Ne Vakit Dinlenirse Dinlensin İnsanı Darmadağın Eden Pink Floyd Başyapıtı: Hey You

Saf müziğin zirvelerinden Pink Floyd'un 1979 tarihli The Wall albümünde yer alan klasik şarkı ne zaman dinlerseniz dinleyin, etkiliyor.


duyan kulaklar için çok şey anlatan bir şarkıdır hey you

ilk izlenimde sanılanın aksine romantik bir şarkı değildir. sadece sözleriyle değil, enstrümanlarıyla da konuşur. tıpkı sözlerinde olduğu gibi bestesi de duygularla dolup taşmıştır. insan dediğimiz teferruatlı yaratık vücut bulur bu şarkının denge ve matematikten azade ama dahiyane harmonisinde.

şarkıda her an, her söz, her tını bir sonrakini tetikler, incelikle örülmüş bir öykü anlatılır. notalarla yazılmış bir edebi eserdir. her adımda birbiriyle bağlı olmak ve en sonunda başa dönmek kaydıyla bir döngünün hikâyesini anlatır aslen bu şarkı.


ilk olarak tekinsiz bir ritimle akustik gitar girer

temposu biraz daha düşük olsa kendimizi huzurlu bir bülent ortaçgil şarkısının ortasında bulabilirdik ama bu şarkının huzurlu bir şarkı olmadığını daha ilk saniye anlıyoruz. bir yere varmaya çalışan ama nereye gittiğine dair hiçbir fikri olmayan bir tempoda çalar akustik gitar. sonra bas gitar girer. bas'ın aşina olduğumuz güven veren tok tonunu bulamayız burada. çünkü fretless bass (perdesiz bas) kullanılmıştır şarkıda. bass tekinsizlik hissini daha da belirginleştirir. sızlanan, oflayıp puflayan suratsız bir çocuk gibi söylenir durur. sıradan bir bass'ın işlevi gibi diğer enstrümanları dengede tutmaya çalışmaz, her insanın içinde kendisini kurtarması için vızıldayan bencil cılız sestir bu. isyanı gitaradır, gitarın acelesini köstekler, ama durdurmayı da başaramayacak kadar zayıf, sünepedir.

gitar ve basın bu gudubet münakaşası ilk verse'ü tetikler ve david gilmour şarkıya girer

hayalperesttir gilmour'un sesi, derinliklidir; değişimleri dönüşümleri, inişleri çıkışları sesiyle yaşatmasını bilmez (zira onu gitarıyla yapacaktır), ama dinginlik dedin mi onun sesinden âlâsı yoktur. duvarın ardından kalmanın pişmanlığı, duyulup duyulmadığının, kale alınıp alınmadığının merakı vardır hep sözlerinde. duyulma ihtimalidir onu kamçılayan ve söyleten, bu yüzden tek bir kelime boşa etmez, her sözünde bir bilgelik vardır. hafif sitemkâr ama pekâlâ umut dolu başlar söylemeye. muhatap ya duyarsa'dır, duyarsa ne olacak'tır ilk iki verse'de karakterin derdi. görmediği, göremeyeceği birine konuşmaktadır. eğer ışığı gömmelerine yardım etmezse ne olacak? eğer savaşmadan teslim olmazsa ne olacak? yükü taşımasına yardım etse ne olacak? peki ya, kalbini açsaydı ve nihayet evinde olsaydı, ne olacaktı?

David Gilmour

tüm bu soruların cevabı, akabinde gelen gitar solosunda saklıdır

gilmour'un sesindeki sakinlik, enstrümanların huysuzluğunu ancak buraya kadar dizginleyebilmiştir ve "open your heart, i'm coming home" dizelerinin hemen ardından kaçınılmaz olan farkındalık gelir. karakterin çaresizliği aniden hayata gelir ve vücudundaki buhran, gilmour'un parmaklarından taşmaya başlar. hem ritim hem lead gitar yeknesaktır, tek nefeste salınan devasa bir çığlık gibi inlemeye başlarlar. çok basit bir solo olmasına rağmen hissettirdiği tek şey vardır: dehşet.

solo'nun ardından kabullenme gelir ve vokale grubun heyecanlı çocuğu roger waters geçer

akustik gitar şarkının başından bu yana ilk kez o insanın çıldırmaya yaklaştığını adım adım resmeden temposundan çıkar ve sıradan akorlarla dinginleşir. karakterin gilmour'un bölümlerindeki hayalperestliği gitar solosuyla ölmüştür, yerini waters'ın kabullenmesi alır. karakter her şeyin bir "fantezi" olduğuyla, duvarın çok yüksek olduğuyla, istese bile artık özgür olamayacağıyla yüzleşir. en son dizede de her insan gibi işi mizaha vurur. bir anlığına, sadece küçücük bir anlığına, kendisiyle dalga geçecek kadar bile olgun olmuştur o. gururludur. 

Roger Waters.

derken akustik gitarın tekrar ilk temposuna dönmesi ile döngü tamamlanır

son verse'de, karakter yine "ya duyuyorsa, duyuyorsa ne olur?" düşüncesiyle söylemeye başlar. ancak tek bir fark vardır: gilmour'un dingin portresi çoktan ölmüştür. yine boşa söz söylemez ama sesinin duyulacağına dair umudu öylesine azalmıştır ki, waters'ın, şarkının son dizelerinde sesi artık bir feryattır. döngünün her aşamasında, umut azalır, feryat yükselir.

teknik olarak şarkı burada biter, ancak hikâye devam etmekte, dönüp durmaktadır. o yüzden her insan, bilmem kaç yaşında, bilmem kaç sene sonra, döngünün bilmem kaçıncı turunda da dinlese mutlaka kendini bulur bu şarkıda. çünkü her an her saniye bu şarkıyı yaşarız.

fark etmeyiz ama her gece bu şarkıya yatar, her sabah bu şarkıya uyanırız.

Bu içerik de ilginizi çekebilir