Ne Kadar Dinlenirse Dinlensin Eskimeyen Pink Floyd Şaheseri High Hopes'un Analizi

1994 yılında çıkan, bir anlamda Pink Floyd'un son albümü de diyebileceğimiz Division Bell'in incisi High Hopes'a dair güzel bir yorumu aktarıyoruz.

Klibi önden verelim

high hopes 201

bir çocuk düşünün. özgür ve saf. dünyada keşfedecek o kadar çok şeyi var ki. dehası henüz hayat tarafından bükülmemiş, eğilmemiş. algıları dünyanın kötülüğü tarafından şekillendirilmemiş.

sonrasında ayrılığın, değişimin, uyuşmazlığın çanları çalmaya başlıyor çocuğun hayatında. insanlar ayrılıyor. farklı fikirler oluşturuyorlar, saflık, masumiyet kayboluyor.

çocukken, özgürce düşler kurarız; fakat yaşlandıkça bu düşler kaybolur. büyüdüğümüzde ve geriye dönüp baktığımızda büyüme eyleminin kendisiyle savaşmış olmamız gerektiğini görüyoruz. çocukken, mucizeler hala yerli yerinde duruyor. dünyanın üzerinde sayısız küçük yaratıklar (myriad small creatures) olarak yaşıyoruz. çocukların diğer çocuklarla arasında bir çeşit bağ vardır; yalnız kalan bir çocuk belki de büyümeye kendi içinde karşı koyabilir. önce okulla başlıyor. bir zamanlar özgür olan ruh, esir tutuluyor; bağlanıyor. sonrasında, yavaş yavaş, parçalanma başlıyor (slow decay).

ne var ki, yaşlanmak kaçınılmaz. geriye dönüp baktığımızda, gençken dünyanın ne kadar güzel olduğunu görüyoruz. özgür, sonsuz. yine de, içimizdeki bir parça büyümüş; gençliğimizin getirdiği özgürlüğe karşı bir adım atmak isterken, bilinçsiz halde o adımı geriye atıyoruz. yaşlanma süreci, gençliğin saflığını kaldıramıyor. tamamen özgür olmaya yaklaşabiliyoruz, fakat asla tekrar özgür olamıyoruz.

hayat süreci bir nehirden başka bir şey değil. başlangıcı ve bir sonu var; fakat daha önemlisi, akış halinde. tek yöne akıyor. nehrin başlangıcı, kaynağı ihtişamlı olabilir fakat tüm çabalarımıza karşın, nehir akmaya devam ediyor, her geçen gün bizi başlangıçtan uzaklaştırıyor, hem de yıpratarak. bu süreç, hayatın ta kendisi, hep böyleydi ve hep böyle kalacak. sonu yok.

bu bakış açısına göre, david gilmour high hopes'u yazarken hayatı kendi bakış açısından yorumluyor, bu hayatın değiştiği, dönüşüme uğradığı noktaları sevmiyor. fakat şarkının sonlarına doğru, sanki acı bir gülümsemeyle kabulleniyor, o acı gülümseme de bir zamanlar çimenlerin daha yeşil oluşunun hatrına...


gençken yaşadığımız o yerin ufuklarının ötesinde,
büyülü ve mucizelerle dolu bir dünyada;
fikirlerimiz hep hareketliydi, sınırları yoktu.
ayrılık çanlarının sesi gelmeye başlıyordu.

uzun yolun ilerisinde, o geçidin aşağısında;
insanlar hala buluşuyor mu o kavşakta?

adımlarımızı izleyen düzensiz bir orkestra vardı,
zaman düşlerimizi alıp götürmeden önce yürüyen.
geriye kalan, küçük, sayısız yaratık; hapsetmeye çalışan bizi toprağa:
yavaş yavaş parçalanmaya mahkum bir hayata.

daha yeşildi çimenler o zamanlar,
daha parlaktı ışıklar.
harika akşamlar geçirirdik;
yanımızda arkadaşlar...

bakıyorken arkamızda bıraktığımız ateşten köprülerin ötesine,
diğer taraftaki yeşilliğin bir anlık görüntüsüne;
adımlar atılıyor oraya doğru; fakat fakat geri gidiyor ayaklar,
sürüklenip yenik düşerek içimizdeki gelgite.

yüksek bir rakımda, açılmış bayrakla;
ulaştık düşlenen o dünyanın baş döndüren tepelerine.

dolup taşmış haldeyiz, istek ve hırsla
hala tatmin edilmemiş bir açlık hissi var.
yorgun gözlerimiz hala geziniyor ufukta;
geçmişte bu yoldan geçtiğimiz halde, defalarca.

daha yeşildi çimenler o zamanlar,
daha parlaktı ışıklar,
daha tatlıydı tüm zevkler,
harika akşamlar geçirirdik;
yanımızda arkadaşlar...
sis, şafak vakti parlardı,
sular ise akardı,
uçsuz bucaksız bir nehirde,
daima, sonsuza dek...


