Ne Olduğunu Anlamadan Bir Devrin Sessizce Kapandığının İşareti: Eski Sevgilinin Evlenmesi

Er ya da geç herkesin karşılaşacağı bu durum hakkında Sözlük yazarları kendi hikayelerini aktarırken çok isabetli tespitler yapıyor.
Ne Olduğunu Anlamadan Bir Devrin Sessizce Kapandığının İşareti: Eski Sevgilinin Evlenmesi

koyuyor.

üniversite hayatımın 3 yılını sevgili olarak aynı evde geçirdiğim, yediğimin içtiğimin ayrı gitmediği kadın şimdi başkasına "kocam" diyor. bu ayrı koyuyor, onun "kız isteme", "kına gecesi" fotoğraflarını görmüş olmak ayrı koyuyor. 

ayrı kaldığımız günlerde 3 saatte bir beni arayan ve "çok arıyorum biliyorum ama napayım sesini duymazsam elim ayağım titriyor" diyen kadının şimdi bir başkasına "kocam" demesi koyuyor.

gece uyurken birden bire beni uyandırıp "noldu aşkım" dediğimde, "sana aşığım" diyen kadının şimdi bir başkasına "kocam" demesi koyuyor.
bir zamanlar fotoğraflarda beraber güldüğüm insanın şimdi bir başkasına "kocam" demesi koyuyor.

sonrasında da dört duvar arasına hapsettiğiniz ruhunuz gökyüzünü görmek için çığlık atmaya başlıyor, gökyüzünüz ise hayal kırıklıklarınız yüzünden trafiğe kapatılıyor ve hayatınızda daha bir şeyler konmayacak boşluk(lar) oluyor, dolmayacak boşluk(lar).

işte "eski" sevgilim evlendiği zaman bana böyle oldu.

tam olarak 2 saat 15 dakika evvel meydana gelen durum. bu kadar net konuşabiliyorum çünkü bizzat nikahta yerimi aldım onlar evlenirken. hüzün anlamsız aslında çoktan bitmiş bir ilişki için. ama asıl koyan nikah salonundan çıkışta o ve yeni sevdiceği gelin arabası içinde, kornolar eşliğinde insanlara el sallarken sizin arkanızı dönüp kaldırımda tek başınıza yürüdüğünüz anmış. ne kadar silinip gitse de her şey, işte tam o an nefes almak imkansızmış...

eski sevgililerimden biri, facebook arkadaş listemdeydi. durum güncellemesi yapmıyor, hiçbir paylaşımda bulunmuyordu. çevrimiçi olduğunu da hiç görmedim. sadece duruyordu listemde. mesaj atmayı düşünsem de son anda vazgeçiyordum her seferinde. tabi zamanla unuttum gitti.

yıllar sonra, aynı isme ve soyisme sahip birinden arkadaşlık isteği geldi. sağda o, ortada bebek ve solda da eşi. yüzümde hiçbir ifade yoktu, belki şaşkınlık vardı... mause imlecini ''onayla'' butonunu üzerine getirdim, bekliyorum. gözlerim profil resmine bakıyor ama gördüklerim farklı; birlikte kurduğumuz hayalleri görüyorum. şirin, ahşap bir ev, ellerini ve ayaklarını çırpan tatlı bir bebek, sevgiyle geçen bir yaşam. aynı hayali başka biriyle gerçekleştiriyordu. bunlar gözümün önünden geçtikten sonra toparlanıp, arkadaşlık isteğini kabul ettim.

sohbet kısmında çevrimiçi olduğunu görür görmez mesaj attım. hemen sonra cevap yazdı. o da bana mesaj atacaktı demek ki, ben erken davrandım. hal hatır sorma faslını geçince, ''bebeğin olmuş, hep mutlu olsun :)'' yazdım. teşekkür etti. ''sfsdf s'' tarzı bir mesaj geldi. bebeği tuşlara rastgele basıyormuş.

