The Beatles Efsanesinin Yayınlanan Son Stüdyo Albümü Let It Be'nin Baştan Sona Analizi

The Beatles'ın son kaydettiği değil ancak son yayınlanan albümü olma özelliğine sahip 12. stüdyo albümü, 1970 tarihli Let It Be'ye bir bakalım.
The Beatles Efsanesinin Yayınlanan Son Stüdyo Albümü Let It Be'nin Baştan Sona Analizi

dünyanın en ikonik grubu the beatles'ın son albümü let it be hakkında bir şeyler yazmak biraz gereksiz geliyor, özellikle de birkaç ay önce peter jackson'ın yayınladığı get back gibi bir gerçek ortada dururken. ancak bu belgeseli izleyip, albümü bir kez daha dinleyince kafamda çok not birikti. bunları da somutlaştırmadan duramadım açıkçası.

zamanında bir pub quiz'e gittiğimde "beatles'ın en son kaydettiği albüm nedir?" diye bir soru geldi. bu soru aslında şaşırtmacalı bir soruydu, zaten "grubun son albümü nedir?" diye sormamışlardı. keza grubun son albümü kağıt üstünde let it be olsa da, bu albümü kaydettikten sonra daha çalışmayı yayınlanmadan abbey road'u bitirip yayınlamışlardı. yani grubun yayınlanan son albümü let it be olsa da kaydedilen son albümü abbey road, hatta dörtlünün beraber kaydettiği son şarkı da manidar bir şekilde abbey road'daki the end olmuştu. tüm bu durumu bilmeme rağmen ben gidip yine de bu soruya "let it be" cevabı verip, puan alamamıştım. zira şaşırtmacalı soruda bir şaşırtma daha olabileceğini düşünmüştüm çünkü abbey road sonrası paul mccartney, george harrison ve ringo starr, john lennon olmadan son bir kez stüdyoya girip albüm için son bir şarkı ("i me mine") kaydetmişlerdi. yani itiraz bir açık kapı sanki vardı ama zaten pub quiz'i de açık farkla kaydedince herhangi bir itiraz da etmedim.


hikayeyi çoğu kişi bilir, hızlı geçeyim

the beatles, kendi adlarını taşıyan ama the white album olarak bilinen ve neredeyse solo çalışmaların bir toplaması olarak görülebilecek albümleri sonrası grup içindeki bağları sağlamlaştırması amaçlanan bir projeye başlar. bu projede grup, kendi kendilerine çalışmak yerine fikirlerini stüdyoya getirip dört grup elemanı olarak müşterek bir şekilde şarkıya dönüştürecekti. bunları da stüdyo numaralarına başvurmadan ilk dönemlerindeki gibi saf bir rock'n'roll şeklinde düzenleyip, bu projeyi birkaç haftalık prova sonunda büyük bir şov ile taçlandıracaklardı. bu projenin de yapım aşaması süreci bir film ekibi tarafından kayda alınacak ve de görsel bir formatta yayınlanacaktı. ancak ocak 1969'da üstünde çalışılan işler olumlu bir şekilde gitmedi. harrison ve mccartney, fikir ayrılıklarına düştü. lennon ve yoko ono, ayrılmaz bir ikili olarak kendi dünyalarında takıldılar. prova için kiraladıkları mekandan hiç memnun kalmadılar ve abbey road stüdyolarına döndüler. büyük şov için bir türlü en doğru fikri bulamadılar. her şeye rağmen abbey road stüdyolarının çatısında verdikleri sürpriz konser gibi tarihi bir sonla bu süreci bitirseler de tüm bu çalışmaları rafa kaldırıp abbey road albümü ile yeni bir sayfa açtılar. bu albüm ve bu albüm kaydını ölümsüzleştiren belgesel, let it be adı ile nisan 1970'de yayınlandığında grup çoktan dağılmıştı.


gerçi peter jackson'ın get back'i gösteriyor ki bu süreç abartıldığı kadar sancılı değildi. mesela ono, bilinenin aksine sessiz sakin lennon'ın yanında oturup hiçbir şeye karışmıyordu. lennon ve mccartney bol bol espri yapıyordu, morallleri iyiydi. grup, daha önce yayınlamadığı çok eski şarkılarını ya da sevdikleri şarkıları bol bol çalıyor, doğaçlamalar ortaya çıkarıyordu. ayrıca grubun ta almanya yıllarında tanıdığı klavyeci billy preston'ın grup ile çalmaya başlaması, grubun havasını pozitif anlamda inanılmaz bir biçimde değiştirmişti. ancak paul mccartney'nin insanı yoran çabası, george harrison'ın kendi şarkı yazarlığı hakkındaki görüşleri, john lennon'ın umursamazlığı gibi grubun altına dinamit koyan faktörler de yok değildi.

