NASA'nın Keşfettiği Yeni Yaşanabilir Gezegen: TOI 700 e

NASA'nın öte gezegen teleskobu TESS, 100 ışık yılı uzaklıkta yaşanabilir bir gezegen keşfetti. TOI 700 e adı verilen bu gezegene dair şu ana kadar bildiklerimiz.
NASA'nın Keşfettiği Yeni Yaşanabilir Gezegen: TOI 700 e
NASA

öncelikle, keşfedilen nedir?

tess, bu işlere vakfedilmiş bir teleskop. toi 700 adındaki bir kırmızı cüce (m sınıfı, güneş'in %40'ı kütlesinde) bir yıldızın etrafında üç gezegen bulunmuş. burada ilgili yıldızın izlenmesi sürecinde ışığındaki küçük azalmalardan, önünden geçen gezegenler tespit edilmekte. kütlelerin ölçümü ve spektral analizleri daha sonra (artık görevde olmayan) spitzer kızıl ötesi teleskobu ile yapılmış.

yıldız, m sınıfı olmasına rağmen umut veriyor çünkü aktivitesi düşük. kızıl cücelerin genelde asabi doğaları gereği etrafındaki gezegenlerin atmosferlerini silip süpürdüğü düşünülür ama özellikle yaşlı olanları daha durgun, aklı başında yıldızlar olabiliyorlar. ancak %55 daha az ısı yayması demek, yaşanabilir alan dediğimiz bölgenin çok daha yakında demek olması ve bahsi geçen "dünya benzeri" gezenin 3. olması hasebiyle ilk 2 gezegenin en az bir tarafının kavruk olduğu sonucuna varabiliriz. ha bir de o var, nasıl ay bize hep aynı yüzünü gösteriyorsa, muhtemelen bu 3 gezegenin hepsi tidally locked sınıfında. yani bu gezegenin gelecekteki james webb gibi bir teleskopla yapılacak olası spectral analizlerde çok acayip bir kimyasal kompozisyonu varsa bile dünya gibi değil de göz bebeği tipi bir gezegen olması çok olası.


peki, nasıl yaparız da oralara gideriz?

öncelikle bazı genel hataları düzeltelim; birincisi parker solar probe meselesi. "parker güneş sondası" diyebileceğimiz arkadaş, güneş'in çok büyük yerçekimini kullanarak, türlü türlü hilelerle o hızlara erişiyor, o yüzden o sayılmaz. ancak bizim elimizdeki tek malzeme uydu atmak için, çevremizdeki nesnelere göndermek için kullandığımız roketlerin hızları değil. prototip aşamasında ve yapıldığı taktirde şu anki hesaplarımızı çok değiştirebilecek şeyler var.

uzayda hızlanma, araba hızlanması gibi değil. yerçekimsiz ve sürtünmesiz bir ortam söz konusu ve mesafe ne kadar uzarsa ve sabit bir hızda hızlanmaya ne kadar süre devam ederseniz, o kadar akıl almaz hızlara çıkabiliyorsunuz. mesela 1 sn'de 1g hıza ulaşırsanız, 2 sn'de toplam hızınız 2g oluyor ama içerideki itme 1g olarak kalmaya devam ediyor. bu sayede bir çeşit yapay yerçekimi de elde edilebiliyor. yani mesele yerçekimsiz ve sürtünmesiz bir ortamda saniyede 10m hızla gidebilecek ve bunu mesela 0.5c hıza ulaşabilecek kadar sürdürebilecek, süper verimli bir yakıt tipini depolayabilecek bir gemi yapmak. yalnız buradaki yolculuktaki çok büyük acayiplikler de olacak.

(füzyon reaktörü gibi) çeşitli koşulların oluşması durumunda bu yolculuk 9 yılda tamamlanabilir. ama gemi o gezegene 9 yılda ulaşırken, dünyada 102 yıl geçmiş olur. hatta orada yeniden yakıt depolayıp geri dönerlerse, mesela 20 sene sonra döndüklerinde dünyada 205 yıl geçmiş olur.

o kadar uzaktaki gezegeni nereden, nasıl buluyorlar?

öte gezegen keşiflerinde kullanılan 1'den fazla yöntem var; dikine hız yöntemi, kütle çekimsel mercek yöntemi, geçiş yöntemi vesaire... bu gezegen geçiş yöntemi adlı yöntemle bulundu.

nedir geçiş yöntemi? hani şu bildiğiniz ay ve güneş tutulmaları var ya işte onun benzeri bir olayı kullanıyoruz bu yöntemde. fakat bunun olabilmesi için, gezegeni ve önünden geçeceği yıldızını tam karşıdan ya da ona yakın bir açıdan görmemiz gerekiyor. zira üstten bakar gibi bir açıdan bakıyorsak sisteme, birbirlerinin önünden geçmelerini ya da birbirlerinin arkalarında kalma durumlarını göremeyiz.

