Mecburiyetten Ziyade Bir Seçim Olarak Yalnızlığın Dibini Yaşamak: Şizoid Kişilik Bozukluğu

Sözlük yazarları çekingen olmak, yalnız kalmak gibi kavramların çok daha derin boyutlarından biri olan şizoid kişilik bozukluğunu anlatmış. Her anlamda "tek başına"lığa düşkün bu insan tipinin analizine bakalım.
Mecburiyetten Ziyade Bir Seçim Olarak Yalnızlığın Dibini Yaşamak: Şizoid Kişilik Bozukluğu
iStock


şizoid kişilik bozukluğuna sahip kişiler bağlanamıyorum insanlarıdır. ama öyle koftiden değil ciddi ciddi bağ kuramayan insanların muzdarip olduğu kişilik bozukluğu şeysi. şizoid insanlar, sosyal geri çekilme sürecinde insanlardır. 

çekingen kişilik bozukluğuyla aralarındaki fark

çekingen/kaçınan kişilik bozukluğuna sahip bireyler aslında sosyalleşmek isterler ama reddedilme korkusuyla bunu yapamazlar. ama şizoidler zaten toptan sosyalleşmeye çalışmayan bunu da umursamayan insanlardır. 

belirgin semptomlar

-içe dönük yaşam: bu , çekingen olmayı gerektirmez. aslında çoğu şizoid sadece ilgi duymadığı için insanlarla etkileşime girmez, çekindiği için değil.


-derin bağlar kuramama: örneğin şizoid iş arkadaşınız bir espri yaptığınızda size gülümseyebilir ama oturup ailevi meselelerden bahsetmek istediğinizde muhtemelen topuklayacaktır.

-genel olarak insanlara karşı apati (ilgisizlik): birileriyle bir şeyler yapmak onlar için sıkıcıdır, paylaşmak ve yakın ilişkiler kurmak istemezler.

-yaygın bir yanlışın aksine cinselliğe ilgisiz değillerdir: sadece gerçek anlamda bağ kurup cinsellik yaşayacağı bir insan olmadığı için cinsellik fantezi ve hayal düzeyindedir.erkek hastalar çoğunlukla evlenmez. kadın hastalar edilgen bir şekilde evliliği kabul edebilir.(toplum etkisi)


-içe dönük
oldukları için genellikle duyarlıdırlar.

-yine içedönük oldukları için hayal güçleri ve sanatsal yönleri gelişmiştir.

-genellikle bir veya iki arkadaşları vardır.

çok önemli uyarı: şizoid bireyler size çekici gelebilir (ergen değilseniz gelmemesi lazım aslında ama taam neyse bir şey demiyorum) veya şizoid arkadaşınız olabilir. yapmayın, etmeyin. şizoid bireylerle kurulan ilişkiler eninde sonunda cortlayacaktır. düşünün siz aramadıkça sizi aramayan bir arkadaşla nereye kadar dimi? kötü insanlar demiyorum ama sizi de hasta etmeleri, özsaygınızı düşürmeleri kuvvetle muhtemeldir.
(bkz: run run run)

bir Sözlük yazarından şizoid kişilik bozukluğunun bir insan üzerindeki etkisini anlatan küçük bir kesit 

çocukluğuma dair fazla şey hatırlamıyorum. bunun birincil sebebinin yaşadığım mutsuzlukları yok saymak çabamın sonucu olduğunu düşündüm yıllarca. sonra farkettim ki yaşadıklarımı önemseyip de hafızama kaydetmemişim. aklımda kalan şeyler de var.

