaya çalışıyor, ev işini, yemek yapmayı, ütüyü aksatmadan kalan zamanda da erkek olup ülkeyi yönetiyordu. zamanın bir kısmını erkek gözüyle kendisini izleyerek geçiriyor, kalanında da erkek olmaya çabalıyordu. tüm bunları yaparken birleşik krallığın "ilk kadın" başbakanıydı. belki hiç dile getirmemiştir ama bu hitaptan nefret ediyordur diye düşünüyorum. 

oğlunun yokluğunda ve bulunuşunda ilginin, endişenin ve gündemin merkezi oluşunda thatcher'in kızının çok açık bir sitemi var annesine: 

"beni önemsemiyorsun, görmezden geliyorsun, erkek kardeşimi kayırıyorsun."


işte burada thatcher'in cevabı durumun kendisinden bile vahim

tıpkı kraliçe ile ilk görüşmesinde "tabii ki kabinemde kesinlikle kadın yok" deyişindeki tereddütsüzlükle aynı kesinlikte "çünkü o daha güçlü, tıpkı babam gibi. haklısın annemle zorluklar yaşadım ama bunun onun cinsiyeti ile değil zayıflığı ile ilgisi vardı" diyor. bir cümlede bir insanın içindeki eril sesi bu kadar şiddetle duyabildiğimiz kaç an olabilir hayatta? bu konuşma olurken dış işleri bakanına harıl harıl yemek hazırlamakla meşgul thatcher, kendisine yardım etmek yerine birkaç saniyesini ona ayırmasını bekleyen kızı carol'a "erkek kardeşini kayırdığını itiraf etmekle kalmıyor, bunu yaparken ne kadar haklı olduğunu güç ile orantı kurarak açıklamakta da bir beis görmüyor. bence o an thatcher, kadınlarla ilgili vardığı kanaatlerde ne denli haklı olduğunu düşünüyordur, "zayıflığına" dayanamadığı annesinden sonra şimdi bir de "önemsenmemeyi, görmezden gelinmeyi sonuna dek hak eden kızı" vardı karşısında. çünkü güçsüzdü.

bu diyaloğun benim için en önemli kısmı thatcher'in annesi ile ilgili düşüncelerin dile gelmiş olmasıydı

dizinin elbette bir show olduğu bilgisini aklımdan hiç çıkarmadan bunların gerçekle bağlantısını aradım, aşağıda paylaşacağım linkte thatcher'in 800 sayfalık otobiyografisinde annesinden bir kez bile söz etmediğini öğrendim. anneyle kurulamayan bağ, aynı cinsiyetteki evlatla da kurulamamıştı. 

"iron lady" gibi olabildiğince eril bir unvan getirmişti bu thatcher'a.

sanırım kendisi de ilk kadın başbakan diye anılmaktan ziyade "demir" olarak anılmayı yeğlerdi.

kaynak: washington post