fazla soru sormadım. böylesi makbuldu. ayağa kalkıp evin içinde dolandım. bu kadar kısa sürede bir insanı tanımak, o insanla evlenmek ve çocuk sahibi olmak nasıl mümkün olur onu düşünmeye başladım. ''aman neyse siktir et'' dedim içimden.

ellerimi, kollarımı kesiyor, etlerimi cımbızla lime lime ediyorlardı

dört bir yanımı sarmışlar, nefes almamı istemiyorlardı. kalbimi yerinden söktüler boşluk kaldı. kan yoktu, işkence aletleri yoktu, aslında işkence de yoktu ama böyle oldu işte. çığlıklarımı duyan yardıma koştu. kalpsiz nasıl yaşandığını gösterdim herkese. kollarım, ellerim olmadan da yıkabilirdim etrafı. çığlıklarımı duyan yardıma koştu. ölümün provasıydı, yaşıyordum ama yaşamıyordum aynı zamanda. kalbimi söküyorlar dedim, öldürüyorlar beni yardım edin. sevdiklerim seyretti sadece. gözümün içindeki lensler parçalanana kadar ağladım. ağlamak denirse ona. her damla boşluğa düştü, yüzümü ıslatmadı hiçbiri. yüzüm yoktu sanki, dudaklarım yoktu, kulaklarım yoktu, hayat yoktu, ben yoktum. yok oldum…

işte böyle sevgili. sen düğün davetiyeni verdikten sonra oldu hepsi. nikah tarihini neden temmuza aldığınızı anlatırken tanıdığım adamdı karşımdaki. açıklamana gerek yoktu ki, temmuzda doğdun sen, hep doğum gününde evlenmek istediğini söylerdin. çünkü evlendiğin gün ikinci doğuşun olacaktı. konuşmana gerek yoktu sevgili, karşımda öylece dursaydın da anlardım seni. nerede oturacağını biliyordum mesela. balayında nereye gideceğini. sen sus, bana sor. anlatıyım hepsini.

seni seviyorum sevgili. tanıyorum seni, okuyorum kalbini. gülüşmeler, sevişmeler, hayaller biriktirdik biz. aktris değişti sadece, senin için aynı kalacak hepsi. onun için daha fazla konuşma sevgili.

hayatımı başkası yaşayacak şimdi. başkası geçerken benim yerime ben yeni bir yer bulamadım kendime. yersiz, yurtsuz kaldım. yok oldum sevgili, sanki hiç yaşamamışım gibi unuttu herkes beni. hayaletmişim gibi, ruh gibi kaldım oracıkta. görünmez oldum sevgili.

ben yaşıyorum şimdi. kalpsiz de yaşanabileceğinin kanıtı gibi. ellerim, ayaklarım, yüzüm, gözüm yok; ama yaşıyorum sevgili. nefessiz de yaşanır, susuz da, yemeksiz de. günlerdir işte böyle yaşıyorum sevgili. makineye bağlanmışım gibi, komadaymışım gibi yaşıyorum. gerçeğine çok yakın ölüm tatbikatı bu şimdi.

beni aradı bir gün, işinden de, departmanından da, müdüründen de, patronundan da, hayatından da sıkılmış.

"ben bu işte dayanamıyorum artık sevgilim. kurtulmak istiyorum buradan."

bekle biraz, sabret dedim, halledeceğim. bana cv'ni gönderir misin diye sordum, gönderdi. o zamanki müdürümün aracılığıyla, müdürümün eşinin gayet yüksek bir pozisyonda çalıştığı, şehrin açık ara en iyisi olan şirkete cv'yi ilettik. birkaç gün sonra iş görüşmesi için aradılar kendisini.

"ama mülakat ingilizce olacakmış, biliyorsun benim ingilizcem üst seviye değil."

günlerce birlikte ingilizce pratiği yaptık. görüşmeye gitti, ilkini geçti, ikincisini de geçti, işe alındı. ne kadar mutlu olduğumuzu anlatamam. sarıldık. öpüştük. bir olduk.

birkaç zaman sonra yine beni aradı:

"işyerinde erdinç diye birisi var, devamlı benimle uğraşıyor. yaptıklarımı küçümsüyor, beni hep rezil etmeye çalışıyor. ölmek istiyorum allahım."

dur bakalım, çabuk karar verme, sana öyle gelmiştir belki dedim.