şimdi bir an geliyor gözümün önüne. her çocuk grubunda olan lider tiple fiziksel bir kavga içindeyiz. üzerimde beyaz bir elbise var. karşımdaki benden fiziksel olarak güçsüz olduğu halde kavgayı kaybetmeme çok az kalmış. etraftaki diğer çocukların onun adına tezahürat ettiklerini duyuyorum. kimse beni desteklemediği için kaybettiğimi sanıyorum bir süre. sonra anlıyorum ki, kazanmak umurumda değil. sadece karşımdaki aptalın kazanmaya ihtiyacı var ve bunu ona vermek ya da vermemek umurumda değil. kazanıyor. elbisem tekmelerinden çamur olmuş. eve gittiğimde annem ne dedi hatırlamıyorum. 

aradan bir kaç yıl geçiyor. liderin en yakın arkadaşıyım. bana verdiği emirlerin işe yaramadığını görünce, duygusal bir bağ kurmuş gibi yapıp rica ve ortak karar adı altında o'na boyun eğmemi sağladığını sanıyor. ama söylediği şeyleri yapıp yapmamak umurumda değil. bazen bir fikrim olursa ve canım isterse söylüyorum. devamını takip etmiyorum. o yaşta bile ona önem vermediğimi görüp incinen gururunu, diğer çocukların benimle konuşmamasını sağlayarak okşuyor. 

eve kapanıyorum. tüm gün kitap okuyup tv seyrediyorum. annem dışarı çıkmam için baskı yapıyor. asosyal olmamdan korktuğunu yıllar sonra anlayacağım. onun zorlamasıyla yanlarına gidiyorum. beni umursamadan çekip gidiyorlar. eve dönüyorum. anneme hiçbir şey anlatmıyorum; ısrarlarını ise duymazdan geliyorum.

yıllar geçiyor. liseye başlıyorum. neden olduğunu bilmediğim ve bilemeyeceğim bir şekilde daima prenses sendromlu kızlar en yakın arkadaşım statüsünü alıyor. onlardan hoşlanmasam da, etrafımda olmalarına ve bitmek tükenmek bilmeyen ego krizlerine ses çıkarmıyorum. daima kitaplarıma kaçıyorum. bir sevgilim olmamasını benden çok dert eden bu kızlar yüzünden birilerine aşık numarası yapıp bazen kendimi dahi buna inandırarak acı çekiyor gibi davranıyorum. her birkaç yılda bir etrafımdaki en yakın arkadaş değişiyor. önemsemiyorum. yenisi daima kendine yer bulup geliyor. önemsemiyorum. yıllar geçmeye devam ediyor. önemsemiyorum.

üniversiteye başlıyorum. hayatıma öyle olması gerektiği için arkadaşlarımın çabalarıyla birkaç adam giriyor. sonra çıkıp gidiyor. acıdan ağladığım zamanlar olmuyor değil. çünkü hissetmek zorunda olduğuma inanmaya başlıyorum ve buna göre hareket ediyorum. sonra o da geçiyor. bir süre neden acı çekmediğime şaşıyorum. sonra hiç çekmediğimi anlıyorum. insanlara cehennem azabı yaşatan dertleri, bana önemsiz geliyor. 

hiç susmadan "en yakın arkadaş dertleşmesi" adı altında saatlerce canımı sıkmalarına, karşımda ağlamalarına ses çıkarmıyorum. onlara iyi davranıyorum. ters davrandığımda daha çok ağlayıp, konuşup beni rahatsız edecekleri için yapıyorum bunu. gereksiz ve anlamsız dertleri umrumda olduğu için değil. hayat akmaya devam ediyor. beni bazen bazı insanlar çok seviyor ve ben onları sevmediğim için beni suçluyorlar. daima yakınıma, mahremime girmek için uzattıkları burunlarını koparıp ellerine vermiyorum. çünkü insanlar canları yanınca sinir bozucu susmayan yaratıklara dönüp can sıkıyorlar. onları etrafımda istemediğimi anlatmanın bir yolunu bulamadığım için, etrafımda geziniyorlar. benden fazlasını istemedikleri sürece sorun çıkarmıyorum. ama hep istiyorlar. aramadıkça vefasız, sevmedikçe vicdansız oluyorum. etiketlerini, suçlamalarını, acılarını umursamadığımı gördükçe daha çok etiketleyip, suçlayıp, acı çekiyorlar. sonra yavaşça yorulup gidiyorlar ve ben kitaplarıma dönüyorum...