Teknolojinin İnsanla Entegre Olduğu Süper Akıllı Toplum Modeli: Toplum 5.0

Toplum 5.0 nedir? Süper akıllı toplum nedir? Dünyanın geleceğinin sahipleri olması beklenen 5. nesil toplum kavramına biraz yakından bakalım.
Teknolojinin İnsanla Entegre Olduğu Süper Akıllı Toplum Modeli: Toplum 5.0

toplum 5.0 (society 5.0), sanırım ilk kez japonya başbakanı shinzo abe tarafından dile getirilmiş bir felsefe

endüstri 4.0 ile birlikte şu an makine öğrenmesi, derin öğrenme, yapay zeka gibi konular çocuk oyuncağına dönmüş durumda. işletmeler çağın gerisinde kalmamalıyım diyerek oldukça cüzi kabul edilebilecek yatırımlarla daha önce insanlara yaptırılan işleri makinelere yaptırmaya başladılar. üstelik makineler hem insana göre daha ucuz, hem de insan kadar hata yapmıyorlar.

şu an bu yeniliklerle elde edilen tasarruflar şirketlere ve çalışanlara tatlı gelse de bir süre sonra en iyi ihtimalle şirketler ise alım hızlarını yavaşlatacaklar. kötü senaryo ise insanların işten çıkarılmaya başlanması. işte toplum 5.0’ın ardında “teknoloji toplumlar tarafından bir tehdit olarak değil, bir yardımcı olarak algılanmalı” inancı yatıyor.

toplum 5.0 felsefesi, teknolojiyi içselleştirmiş bir toplumu ifade etmekte. peki teknolojiyi nasıl içselleştireceğiz?

işsiz kalarak mı? belki de evet. buna demonetizing yani parasızlaşma deniyor. 

kısaca şöyle ifade edelim, bir şeyin üretim maliyeti yeterince ucuzlarsa bedava dağıtılır mı? 30 yıl önce bir bilgisayar, video kamera, ses kayıt cihazı, navigasyon aleti, telefon, müzik çalar vb. birçok aleti aynı anda almak için belki 100 bin dolar ödemek ve hepsini taşımak için de kamyonete ihtiyaç vardı. bugün hepsi 1000 doların altında cebimizde.

bir şirket olduğunuzu düşünün, kendi ürettiğiniz bilgiyi arşivlemek ve yönetmek için dahi onlarca çalışan, odalarca dolap ve evrak gerekirdi, şimdi sadece 1 muhasebe elemanının elindeki bir yazılımla halloluyor.

30 yıl önce sağ dikiz aynası bile opsiyonelken bugün geri görüş kamerası standart paketlerde yer almaya başladı. 15 yıl önce bir mesaja 2 kontör öderken şimdi binlercesini harcıalem olarak veriyorlar, yüzüne bakmıyoruz. dünyanın en pahalı şeyi olan bilgi dahi bugün çok ucuz çoğu zaman bedava. enstruman çalmayı öğrenmek mi istiyorsun? kendi mobilyanı kendin mi yapmak istiyorsun? finans öğrenip borsa oynamak mı istiyorsun? hepsi bedava.

üretim yeterince ucuzladığı zaman ücretsiz dağıtılabilir. endüstri 4.0 devrimi gerçekleştiği zaman insanlara çalışsınlar diye değil, çalışmasınlar diye para ödenmesi gündeme gelebilir. işsizlik oranlarını düşürmek için uğraşmak yerine işsizliği kabullenmek de bir yöntem olabilir mi?

birkaç yıl önce isviçre'nin vatandaşlık maaşı verme düşüncesi vardı. bu o kadar uzak bir şey değil. aynı zamanda o kadar iyi de değil, kendi dinamiklerini getirecek bir şey olurdu. vatandaşlık maaşı verildiği durumlarda çalışmayan insanlar toplumda dışlanırdı. sistemin kaynaklarını tüketmek ama katkıda bulunmamak toplum açısından yanlış karşılanacaktır. bunun örneğini almanya'da görebiliriz. sürekli işlerinden çıkıp işsizlik maaşı haklarını sonuna kadar kullanan, mümkün olan her yolla vergi ödemekten kaçan türkler almanlar tarafından bu yüzden sevilmiyor.

