Nereden Nereye: 1930 Yılında Kanada'da Yayınlanan Türkiye Kadın Hakları Karikatürü

Kanada'nın en büyük eyaleti olan Quebec'te 1930 yılında yayınlanan siyasi karikatür, 1930 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkı veren Türkiye ile 1940'a kadar kadınların bu hakkının olmadığı Kanada'yı kıyaslayıp derin derin düşünmeye sevk ediyor.
İstanbul, Türkiye
Türk tarihinde ilk kez, kadınlar haftaya gerçekleştirilecek genel seçimlerde oy kullanabilecek ve milletvekilliğine seçilme hakkına sahip olacak.


1930 yılında kanada, quebec'te çizilen kadın hakları ile ilgili politik bir karikatür bu.

karikatürde bir kadın üzgün bir şekilde bir afişe bakıyor ve afişte kadınların türkiye'de ilk defa seçme seçilme hakkı kazandıklarını, ve bu haftaki seçimlerde hem seçebilecek hem de seçilebileceklerini okuyor. bana da vay canına demek düşüyor.

vay canına. nereden nereye. bir tarafta çeşitli dini ve sosyal anlamda geri kafalılılıktan dolayı 1940'lara kadar kadınlara seçme hakkı vermeyen, fakat sonraki zamanlarda kuzey amerika'nın en ilerici bölgelerinden biri haline gelen bir batı toplumu ve devleti (kanada, quebec); diğer tarafta 1920'lerde yıkıcı bir savaştan yenilmiş olarak yeni yeni ayağa kalkan, çoğu ülkeden önce bir çok yenilik yapan, fakat 20'inci yüzyılın ortalarına kadar bu ilericilik atağını sürdürmeyen ve tökezleyen bir başka ülke (türkiye).

işler nasıl bu raddeye geldi kolay anlaşılır gibi değil.

karikatürdeki kadında nasıl bir haset varsa artık, bizimkiler olayın üzerinden 90 yıl geçmesine rağmen hala yerinde sayıyor.

evvelden dini referans alan bir siyasi görüşüm vardı. ailem de dindar tarikat ehli insanlardır. ortada süregelen yobazlığın farkındaydım ve benimle karşıt görüşte insanlara tabiri caizse gerçek ıslam bu değil gibisinden savunmalar yapardım. hatta cemaat tarikat mensubu olmanın karşısında olduğumdan bahsederdim. beni bu çizgiye getiren ilkokulda kazandığım atatürk sevgisidir. artık eskisi gibi savunmalara girmiyorum. çünkü ne kadar uğraşsam da siyasal dinci zihniyet bizim gibi sağduyulu ve çağdaş olmaya çalışan dindarları bile kendine malzeme ediyor. kendi dinimi içimde yaşıyorum. inanıyorum ki atatürk'e ve yaptıklarına sevgim olmasa ben asıl o zaman şirkle iç içe kendiyle çelişen bir müslümandan başka biri olmazdım. belki atatürk gerçekten müslümandı ve ya değildi bilemiyoruz. insanca yaşamamız için inkılaplarını uygulamaya koyduysa ne önemi var. geçmiş geçmişte kalmıştır .

bana bunları hatırlatan karikatür.

zamanının haşmetlü osmanlısının son dönemi hep trainspotting filmindeki junkie evinin salonunu ve hatta tuvaletini aklıma getirir. ya da film osmanlıyı aklıma getirdi desem daha doğru. başka bir çok filmde de keşlerin halini net gösteren bu evleri içine iki temizlikçi sokarak, beş usta getirerek sonra bir kamyon mobilya taşıyarak tekrar yaşanacak hale sokamazsın. 

demek istediğim, bazen fikren ve fiziken tamamen yıkman, molozları taşıman ve temeli tekrar kazman ve binayı yeniden inşa etmen gerekir. bu bir tercih değildir, bu iliklerine kadar miskinlik işlemiş şahsiyetsiz, kula kulluk müptelası olmuşlardan icazet alınacak bir şey değildir, bu bir zarurettir. bu tam anlamıyla bir devrim gerektirir. 

eğitim hepimiz için önemli ama kadınlar için iki kat önemli. içinden çıkamadığımız bu verimsizliğin, geriye gidişin, umutsuzluğun ve neticesi mutsuzluğun temel nedeni kadının hala hak ettiği yerde olamamasındandır. 

atatürk tam bir teşhis, tanı ustasıydı, en radikal şekilde en kritik noktalarına dokundu ülkesinin. biz ülkecek tedaviye yanıt veremedik, bütün mesele bu.

ruhu şaad olsun bir asır sonrasında bile zamanın çok ötesindeki büyük insan.