"hayır, bana öyle gelmiyor. nefret ediyorum ondan."

...

çok sonra duydum ki, erdinç'le evlenmiş.

geçtiğimiz aylarda başıma geldi.

sanal bir platformda, bir arkadaşının yorumunu gördüm. o'nun evliliğine dair.

evliliği, kocalığı, babalığı en fazla hak eden adamdı. muhteşemdi. erkek arkadaşlık açısından kusursuzdu resmen. oldukça yorucu da olabiliyordu ama aşk adına üzerine düşen her şeyi fazlasıyla yapıyordu. ayrıldıktan sonra çok büyük bir depresyona girdim, ama dönmek istemedim. şimdi düşünüyorum, sadece "farklı" insanlardık. onun veya benim kötülüğüm mevzubahis değildi. ağır geldi bana. ne yapacağımı bilemedim.

evlendiğini görünce önce ağladım (fiks) ama çok çabuk toparladım kendimi (5 dk) dediğim gibi, evlenmeliydi. evlilik için yaratılmıştı. bebek görünce sevmeye koşan kızların, erkek versiyonuydu. kızı olsun diye ölüyordu. soyadını bana vermek için o çocuksu hevesleri gözümün önünden gitmiyor. eşi benzeri yoktu ya, öyle bir adamdı.

5 dk da toparlandım derken, gece yarısı ansızın uyandım. onu düşündüm. aklıma geldi gittiğimiz şehirler, onun yaşadığı şehir. başka bir histi. başka bir dünyaydı. o denli onun dünyasına ait olmuştum ki, ayrılınca uzay boşluğuna tek başına fırlatılmış ve bir süre sonra nasa'nın bile siklemediği çaresiz astronot gibi olmuştum. döne döne ilerlemiştim yalnız başıma. bana ait bir hayat yaratmak için zaman geçmesi gerekti.

hele onun yaşadığı şehir, ankara. güzeldi. şehri bile özlüyorum. beni otobüsten aldığındaki sevincini, rahat edeyim diye çabalarını, elele gezmeyi, yanında tüm ağrılarımın geçmesini, kaldığımız yerleri, ailesini. napayım, akla düşüyor işte. insanın elinde değil. ben gece ansızın uyanıp bunları düşünürken, o haklı olarak karısıyla sevişiyor veya kaşıkta uyuyor olmalı.

tüm bu dağınık düşüncelerimi derleyip toplayıp prese koyarsam, ortaya çıkan öz, "rahatlık". ciddi anlamda rahatladım. o artık başkasına ait. artık onu/onun gibi birini beklemeyecek, bilinçaltımdan "günün birinde..." demeyecek, vicdan yapmayacağım. ben daha kimseyle ilişki bile yaşamamışken adam evlendi. her ne yaptıysam - ki bir kötülüğüm dokunmadı, iyi insanlardık, farklıydık dediğim gibi- hepsi bitti, kuş gibi hafifim. o evlendi ve bana ilerlemek için vize verdi sanki bu durum. ilerleyebilirim. tüm güzellikler, tüm paylaştıklarımız, her şey toz bulutuydu, toz bulutu da dağıldı. önümü görüyorum.

orada burada görüyorum, "sevmek, yanında sen olmasan bile, o mutlu olunca mutlu olmaktır" gibi beylik sözler, var böyle bir şey. yanında değilim ama o mutlu, sonsuz bir huzurla doldum.