gelecekte insanların barınma, yiyecek, iletişim gibi ihtiyaçları için endişelenmeyeceği standart vatandaşlık maaşlarının gelmesi (gelişmiş ülkelerde) mümkün olabilir. bu durumda insanlar çalışmayacak mı? elbette çalışacak. öncelikle lüks istekler için, ikincil olarak sosyal statü için, toplum tarafından dışlanmamak için insanlar çalışacak ve maaş alacaklar. aldıkları maaşı dünyayı gezmek, lüks yat almak, daha dev ekran bir tv için harcamaya devam edecekler.

bu aynı zamanda bir tersine göç etkisi de yaratabilir. neden? çünkü böyle bir ortamda sadece kalifiye insanların iş bulması mümkün olacak. fabrikada forklift operatörüne, montaj elemanına, sokakta çöpçüye ihtiyaç yoksa ve bu insanlar toplumda kabul görmüyorsa ne yapacaklar? elbette gelişmiş ülkeden vatandaşlık maaşını alıp kendilerine iş sağlayabilecek olan, üstelik o maaşla çok daha fazlasına sahip olabilecekleri gelişmekte olan ülkelere gidecekler. ne o? son birkaç satır çok mu tanıdık geldi?

5. jenerasyon toplumda insanlar sadece üretmenin verdiği haz ve getirdiği sosyal statü için çalışacaklar. hayat mücadelesinin içinde kaybolmak yerine bilim yapacaklar, sanat üretecekler, icat yapacaklar. evini geçindirmek için değil, geliştirdiği yeni projenin finansmanını biriktirmek için çalışacaklar. toplumsal gelişim açısından harika bir zaman dilimi olacak ama buna ayak uyduramayan insanların topluma yeni bir alt tabaka yaratması söz konusu olabilir.

toplum 5.0'a günümüz devletlerinin nasıl geçeceğini merak ediyorum

insanlar olarak farklı yetenek ve ilgi alanlarıyla doğduk ve büyük ölçüde rastsal olarak ürüyoruz. bu süreçler en sonunda yeteneklerimiz ve karakterlerimiz arasındaki bu farkların bize daha rahat ve konforlu yaşam koşulları olarak döneceğine olan inancımız üzerine ilerliyor, ilerleyegeldi.

mamafih, burada çok temel bir sorun var. toplumun bir kesimi rahat ve konforlu yaşarken bir sosyal sınıf oluşturuyor. bu yaşamdan beklediği konforu bulamayan ama bulanları görenler de başka bir sosyal sınıf oluşturuyor.

sosyal stereotip eylem olarak iki adet örnekle anlatmak gerekirse bunlar doktorun cahil kalmış hastayı aşağılaması ile doktoru döven hasta yakını olabilirler.

burada doktor sadece yetenekleri ve çalışma becerisiyle profesyonel kapasitesini artıran kişiyken, karşı taraf ise bu kadar çok çalışma isteği ve yeteneğine sahip olmayan/olamayan taraftır.

politik ideolojiler aslında kendilerine bu ortak davranış kalıplarından neşet edecek ortamlar yaratırlar. siyasal islam'ın yükselişinden, komünizm'in gelişimi ve çöküşüne kadar birçok farklı siyasal ideolojinin çıkış noktası insanların istemeden de olsa bu davranış kalıplarından ortak şekilde ürettikleri duygulardır.

zemin oluştuktan sonra bu duyguları siyasal olarak konsolide edecek ortam kendiliğinden gelişir.

refah burada çok güçlü bir kavram olarak kendini bulacaktır. bu tarz davranış kalıplarının kendilerine bulabileceği zemini daraltan şey refahın ne derece toplumun her sathına yayılabildiğidir.

mesela aylık gelire göre yaşam standartlarının bir toplumda ne kadar değişkenlik gösterebileceği, o toplumun ürettiği refahın toplum sathına ne derecede yayılabildiğini gösterir.