bu yöntem, gezegen yıldızın önünden geçerken yıldızın parlaklığında neden olduğu azalmanın ölçülmesi temeline dayanıyor. şöyle düşünün; bir ışık kaynağınız var. hemen hemen sabit miktarda ışık veriyor sürekli olarak. siz de ona tam karşıdan bakıyorsunuz. periyodik olarak önünden birisi geçiyor. o kişinin (ki kişinin ışık saçmadığını da biliyoruz) her geçişinde kaynaktan gelen ışık hafifçe kesintiye uğruyor. geçen kişi ve geçiş şekli de hep aynı olduğundan kaynağın ışığındaki azalma zaman içerisinde hep aynı ölçüde oluyor. işte geçiş yöntemi kabaca bu şekilde işliyor. aşağıdaki animasyondaki parlaklık-zaman grafiğine bakarak konuyu daha iyi anlayabilirsiniz:


yaşanabilir gezegen olmak ne anlama geliyor? bunu, bu kadar uzaktan bakarak nasıl anlayabiliyoruz?

gezegen sistemleri en az 1 yıldızdan oluşuyor (başıboş gezegenler buna dahil değil.) eğer yıldız çok sıcak bir yıldızsa mesela, bu yıldıza çok yakın bir gezegende, gezegenin fiziksel özellikleri nedeniyle genellikle yaşamın varlığı ihtimali düşük oluyor. eğer gezegen yıldızdan çok uzaksa bu ihtimal yine düşüyor. ancak öyle bir aralık var ki gezegen o aralığın içerisine denk geliyorsa o zaman yüzeyinde sıvı suyun bulunması, bir atmosfere sahip olması, manyetik alanının olması gibi yaşamsal anlamda önemli olan ihtimaller oldukça yüksek oluyor.

tabii anlattıklarım bizim bildiğimiz anlamdaki yaşam ile ilgili. öyle bir gezegen bulursunuz ki içerisinde sadece radyoaktif maddeyle beslenen, bilmediğimiz türden garip bir canlı olabilir. fakat şartlar bizim ya da bildiğimiz canlıların yaşamına uygun olmadığından bu gezegen için "üzerinde yaşam var" iddiasında bulunmak aklımıza bile gelmeyebilir.

yaşanabilir bölge içerisinde olmak yetmiyor. gezegenin bir atmosferi olup olmadığı en önemli koşullardan biri. bunu, bu kadar uzak mesafeden anlıyor oluşumuzun nedeni spektrometre ile yapılan ışık ölçümleri. bir cisimden gelen ışık, size onunla ilgili tahmin edemeyeceğiniz kadar çok bilgi verebilir astronomide. tabii ki bu yöntem de öyle çat diye bakıp "aaa! tamam atmosferi varmış" diyebileceğiniz kadar basit değil. gezegenden gelen ışığın verdiği bilgiden, dünya'nın atmosferindeki elementleri, uzayda o ışığın geçtiği yol boyunca bulunan ortamlardaki atom yahut molekülleri ayıklamanız gerekiyor.

çok basitçe şöyle anlatayım bunu da; dünya atmosferinde x atomları var. uzayda, baktığınız doğrultudaki mesela moleküler bulutlarda da y atomları var. gezegenden gelen ışık size x, y ve z atomlarının varlığından bahsediyor. x ile y'nin nereden geldiğini biliyorsanız z'nin gezegenden geldiğinden hemen hemen emin olabilirsiniz. bu da aşırı basit bir anlatımla böyle işleyen bir yöntem. tabii x ve y gezegende de bulunuyor olabilir, o ayrı bir konu.

bu gezegenleri neden buluyoruz? ne işimize yarayacak?

aslında bunlar doğrudan günümüz insanının - gidip oralarda yaşamaları anlamında bakarsanız - işine yarasın diye yapılan araştırmalar değil. öncelikle evrenin yapısına ve nasıl oluştuğuna ilişkin kozmolojik bilgilerimize her eklenen taş astronomlar olarak işimize yarar.

ikinci olarak, her ne kadar milyarlarca yıl sonra gerçekleşecek olsa da güneş'in bir kırmızı dev yıldıza dönüşerek dünya'yı yaşanmaz kılacağını biliyoruz. tabii hesaplananlar dışında farklı koşullar ortaya çıkmazsa... bu durum, çok ama çok uzun vadeli düşünürseniz, insanlığın bir noktadan sonra dünya üzerinde yaşayamayacağı anlamına geliyor. sonraki süreçte ise mars'ta olmak da pek işimize yaramayacak. dolayısıyla insanlığın bir şekilde neslini devam ettirme ihtiyacı bu şekilde karşılanabilir uzun vadede.

elbette tüm bunları hesaba katarken "yahu çok uzak! zaten gidemeyiz oraya." diyenler olacaktır. fakat teknolojinin sürekli olarak geliştiğini göz önünde tutmamız gerekiyor. normal şartlarda bir kara deliğin olay ufkunun fotoğrafını da çekemezdiniz eskiden olsaydı ama birkaç yıl önce bu başarıldı. bu konularda en önemli silah teknolojik gelişimler. zaten nasa ışık hızına yakın hızlarda seyahat etmenin mümkün olup olmadığıyla ilgili çalışmalar da yapan bir kurum. dolayısıyla şu anda bizim işimize yaramayan şeyler bir gün insanlığı kurtarabilir. ha tabii "bana ne! kurtulmasa da olur." diyenler çıkacaktır. onlara da saygım sonsuz.