Memur Olup Sıradan Bir Düzenle Yaşamı Bitirmeye Karşı Koyan Birinin İbretlik Öyküsü

Ekşi Sözlük'ün "memur olup sıradan bir hayatla geberip gitmek" isimli popüler başlıklarından biri hakkında kendi mücadelesini anlatmış "ben butun cbnce dizilerini izliyorum". Okuyalım, öğrenelim.
Memur Olup Sıradan Bir Düzenle Yaşamı Bitirmeye Karşı Koyan Birinin İbretlik Öyküsü
iStock


son sınıftayken annem memur olmam için kpss'ye girmemi istedi

yav, dedim. he he. oldu. tek derdim de buydu. o kadar işimin gücümün, mezun olma telaşımın, okul bitince yapacağım mükemmel şeylerin hayalleri arasında kpss'ye hazırlanayım bir de. memur olacak kadar kafayı yedim çünkü. zaten tüm gün çay içip oturuyorlar, mesleği unutuyorlar. bir insan sonuçta memur olacaksa neden okusun ki? ben onca emeği onun için mi verdim? idealistim, dünyaları kurtaracağım, bana kalkıp memuriyet diyorsun dedim. neyse alttan girdi üstten çıktı, çalışma sözünü vermiş bulundum anneye. görev bilinciyle kastım epey. puanı da alıp cebe koydum. yıl 2014.

okul bitti, daldım özel sektöre. canım çıkıyor ama kuşlar, çiçekler, lan her şey bu kadar güzel olabilir mi ya? nasıl mutluyum, nasıl da aptalım... gel zaman git zaman sadece canım çıkar halde buldum kendimi. akşamları elimde tabakla koltukta uyuyakalıyorum, boş vakitlerimde duvara bakıyorum falan. bir iş gününden en büyük beklentim çıkışa yakın kötü durumda bir hastanın gelmemesi olmaya başladı. çünkü yorgunum anasını satayım. eve gidesim var. gidince bir ton şey yapmam lazım, gidesim de yok bi yandan. hani mutsuzluk değil de bıkkınlık diyeyim adına. hayvanla uğraşmak hobim zaten de insanla uğraşmak benim yutabileceğim lokma değilmiş.

maddiyat desen yerlerde. sadece hayatta kalabiliyorum. birikim yapmak, kendine bilgi olarak yatırım yapmak için ortada bir şey kalmıyor. bugünüm yok da yarınım var mı sanki? emekli olsam asgari ücretten maaş alıyorum. niye? e piyasa böyle, çünkü herkes böyle çalışıyor. ha tamam o zaman ya. herkes böyle çalıştığı için doğru olan da bu sonuçta.

manevi kısmı ayrı dert zaten

anne bi taraftan bastırır "ben seni eleman ol diye mi okuttum, yazıklar olsun" diye. hayır serseri olsam yine de evladımdır diye bağrına basacak kadın, gece gündüz telefonda özgüvenimi itinayla yok etti. diğer taraftan haftada bir gün tatil yapıyorsun. dinlensen gezmediğine, gezsen dinlenmediğine, ikisinden birini yapsan evdeki işleri halletmediğine yanıyorsun. ayda yılda bir facebook'a giriyorsun, sınıf arkadaşların orada burada gezmede. evlenip çoluk çocuğa karışmışlar çoktan. ben iki yıl uzatmayla mezun oldum, uzatmayanların çoğu piyangodan çıkan dehşet bir atama sayısıyla devlete girmişti. bakıyorsun, birbirlerine yemeğe gitmeler, sofra fotoğrafları gırla... ben en son ne zaman bir arkadaşımla buluşup dışarıda takıldığımı unutmuşken içime oturuyordu açıkçası. "ee ne yaptın bakalım?" diye soran olacak endişesi apayrı...

sonra uyanamamaya başladım. uyansam da ağır bir enfeksiyon geçiriyormuşum gibi hissediyorum kendimi. mümkün değil çıkamam yataktan. ne zaman ki işyerini arayıp gelemeyeceğimi söylüyorum, vücut toparlamaya başlıyor kendini. bir, iki, on... sebebi sonradan anlıyorum. işyerindekilerde de sağlam sabır varmış ki ufak tefek sitemlerin dışında ciddi bir çıkış olmuyor. oluyorsa da anlamıyorum zira umrumda bile değil. işimi kaybetsem ne yirmi yıl aynı yerde çalışsam ne. fark etmiyor ki.

kendimi suçluyorum sürekli. neden böyle oldu, onca emeğimin karşılığı bu muydu? nerede yanlış yaptım? patronlarımı suçluyorum. bu şartlarda çalışarak hayatımı harcadığımı görmüyorlar mı? neden beni düşünmüyorlar? annemi suçluyorum. neden benden hiç memnun değil? neden sürekli eleştirmek yerine yardımcı olmuyor? bu sorular kadar önemsiz cevapları da. bi şeyler bi şeyler olmuş, sonuç da bu olmuş işte. şimdi ne olacak, esas soru o.