bununla beraber refaha erişimi yüksek olan insanların toplumsal görünürlüğü de önemlidir. çünkü davranış kalıplarının toplumsal hüviyet kazanabilmesi için refaha olan konumları farklı olan toplum kesimlerinin etkileşimlerinin de artması gerekmektedir. bu nedenle, köyden kente göç arttıkça mesela işçi hareketleri ya da siyasal islam gibi ideolojiler kendilerine daha çok zemin bulabilmişlerdir.

bu tarz ideolojiler ortak olarak kaynak bölüşümlerinin adaleti üzerine vurgu yaparlar. adalet duygusal karşılığı olan bir kavramdır ama ilginçtir adalet aynı zamanda mantıksal karşılığı da olan bir kavramdır.

kendi çıkarı söz konusu olduğunda birey adalet duygusunu uyararak kendine ve hatta çevresine rıza inşa edebilir. siyasetin duygularla da yapılabildiğini dikkate alacak olursanız, mantıksal olmayan kararlara duygusal adalet mekanizmaları üzerinden toplumu razı edebilirsiniz, tabii salt çoğunluğunu.

kaynak bölüşümlerinde adalet duygusunu uyararak ortaya çıkan bütün ideolojiler, siyaseten bir bir etkinliğini kaybeder hale geldi. çünkü kaynakların artırımı üzerine uzun vadede eğilemeyince rıza üretimi sekteye uğrar. az kaynak demek az rıza demektir.

fakat bu ideolojilerin yükselişi bir başka sosyolojik olguyu ortaya çıkarır. kaynak dağıtım adaleti üzerinden geliştirilen duygusal siyasetin yerleşmesi beraberinde kaynaklara olan erişimde kültürel homojenite yaratır.

buna örnek olarak yeşil sermaye verilebilir. eskiden olduğu gibi rahat yaşama lüksüne artık sadece seküler kesim değil, aynı zamanda muhafazakar kesim de ulaşabilir hale gelmiştir. bu durumun liyakatle olan uyumluluğu/uyumsuzluğu ise ayrı bir konudur.

kaynaklara erişimi uzak olan kesim, yakın olan kesime sürekli bir haset/gıpta/öfke karışımı ile bakacaktır eğer bir şekilde yalakalık ile kendi kaynaklarını artırma şansına vakıf olacağına inancı kalmamışsa.

buraya kadar türkiye'deki durumu açıklamaya çalıştım. bir de global değerlendirme yapayım.

refahı tabana ne kadar başarılı bir şekilde yayabildiğinize bağlı olarak toplumlarda sosyal düzenler stabil kalır. bu 5000 yıl önce de böyleydi, bugün de böyle.

fakat tarım toplumlarının bir avantajı vardı. çok yüksek refah üretilmediği için kolay kolay gerginlikler yaşanmadı. buna ek olarak farklı topluluklar da birbirleriyle yüksek etkileşime girmedi. tarih boyunca farklı topluluklar savaş ve ticaret dışında birbiriyle pek etkileşim yaşamadı denebilir.

üretimin toprağın fonksiyonu olduğu tarım toplumunda bu nedenle farklı hayat standartları kolay kolay gerginlik yaratamadı. çünkü o toplumlarda da bürokratik elitler kaynak dağıtım mekanizması üzerinden mütemadiyen toplumsal rıza inşasına dikkat ettiler.

edemedikçe işte, roma imparatorluğu çöktü, musa firavunu devirdi, muhammed mekke sermayesine meydan okuyarak sermaye birikim rejimini değiştirdi vs.

sanayi devrimi ise daha kaotik bir sürece vesile oldu. bireylerin yeteneklerine bağlı olarak üretebilecekleri refah düzeyi sanayi devrimi ile tarım toplumunun çok üzerine çıktı. bu nedenle erken sanayileşmiş ülkeler diğerlerinin üzerinden buldozer gibi geçti.