parçanın klibinin imgesel bağlamda çözümlenmesi

"pink floyd genel olarak sistem eleştirisi yapan bir gruptur" desek yanlış olmaz. her albümü, her şarkısı, her sahne performansı yönüyle. özellikle the wall albümü, filmi; tek düzeleşme, robotlaşma, fordist dikta eğitim gibi kavramlarla savaş içeriği taşımakta. son albümleri olan "the division bell" (parlamentoda çalan çanı temsil etmekte)'in son şarkısı "high hopes" genel olarak pink floyd'un kuruluşu, gelişimi ve dağılışını konu almakta. başındaki zil sesi "fat old sun" şarkısından, şarkı içersindeki sinek sesleri "grantchester meadows" şarkısından alınmakta. bu yüzeysel bilgiler bile bize şarkının gidişatı hakkında bilgi vermekte. klibin çekildiği mekanlar grup için ayrı önem taşıyan cambridge'de çekilmiş. klipte köy; kalabalığın eziciliğinden kaçış, yalnızlığın özlemi gibi anlamlar taşır. gökyüzü ve yol, gitme-gelme gibi anlamlar taşırken kullanılan tüm mekanlar grubun hep üzerinde durduğu sınıfsal ayrılıklara gönderme taşır. gene en başta adamın uzağa bakmasının anlamı uzak ve yalnızlık özlemidir. aynı zamanda geçmişi düşünmesiyle paralellik taşır. tarlada ve klipte genel olarak sarı rengin hakim olması "sepya", "geçmişe dair" anlamları taşımaktadır. elmalar, yasak elma hikayesine gönderme ve aslında bir hiç uğruna bu çarkın içine atıldığımızı imgeler. dağlarda koşmak, bisiklet ve soytarılar çocukluğa dair izleri taşır. nehirden akan gitarlar grubun yıllardır ilerlediği ve arka arkaya yaptığı işlere göndermeler taşır.

aslında olduğu gibi bütün klibin bir fotoğrafı gibidir. uzun bacaklarla yürüyen bavullu adamlar, okulu bitirip büyüyen öğrencileri anlatır. aslında söylenen şudur ki, geçip giden hayatta bir çok aşama atlanır. ama her atlanan aşamadan sonra arkaya bakıldığında geçilen yerler ileriden hep daha yeşil ve daha masumdur. ama asla geri dönülemez, şarkıdaki hüzün burdan kaynaklanır. balonlar, çember şeklinde birbirine top atan insanlar gene geçmişe, çocukluğa dair izler ve özlemlerdir. sonraki sahnedeki "çan" taşıyan "boynu bükük" insanlar grubun başka bir eleştirisi olan dinin eziciliği konusuna gönderme yapar. sırt sırta çarpışan cinsiyeti belli olmayan insanlar, hep ileriye gidilsede aslıda içten içe geri dönülür demektedir (steps taken forwards but sleepwalking back again/ileri atılmış birkaç adım fakat uyur gezer geri dönmek). bir içe yolculuk söz konusu olduğu için bir sonraki sahnede içe bükülmüş bayraklar bizi karşılar. bu da geri dönüşüm anlatısıdır. ve daha sonraki dev pelerinle rüzgara karşı yürüyen adam klibin en vurucu ve en akılda kalıcı sahnesidir. david gilmour'un tasvir edildiği ve bütün pink floyd grubuna mal edebileceğimiz bu sahnedeki pelerin şan, şöhret, ün gibi sadece yük ve rüzgar karşısında sadece zorluk çıkartan şeylerdir. siyah olmasının nedeni ise şanın, şöhretin hiçbir iyi yanı olmaması, sadece ilerlemekte bize zorluk çıkaran birer pelerin olmasıdır. aynı adamı bu sefer tekerlek taşırken görürüz. bu da medeniyetin doğuşunun tasviri yani gene geçmiş özlemidir ve elma sahnesiyle paralellik taşır. oyuncak ayı sahnesi çocukluk ve geçmiş özlemine gönderme yapmaya devam eder. kayıkların nehirin üzerinden aktığı sahnede; kayıklar gene bireyler, nehir ise gene hayattır. ve uzaklara (geçmişe) bakan adam cenaze arabasına benzeyen aracın bagajını açar ve beyaz topları serbest bırakır. bunu "özgürlüğe bırakılan ceninler" olarak anlamak mümkün. sonu bütün bu karamsarlığa rağmen umutla biten klip roger waters'sız bir pink floyd'un sistem eleştirisini imgelem ve üstü kapalı şekilde yaptığına işarettir. klibin sonunda ve ortalarında gösterilen syd barrett heykeli, grubun isim babasına bir saygı duruşu ve shine on you crazy diamond, wish you were here gibi bu eserinde ona adandığının resmidir.

David Gilmour

Final notu

david gilmour'un bir röportajından:

"high hopes division bell'de kaydettiğimiz son şarkıydı. tüm diğer şarkılar bittikten sonra bestelendi. aniden ortaya çıkan birşeydi ama güzeldi. ilk baş elimde daha önceden kasede çektiğim küçücük bir piyano melodisi vardı. sanırım temmuz ayıydı ve kız arkadaşım polly ile küçük bir evde kafa dinlemeye kaçtık. şarkının sözleri üzerinde uğraşmaya başladım. polly bana zamanın insanı yıpratması ile ilgili küçük bir phrase söyledi. ben de onun üzerine yoğunlaştım ve.. aslına bakarsanız bu benim otobiyografim, benim hayatım hakkında. cambridge'deki günlerim, çocukluğum.. dediğim gibi şarkı çok hızlı oluşuverdi. sözlerini neredeyse bir günde yazdık. ardından stüdyoya girdim. yalnız başıma. birkaç dakika sonra bir demo ile çıkıverdim. ve dediğim gibi tamamı neredeyse bir günde bitmişti."

Her Saniyesi Varoluş, Evren ve Canlılığa Dair Metaforlarla Dolu Pink Floyd Şaheseri: Echoes