"sen neye karar verirsen arkandayım" diyen sevgiliden kaynak alan bir güvenle istifa ettim. birkaç gün kafamı dinledim. ne istiyorum, nasıl ulaşırım düşünüp durdum. fark ettim ki hayallerim değişmiş. son sınıftaki heyecanlı kızın yerinde yel bile esmiyor. hayalim ev, araba değildi zaten hiç. sokak hayvanları için bir rehabilitasyon merkezi kuracaktım. özellikle sakat olanlar için. git önce don al kendine dememişim, hiç aynaya bakmamışım meğer. o işler öyle değilmiş. bir hayalin peşinde koşacak param olmadığı gibi belki de o kararlılık, zeka, kabiliyet adı her neyse işte yokmuş demek ki içimde. hani o çöpten bulduğu gazoz kapağını bile değerlendirerek amacına ulaşan muhteşem insanlar var ya ben onlardan değilmişim ve bir başarı hikayem de olmayacakmış. bunu hazmetmek, yazmak kadar kolay olmadı.

sonuçta gerçekler acı

yirmi altıma basmak üzereyim ama ilkokulda tema vakfı sayesinde diktiğim ağaç haricinde pek de bir şey katamadım sanki mavi gezegene. dişlerimi fırçalarken suyu kapatıyorum bir de o var. bilime tek katkım şöyle ciddisinden bir hastalığa sahip olursam eğer kobaylık veya en azından istatistiklere bir ilave olabilirmiş gibi duruyor. henüz keşfedilmiş özel bir yeteneğim de yok. harcanıyor değilim yani aslında. nerede çalışırsam çalışayım önemi yok. sabah git, senin gibi binlercesinin yaptığı şeyleri yap, akşam gel, ertesi gün başa sar. işe, mesleğe "değer katmak"tan anladığım şey bu değil. en fazla işletmenin cirosuna değer katıyoruz o kadar. maddi manevi tatmin olduğum yok.

peki ne istiyorum? çok ağır şartlarda çalışmayayım, elime geçecek para yetsin, tatilim olsun, vaktim olsun, çocuklarım olsun, hamileyim diye işten atılma stresim, hamileyken eğer negatifsem toksoplazma kapıp düşük yapma, sakat bebek dünyaya getirme endişem, sonrasında iş hayatına dönme derdim olmasın, şöyle rahatça ayaklarımı uzatıp keyif yapabileceğim bir hayatım olsun, iki lafımdan biri iş olmasın istiyorum. bu da ancak devlet memuru olmakla mümkün.

buna karar verdikten sonra onun da hiç öyle kolay olmadığını gördüm

bir yandan kpss çalışırken diğer yandan atanmanın puandan çok alım sayısıyla alakalı olduğunu fark ettim. ya şansın olacak okuduğun bölümden, her yıl düzenli alım olacak ya torpilin. sıradan bir hayatla geberip gitmek için bile mücadele vermen lazım. hayvan gibi osmanlı tarihi çalışsan da "voynuk nedir?" gibi bir soruyla eleyip geçiyor seni ösym. hiçbir şey olamadım bari memur olayım, değilmiş. ama şu var ki bu saatten sonra ekmek arası mermer de yesem özel sektöre dönmeyeceğim. bu sınava yeterince hazırlanamadım, gerekirse iki yıl dersaneye gidip 2018'deki sınava gireceğim. olmadı 2020'dekine. sınav mi kalktı, hiç giremedim mi, ev hanımı olurum, ev kızı olurum ne var?

geçenlerde bir haber geldi. dediler ki bakanlık 2014 puanıyla son bir atama yapacak. şimdiye kadar sadece 100 küsür kişi almış sanırım. neyse kaç kişi alacağı açıklandı. sıralamama baktım, tutuyor. düzgün bir tercih listesi yaparsam atanıyorum. başladık neresi kaç kişi alacakmış beklemeye. sonunda açıkladılar ama sanki veteriner değil de özel harekat alınıyormuş gibi hakkariler şırnaklar havada uçuşuyor. batı kontenjanı kapanın elinde kalacak kadar. suriye merkez olsa yazıp gidecek bi dünya insan var gerçi. merkez yüksek kapatır, uzak ilçesini yaz sen, diye fikir verecek insanlar birbirine. son tercihimi yüksekova seçerken elim titredi. dedim ya yüksekova yüksek kapatırsa, şemdinli veya çukurca daha mı mantıklı acaba...

pazartesiden bu yana sonuçların açıklanmasını bekliyorum. çok stresliymiş. birkaç sayfa okuduktan sonra aslında okumadığını fark etmenin de ötesindeyim. yarım saattir izlediğim şeyi meğer izlememişim. kafa gidik. bence televizyon kanallarını gerçekten arayan insanlar var. hani seyirciler telefonları kilitledi size şunu soruyorlar yalanı var ya. o gerçek olabilir. akşama kadar ösym'yi ve bakanlığı arayanları gördüm. siz böyle dediniz, bakanlık şöyle diyor diye telefonda kavga edenler mi dersin, bimer'e dilekçe yazanlar mı, memurlar.net ve facebook gruplarında çıkan kavgaları hiç sayma... "duyum alabilen insan karizması" diye bi şey var bu ortamlarda. ne zaman açıklanacak, ne olacak, böyle şeylerin duyumunu alabilen adeta fenomen olmuş insanlar var. tımarhane gibi lan. böyle sanki herkes sabahtan bonzaisini, tinerini çekip öyle geçiyor internetin başına. oysa uhu koklamak en iyisidir. hem masaya bir damla döküp kalemin arkasıyla pıt pıt pıt karıştırınca minik bir top da yapabiliyorsun uhudan. zaman geçiyor...

ekleme: heyoooo. istanbul'a atandım. darısı tüm isteyenlerin başına artık.

ekleme 2: ikinci haftadayım. evrak, üst yazı, kanun, yönetmelik, denetim, bilgisayar programını kullanmayı öğrenmek gibi şeylerle geçiyor zaman. daha kurs, sertifika olayları falan varmış. akşama kadar oturulmasa da çay içme kısmı doğru. çok şükür bir problem yok. iyi gidiyor.

Beyaz Yakalı İş Hayatının Muhteşem Tespitler İçeren Trajikomik ve Esaslı Bir Dökümü