ortada üretilebilecek bir refah, yani artma potansiyeli olan kaynak, varken farklı yaşam standartları fransız ihtilali gibi sonuçlar yaratsa da süreç akamete uğramadan işçi hakları/ücretleri, çalışma yasaları gibi kavramlarla ilerletildi.

erken sanayi devriminde dahi niteliksiz işçiler iş yapabiliyordu ama tarım dönemi gibi de değildi. kaba kas gücü sadece şehirlerde işe yarar oldu. süreç uzmanlaşmanın derinleşmesiyle de devam etti.

kaynak bölüşümünden elbette huzursuz olmuş kesimler de vardı. bu noktada sistem demokrasi, insan hakları, fırsat eşitliği gibi kavramlarla pastayı büyütecek kavramları popülerleştirdi.

mesela sistem için en büyük sıkıntı, zeka seviyesi yüksek bireylerin eğitim şansına ulaşamayarak ziyan olması ve üretilecek pastanın daha az büyümesiydi.

bireysellik de böyle böyle gelişti ama sistem yine de tıkanmaya başladı. çünkü dünya genelinde artan nüfus içinde yetenekli ve eğitim alabilmiş insan sayısı oran olarak hep azaldı.

üretilecek refah azalınca iyice neoliberal politikalarla sistemin ömrünü uzatmaya çalıştılar. artı değeri refah üretemese de talep üretebildiği sürece sermayenin ve malların serbest dolaşımı üzerinden dünya ticareti sürdürüldü.

alman turistler yunan adalarında tatil yaparken, yunan sanayisi almanya'dan mal ithal etmeye devam etti. almanlar az çocuk yapıp az tatil yapmaya başladıkça turizm gelirleri ile ithalat kapanmaz hale geldi. günün sonunda yunan ekonomisi krize girdi.

neoliberalizmin bir sonucu da aşırı büyüyen hizmet sektörü oldu. sanayi ve hizmet sektörü arasındaki denge önemlidir. iç üretim hizmete yetişemezse ithalat patlar ve sürdürülemez bir denge oluşur.

nihayetinde bir şekilde günümüze geldik. nitelikli insan/gereksiz insan oranı sürekli düşüyor. parasal döngüde, ister sermayedar olun ister emekçi, kapital para daha az kişide toplanıyor. bunun büyük kısmı refaha yakın işler yapanlarsa, bir diğer kısmı da devlet beslemesi olarak semiren kesimlerdir.

bu da genel olarak para politikalarını işlevsizleştiriyor. maliye politikaları ise hakim sermaye sınıflarının çıkarları nedeniyle etkin kullanılamıyor. hoş kullanılabilse bile para politikaları kadar hızlı kullanılamıyor.

kabaca artık niteliksiz iş gücüne olan ihtiyaç üretilebilen refahın artan nüfus hızına yetişememesi nedeniyle sürekli düşüyor. pandemi de sürecin katalizörü oldu.

toplum 5.0 bu durumda bütün bu kaotik yapının en sonunda evrilebileceği yeni sosyal dengedir ve denge uzun bir süre stabil kalacağı için yeni sosyal düzen de olacaktır.

sıkıntılı süreç ise bu dengeye nasıl ulaşılacağıdır. devletler nasıl adımlar atacak, nüfus politikaları ne olacak, işe yaramaz insanlar sadece universal basic income üzerinden kaderlerine nasıl razı olacak. daha doğrusu niteliksiz yığınlar nasıl kontrol altına alınacak ve nasıl yavaş yavaş yok edilecek.

dünyanın şiddet araçlarıyla kitlesel bir soykırım ile bunu yapacak kadar delireceğini şimdilik zannetmiyorum. bu durumda, bu kitleler işsizlikle terbiye edildikten sonra süreç kadınların eş tercihlerine dayanarak nüfusların düşürülmesi olacaktır. fakat refaha üretimine hepten uzak afrika ve merkezi orta doğu gibi bölgelerde kitlesel soykırım tek alternatif olabilir. özellikle bugün ışid'in afrika'daki yükselişini okuduktan sonra bu düşünceye daha da yaklaşmaya başladım.