ben iki tane evlendirdim mesela, evlendirdim dediysem elimle düğünlerini yapıp gerdeğe sokmadım tabi, benden habersiz sinsice evlenmiş hainler

ilki biz ayrıldıktan bir yıl sonra evlendi, hatta daha sonra boşandı, tekrar başkasıyla evlenmeye niyetlendi falan, "amma da evlenme meraklısıymışsın be arkadaş !" dedim geçiştirdim, ama ilk duyunca bir acaip geldi, nedenini sormayın, insan öyle hissediveriyor işte. az önce de ilk sevgilimin evlendiğini öğrendim, facebook sağolsun. aradan nereden baksan bir on yıl geçmiş, o on yılda bağlar tam olarak kopmamış, yılda bir bile olsa görüşülmüş, konuşulmuş, hatta yeni sevgiliyle tanıştırılmış, misafir edilmiş, misafiri olunulmuş falan. ama şimdi bunu facebooktan öğrenmek de bir acaip koydu bana, ceza olarak diyorum bu akşam bir arayayım da kavgaya tutuşsunlar, eşi beni pek sevmez de. sonra da derim "ay nerden bileyim ben, aklıma geldi bir hatrını sorayım diye düşündüm" gerçi içimden bir ses de "kız niye sinirlensin ki ? kapmış zaten çocuğu artık, sen de onun sapı, bunun çöpü derken kendi turşunu kurarsın artık" demiyor değil. neyse aramıyacağım, yuh o kadar da değilim.

uzun lafın kısası bir devrin bitiyor olduğunun işaretidir bu olay, hatta belki bittiğinin. büyüdüğünüzün, hatta belki orta yaşlara doğru dört nala koştuğunuzun işaretidir, hem de hiç anlamadan. asabınızı bozan -eğer evlenen eski sevgiliye hisleriniz yoksa, ki benim kesinlikle yok- onu kaptırmış olmanız, evde kalmış hissetmeniz, başkalarının hayatlarının devam ettiğini idrak etmeniz falan filan değil de zamanın, sizin zamanınızın, hayatınızın sizi bile umursamadan, siz bihaber bakıyorken akıp gidivermiş olmasıdır.

artık sahilde ilk gerçek erkek arkadaşıyla el ele tutuşan kız değilsinizdir, bunu zaten biliyorsunuz da bunun gibi anlar o kızın artık sonsuza dek öldüğünün en gerçek kanıtıdır.

bu durumun bu kadar konuşulup ekşi sözlük'te uğruna sayfalarca yazı dökülmesinin gerçekte tek sebebi, senin durup hayatını sorgulamana neden olmasıdır

haberi aldığında "dur"ur, bıraktığın "an"a sararsın her şeyi baştan.. o neydi..sen neydin? kaç zaman, kaç kişi geçti aradan ve şimdi nerelerdesiniz? gerçi onun nereye geldiği az çok belli.. de, sen, nerede görüyorsun kendini?

aradan geçen bunca zamanda "o"ndan sonraki hayatını nereye getirdiğine ya da getiremediğine bakıp da, sanki bir hayat için en iyi "mutlu son" seçeneği "evlilik"miş gibi.. "o" bu sona koşa koşa varmış da "finish" çizgisinden sana nispet yapıp gülümsüyormuş gibi, tüm bu yarış alanında sen bi başına kalmışsın, ne yapacağını şaşırmışsın gibi yapayalnız hissetme sonuna varıyorsan, yanlış yapıyorsun.. "o" başkasıyla olabilir, evlenebilir, boşanabilir, isterse çocuk yapar 10 tane, isterse çekip buralardan gidebilir.. tüm bunlar seni etkiliyorsa, senin hayatını kabullen(eme)me biçiminde hata var demektir..

eğer bu durduğun noktada, yaptığın muhasebede, kendi eksiklerini görür de kabul etmeyi de istemezsen hele... işte o zaman vay haline. üzülür, kızar, suçlar, ağlar, bozarsın bütün dengelerini... o zaman bu, senin için saçma bi sidik yarışına girer işte... oysa burada olay, kimin daha iyi olması değil, kimin daha uygun olmasıdır "o"nun ve senin için. bunu bilirsen, gerisi vız gelir, tırıs gider...

neticede, dur da bir bak kendine... gerçekte hırslandığın ne? üzüldüğün ne?

kaç zaman önce kaçarak uzaklaştıkların ya da kaçarak uzaklaşanlar mı burada asıl mesele?