bu nedenle let it be'yi anlamak için beatles'ın dağılışını anlamak gerek

1967'de beatles'ın menajeri brian epstein hayatını kaybettiğinde beatles, işlerini yürütecek ama bir yandan da onların isteklerini anlayabilecek birine ihtiyaç duyuyorlardı. epstein, o sırada grup adına bir şirket kurup, şarkıların hakları ve grubun diğer gelirleri hakkındaki yönetimi bu şirket üzerinden yapmayı önermişti. bu sayede grup, vergi bakımından da daha kârlı çıkacaktı. epstein'ın ölümü bu işleri durdurmadı ve grup apple corps ınc'i kurarak şirketleşme sürecine devam etti. ancak epstein sonrası para yönetimini eline alan, 20 yaşlarının ortalarında olan ve finanstan anlamayan müzisyenlerden oluşan grup üyeleri şirketi parasal anlamda sıkıntıya soktu. bu da sürpriz olmadı. grubun, bu işleri halledebilecek tecrübeli birilerine ihtiyacı vardı ve de gözler, grubun çok sevdiği bir çok rock ve soul sanatçısı ile çalıştıktan sonra o dönem beatles'ın en büyük rakibi olan the rolling stones'un da menajeri olan allen klein'a yöneldi.

klein, aralık 1968'te the rolling stones için the rolling stones rock and roll circus adlı özel bir performans ayarlayıp bunu video olarak da yayınlamıştı. hatta görüntüleri, let it be filmini de çeken michael lindsay-hogg çekmişti. john lennon da bu projede beatles'tan bağımsız olarak yer almıştı. get back'i izleyenler bilirler: lindsay-hogg, bu videonun içinde lennon'dan stones'u mizahi bir şekilde sunmasını ister ve de lennon bu sunum muhabbetini çok komik bulup tüm albüm kayıtları sırasında sık sık "and now, your hosts for the evening, the rolling stones" kalıbını ve varyasyonlarını kullanarak şakalar yapar. bu proje sırasında lennon, allen klein ile vakit geçirme şansı da yakaladı. yine get back'te gördüğümüz gibi lennon, klein hakkında inanılmaz iyi konuşuyordu. adamı sanki bir iş adamı değil, ruhani bir lider gibi tasvir ediyordu. ancak mccartney, klein'ın doğru kişi olduğundan emin değildi ve de bir avukat olan lee eastman ismini öne sürdü. burada iki problem vardı. birincisi, eastman'ın klein'ın aksine büyük rock grupları ile çalışma tecrübesi yoktu. ikincisi ise eastman, paul mccartney'in müstakbel kayınpederiydi. iş ve aileyi böyle iç içe sokmak diğer grup elemanlarını huzursuz ediyordu. bu nedenle harrison ve starr da allen klein'ı seçti. arayı bulmak için bir süre eastman grubun temsilcisi olarak görev yapsa da bu iş yürümedi. tabii harrison ve starr'ın mccartney'nin karşısında durmasının tek sebebi bu değildi. mccartney, o dönem grupta ipleri iyice eline almıştı ve de mccartney'nin her şeyi kendi istediği gibi yapma isteği ve grup arkadaşlarına yaptığı baskı sonucu the white album kayıtları sırasında starr, get back sessions sırasında da harrison bir süre gruptan ayrılmıştı. öte yandan yine get back belgeseline baktığımızda görüyoruz ki mccartney'nin başka bir seçeneği de yok gibiydi. lennon, yoko ono ile beraber daha avant-garde, politik, sanatsal bir yola girmişti ve de beatles ona çok şey ifade etmiyordu. harrison, daha çok kendi bestelerine yönelip, gruba uymayacağını düşündüğü besteler ile kendi dünyasında kendi repertuarını hazırlıyordu. starr'ın zaten yaratıcı bir katkısı yoktu. geminin yürümesi lazımdı ve de bu rol mccartney'e kaldı. yine get back filminde kendisinin üstündeki baskıyı, gösterdiği çabayı açıkça görmek mümkün.

