Osmanlı'nın Zamanla Bilimde Geri Kalmasının Sebeplerinden Biri: Merasim Ulemâsı

İlkokul tarih kitaplarından beri "Osmanlı çağa ayak uyduramadı, bilimsel gelişmelerde zaman ilerledikçe zayıf kaldı" diye biliyoruz, ama bunun neden olduğunu tam olarak biliyor muyuz? İşte öğrenme fırsatı.
Osmanlı'nın Zamanla Bilimde Geri Kalmasının Sebeplerinden Biri: Merasim Ulemâsı

osmanlı'nın 16. yüzyıldan itibaren ve takiben 17-18. yüzyıllarda bilimsel faaliyetlerde neden geri kaldığına dair bize kuvvetli bir emare gösteren veciz söz: merasim uleması.

istanbul'un fethinden itibaren içselleştirilmiş bir şekilde devletinin devlet-i ebed müddet (ebediyen bozulmayacak mükemmel devlet), rejiminin de idealize edilmiş en harikulade rejim olduğunu düşünen ve buna inanan osmanlı bürokrat ve âlimleri, ortaya atılması muhtemel her türlü yeni fikir ve gelişmeyi "bu mükemmel devlet ve rejimde bozgunculuk yaratmak" olarak telakki ettiler. işte bu görüş, ulema arasında da yaygınlaştı ve ulema mensupları aracılığıyla medreselere de sirayet etti. bu sebeple alanında uzman önemli tarihçiler 16. yüzyıldan itibaren osmanlı'nın dünyada vuku bulan değişim ve dönüşüme neden ayak uyduramadığına dair kafa yorar oldular. medreseler kendini yenileyemez bir duruma gelmişti.

16. yüzyılda medreselerin müslüman talebe için hristiyan çocukların çok daha sonra elde edecekleri bir öğrenim imkanı sağladığını söyleyen albert howe lybyer, "ne var ki, muhafazakarlıkları bu yararlı kurumu zamanla zararlı hale getirdi. yüzyıldan yüzyıla ne öğretim yöntemlerinde ne de öğretilen derslerde bir değişiklik yapılmasına izin verildi. bu yüzden bir zamanlar en hevesli öğrencilerini insan bilgisinin en ön saflarına taşıyan eğitim sistemi, zamanla dünyanın öteki uluslarının çoktan geride bıraktıkları bir noktada bu öğrencileri hapseder oldu." tespitinde bulunmuştur.


osmanlı medreseleri, kendinden önce yüzlerce yıldır uygulanan arap ve iran medreselerindeki tedris ve talim usullerini aynen takip etti

hulusi lekesiz, eş-şakayıku'n - nu'maniyye temelinde gerçekleştirmiş olduğu istatiksel çalışmasında, osmanlı medreselerinde okutulan kitapların %39,3 iran, %30,3 mısır, %21,21 maveraünnehr, %6 ırak ve %3 anadolu kökenli olduğunu belirtmiştir. kitapların hemen hepsi 9-15. asırlar arası yazılmıştır. yazım bakımından %41'lik bir oran, 13. yüzyıla aittir.

bu şu demek: osmanlı, kurulduğu ve kendine anadolu'da yer edinmeye çalıştığı dönem itibariyle (13-15. yüzyıllar) bilimsel faaliyetlerin tamamen çökmese bile ciddi şekilde durağanlaştığı ve noksan bırakıldığı bir geçiş sürecinde hayat sahası bulmuştur. osmanlı uleması da, buna paralel şekilde yeni çalışma ve bilimsel başarılara imza atmamış, buna mesai harcamaya gerek görmemişlerdir (neden gerek görmediklerini daha detaylı okumak isteyenler için ayrıca entry bırakacağım).

bir diğer istatiksel çalışma ise fahri unan'a aittir. kendisi sahnı seman medreseleri olarak bilinen, 2. mehmet'in istanbul'un fethinden sonra kurduğu yüksek medreselerde müderrislik yapmış ulemanın kaleme aldığı kitapları incelemiştir ve çıkan sonuç dikkat çekicidir: buna göre osmanlı medreselerinde dini ilimlerin ekseriyeti oluşturduğu kesin bir sonuçtur. incelenen dönemin müderrislerinin yazmış olduğu 189 kitaptan sadece 20 tanesi aklî ilimlere; geri kalan 169'u tefsir, hadis, fıkıh, kelam, ahlak ve tasavvuf gibi dini içerik ve konularla tarih, edebiyat ve arap dili çalışmalarına aitti.


sözü daha fazla uzatmayalım

imparatorluğun sıkıntılı bir sürece girdiğini az da olsa anlayan bazı isimler vardı. medreselerde bilimsel faaliyetlerin durma noktasına geldiğini ilk defa 16. yüzyılda taşköprülüzade kaleme almış, onu ilerleyen yıllarda sırasıyla gelibolulu mustafa âli, selanikî mustafa, koçi beğ ve katip çelebi takip etmişti. bu isimlere göre mevcut vaziyette ulemanın, merasim uleması haline gelerek teşrifatta yer kapma yarışına girmesi, medreselerde doğru düzgün ders yapılmaması, toplumun irşad edilmemesi, ulema mensuplarının siyasi otoriteyi (sultanı) uyarıcı ve yönlendirici olma vasfını yitirerek, siyasi otoriteye entegre olmaları ve buna göre pastadan pay kapmaya çalışmaları, bu bağlamda rüşvet ve iltimasın yayılması olağan bir hale gelmiştir.

17. yüzyılda osmanlı devleti'nin artık iyice bozulmuş düzenini saptamak üzere kaleme alınan kitab-ı müstetab adlı eserde de rüşvetle ilgili şu çarpıcı kısım yer alır (dili biraz ağır ama sonuna doğru anlıyorsunuz): "...ve bu zikrolunan maddelerden ma'adâ bir madde dâhi budur ki asitâne-i se'âdetde cemî-i ehl-i mansıba yirmi beş ve otuz yıldan berû rüşvet tarikine sâlik olmuşlardır ve rüşveti dahî bir mertebeye iletmişler ki hedâyâ deyu âşikâre kapudan kapuya virilür alınur olmuştur..."

işte, teşrifatta yer kapmaya çalışıp sadece mevki-makam ve alacağı akçeleri düşünen osmanlı uleması, zaman içinde osmanlı'nın eğitim-öğretim hayatını felce uğratan yozlaşmış bir yapı haline dönüşmekte gecikmeyecektir. bu vaziyet, 19. asrın ortalarına kadar sürmüş ve ancak reformist birkaç padişah tarafından eğitimde avrupa örnek alınarak yeni okullar açılmış, yeni dersler ve yabancı diller okutulmuştur. fakat çok geç bir atılım olduğu tartışmasızdır.

konuyla bağlantılı olarak, türkiye'de filozof çıkmaması başlığına yazdığım yazıyı da okumak isteyenler için: