Soyut Dışavurumcu Jackson Pollock'ın Sanatı Neden Leonardo da Vinci ile Yarışacak Nitelikte?

İlk bakışta anlaşılamayan ya da "bu resim nasıl milyon dolara satılır?" dediğimiz eserlerin ait olduğu soyut dışavurumculuğun öncüsü olan ABD'li sanatçı Pollock çokça tartışılan ressamlardan biri.
Soyut Dışavurumcu Jackson Pollock'ın Sanatı Neden Leonardo da Vinci ile Yarışacak Nitelikte?

pollock hakkında yapılan yorumlar ekseriyetle bu adamın yaptığı sanatsa leonardo da vinci'nin yaptığı neydi? sığlığında salınıyor. oysa ben diyorum ki, pollock'un ressamlığı resim sanatının zirvelerinden biridir. hatta yüz yıllık modern sanat anlayışının dilinden konuşursak: pollock'un sanatsallığı da vinci'den dahi daha ileri bir seviyededir.

insanlık yüzyıllar, hatta binyıllar boyunca sanatı gerçekçilikle ilişkilendirdi

hatta platon'un milattan önce 380 civarına tarihli "politeia"sında fikri temellerini attığı yansıtma kuramı ile ifadeye çalışılan anlayış tam da buydu. sokrates'in düşüncesine göre üzerinde oturmakta olduğum sandalye, idea'lar dünyasında sandalye idea'sının marangoz tarafından maddeye indirgenmiş bir yansımasıdır. bu sandalyeyi tuvale aktarmakta olan ressamın yaptığı ise yansımanın yansımasını yaratmaktan fazlası değil. üstelik, sandalye resmi çizen ressamın değeri sandalye üreten marangozun değerinden de aşağıdır zira ressamın varlığı doğrudan marangozun sanatına bağlıdır.

"politeia"da ilk izlenimleri edinilebilen yansıtma kuramı, platon'un üzerinden geçen binlerce yılın neticesinde form değiştirip sanat sanat için midir, yoksa toplum için mi? halini aldı. zira on dokuzuncu yüzyılın sonu ile yirminci yüzyılın başlarında sanat toplumcu gerçekçilik ile soyut sanat arasında ayrılmış iki kanatlı bir görünüm çiziyordu. toplumcu gerçekçiler platoncu bir tutumla ressama sandalyeyi gördüğü gibi çizmesini dikte ederken, soyutçular ise ressamlardan tuvallerini birer ayna olarak kullanmaktan vazgeçmelerini öğütlüyorlardı.


modern sanat kuramının tesisi konusunda akılda tutmanın elzem olduğu ziyadesiyle ilginç bir bilgi var: ingilizcede "sanat" anlamına gelen "art" kelimesinin atası antik yunancadaki "ars"tır ve bu kelime antik yunan'da sadece görsel-işitsel sanatları değil, tıpkı "zanaat" gibi tüm meslek kollarını da kapsamaktadır. bu anlamda marangoz da en az bir heykeltraş kadar sanatçıdır. bir duvar boyacısı da en az bir ressam kadar sanatçıdır. hatta bir doktor dahi sanatçıdır.

işte, kişisel sanat algım, antik yunan'da "ars"a yüklenen anlam ile modern zamanlarda soyutçuların tuttuğu safın bir karışımı: bir kaseye baktığımda onu bir sanat eseri olarak görmem için onun illa bir müzede sergilenmesi gerekmez. menemen nam leziz yemeğe baktığımda sadece domates, biber ve yumurtanın dile hitap eden uyumunu bulmam; menemen sarı, kırmızı ve yeşil renklerin sıcak ahengiyle yoğurulmuş bir tablodur gözümde ve onu biraz sonra yiyecek olmam onun bu niteliğini değiştirmez.

öte yandan, bir sanat eserinin sanatsallığının gerçekle arasındaki bağ ile ters orantılı olduğu kanısındayım

edebiyat alanında şiir en sanatsal form kabul edilir zira şiirin dili (söz konusu garip akımı olduğunda dahi) gündelik değildir. roman ise gerçeğin yansıtılmasına oldukça müsait formu nedeniyle toplumcu gerçekçi tutumun elinde bir silah niteliğindedir ama onun bu ayna tutmaya elverişli yapısı onu sanatsallıktan da bir o kadar uzaklaştırır. bir örnekle; virginia woolf'un "the waves"i charles dickens'ın "hard times"ından çok daha fazla sanat eseri niteliği taşır zira bu eser bir romandan ziyade mensur bir şiirdir.

woolf ile dickens arasında kurduğum sanatsallık ilişkisi, jackson pollock ile leonardo da vinci arasındaki sanatsallık ilişkisi için de bir analoji olarak kullanılabilir. da vinci, maddenin maddeselliğinin tuvale aktarımında çizgisel perspektifi ve üçüncü boyutu seferber ederek (fotogerçekçilik öncesi zamanlarda) gerçekçiliğin zirvesine tırmanmış bir sanatçıydı. fakat bu uğraşında (fotogerçekçilik ile daha da ayyuka çıkacak olan) bir sorun vardı: da vinci, olanca yeteneğine, olanca dehasına ve olanca çabasına karşın marangozun sandalyesinden daha gerçek bir sandalye yaratamıyordu. gerçekçiliğin peşinde beyhude bir kovalamacaydı onun ki. ama bereket ki, fotoğraf makinasının olmadığı zamanlarda sivriltmişti yeteneğini. bu sayede da vinci'nin tablolarını on beşinci ve on altıncı yüzyıllarda çekilmiş birer fotoğraf olarak izleyebiliyoruz.

DaVinci-The Annunciation, 1472-1475

1826 yılı ve önemi

1826 ise yalnızca modern fotoğrafçılığın başlangıcına tanık olduğu için değil, gerçekçiliğe yüklenen sanatsal değerin nihayete erişinin başlangıcına rastgeldiği için de ziyadesiyle önemli bir tarih. joseph nicephore niepce bir deccaldi zira teknik araçlarla yeniden üretim çağını başlatmakla kalmadı, sanatın gerçeklikle değil, gerçekdışılıkla ilintili olduğunu bizlere tekrar tekrar hatırlatacak olan ressamlar neslinin de önünü açtı. yirminci yüzyıla gelindiğinde gerçekçi resimler çizebiliyor olmak artık kar etmiyordu çünkü kraliyet aileleri ve devlet yöneticileri fotoğraf makinasının "olağanüstü" pratikliği dururken uyuşuk ressamlara yüz vermiyordu.

gerçekçi resimler çizme yarışıyla geçen yüzyılların akabinde modernizmin şafağı sökmüş ve resim sanatı bir anda denenmemiş tekniklerle dolu bir umman halini alıvermişti. pollock'un öncülüğünü yaptığı ve soyut dışavurumculuğun bir dalı olan aksiyon ressamlığı (action painting) de bu engin ummanın zengin akımlarından biriydi. üstelik sadece "alelade biri" değil, "zirvelerinden biri"ydi zira pollock'un tabloları doğada eşi benzeri bulunmayan bir soyutluk sunuyordu. bu tablolara bakıldığında, misal, "no. 5 1948" incelendiğinde insanın aklında çağrışanlar kaos, öfke ve kalabalık gibi kavramlar ki tüm bu kavramları sokağa çıktığımız vakit birer somutluk olarak değil, birer soyutluk olarak buluyoruz. "no. 5"i alex garland'ın "ex machina"sındaki nathan gibi duvarımıza astığımızda zerre gerçek olmayıp bütünüyle gerçeğe dair olmayı başarmış bir eser asmış oluyoruz.

No.5

bir diğer mesele ise ne var canım, bunu ben de yaparım tutumu

söz konusu eserin sanatçısını aklı sıra aşağılamaya çalışan yorumcunun atladığı iki nokta var:

1) evet, pollock'un tablolarını ben dahil hepimiz hemen şimdi bizzat çizebiliriz ama bunları çizdiğimiz zaman eserimiz kendi adlarımızla değil, pollock'un adıyla anılır zira bizatihi modern çağda taklitler aslını yaşatır. öte yandan pollock ile aramızda asla aşılamayacak bir ayrım var: biz yaparım derken pollock ya yapıyor'du ya da yapmış'tı.

2) modern zamanın bütün gailesi denenmemişi denemek üzereydi. hal böyleyken pollock'un denenmemişi deneyerek yarattığı tabloları kopyalayıp kişiselleştirmeye çalışmak modernist sanatın özüne taban tabana aykırı değil de nedir?

ha, amaç postmodernizmse, meydan bizim: yarın sabah ilk iş genişçe bir tuval bezi, mümkünse kontrast oranı yüksek olan renklerden üç-dört kova boya ve fırça olarak kullanacağımız bir sopa alıp pollock'çuluk oynamaya başlayalım!

not: oyunun galibi pollock'un imzasını tablosu üzerinde en gerçekçi biçimde taklit eden kişi olacak...


Bu içerikler de ilginizi çekebilir