Rooftop Concert

daha bilinen şeyleri hızlı geçelim

grup ocak 1969 boyunca kayıtlar yaptı ve bunlar get back adı altında toparlandı. kayıtların zirvesi grubun verdiği rooftop concert oldu ve de bu kendilerinin son canlı performansıydı. ancak bu kayıtlardan sadece get back ve don't let me down, nisan 1969'da bir single olarak yayınlandı. burada ilginç olan şey, 45'lik plakların üstünde the beatles with billy preston yazmasıydı. grup, stüdyoda kendilerini bulmalarını sağlayan preston'a çok özel bir vefa göstermişlerdi. ancak bu proje bir single'da kaldı ve grup zaten single yayınlandığında çoktan yeni bir albüm hazırlıklarına başlamışlardı ve bu sürecin sonunda abbey road ortaya çıktı. ancak bizim konumuz let it be olduğu için bu hikayeyi atlayabiliriz. lakin grubun dağılma sürecine değinmek zorundayız çünkü aynı dönemde john lennon, kendi çalışmalarını plastic ono band adı altında yayınlamaya başlamıştı. give peace a chance ve cold turkey, ingiltere listelerinde iyi iş yapmıştı. lennon, yaptığı işin bir karşılığı olduğunu görünce grup arkadaşları ve allen klein'a "hadi ben kaçıyorum" açıklamasını yaptı ve bu ayrılık bir süre saklı tutuldu. herhalde lennon'ın bu açıklaması "biraz kendi halinde takılsın, nasıl olsa döner" gibi de karşılandı.

tüm bu abbey road ve ayrılık muhabbeti süresinde get back kayıtları da bir şekilde gün yüzüne çıkmaya çalışıyordu. grubun ses mühendisi glyn johns mayıs 1969'da eldeki kayıtları miksleyip bir albüm ortaya çıkardı. ancak grup, ortaya çıkan kaydı çok beğenmedi ve de zaten abbey road ile uğraşıyorlardı. 1970 yılının başında bir kez daha miks süreci başladı çünkü belgesel de sinemalara girmek için hazırlıklarını bitiriyordu. grup, bu süreçte albümün bu belgeselin soundtrack'i gibi duyulmasını isteyerek şarkıların belgeselde de yer almasına dikkat ederek şarkı listesini değiştirdi ve de mccartney, harrison ve starr son kez beraber stüdyoya girerek bir sene önce kaydettikleri şarkılara son dokunuşlarını yaptılar. lennon ise bu kayıtlara katılmadı. zaten o sırada danimarka'daydı. burada yeni şarkısı instant karma'yı yazmaya başlayan lennon, solo kariyerine gerçek bir başlangıç yapmak istiyordu ve de şarkıyı kendisi düzenlemek istemedi. allen klein'ın dostu olan ve de lennon'ın da önceden tanıdığı müzik insanı phil spector'a ulaştı. spector, beatles'ın ortaya çıktığı dönem olan 1960'ların ilk yarısının en meşhur prodüktörüydü. ancak 60'ların ikinci yarısında, kendisinin agresif ve narsisist tavırları nedeniyle kendisiyle beraber çalışmak zor olduğu için, kariyeri daha yavaş ilerliyordu. lennon'ın spector'a, spector'ın lennon'a ihtiyacı vardı. ayrıca lennon, plastic ono band adını tutsa da ilk kez kendi adını da plağın üstüne koymuş ve de bir solo artist olarak iyice öne çıkmıştı. single, 1970 şubat'ında yayınlandı. lennon ve bu single'da gitar çalan george harrison, bu ortaklıktan memnun kaldılar ve de albümü toparlaması için ellerindeki kayıtları spector'a verdiler.


spector albümü toparlarken, klein ise the beatles trenini ittirmeye devam ediyordu ve de let it be şarkısı single olarak yayınlandı. single, şarkının ocak 1969'da kaydı üstüne nisan 1969'da harrison'ın attığı gitar solosu ve de emektar prodüktör george martin'in ocak 1970'a şarkıya eklediği orkestrasyonu içeriyordu. şarkı hakkında daha sonra detaylı konuşacağız. her ne kadar beatles dinleyicileri get back ve let it be'nin single versiyonlarına alışıp, onları sevseler de phil spector bir yandan bu şarkıları yeniden dizayn ediyordu, bir yandan da daha yayınlanmamış şarkıların üstünden geçiyordu. 2 nisan 1970'de spector, albüm üstündeki çalışmalarını bitirdi. spector'un ortaya çıkardığı ürün, allen klein tarafından beatles üyelerine gönderildi ve de spector'ın tüm bu değişikliklerinin gerekli olduğu notu iliştirildi.

spector, albüm üstünde çalışırken beatles tayfası yeni haberler aldı. tüm bu belirsizlik süreci içinde mccartney, evinde bir solo albüm kaydetmiş ve de nisan ayında bu albümü çıkarmaya karar vermişti. lennon'ın solo çalışmalar yaptığı, ringo starr'ın da cover'lardan oluşan ilk solo albümünü yayınlamak üzere olduğu bu dönemde mccartney'in solo albüm yapması şaşırtıcı değildi tabii. ancak allen klein, let it be albümü ve filminin mayıs ayında çıkmasına karar vermişti. beatles ve mccartney'nin bir ay ara ile albüm çıkarıp birbirlerine rakip olması finansal olarak mantıklı değildi. ayrıca mccartney albümünün önce çıkıyor olması da let it be'nin etkisini azaltacaktı. diğer grup üyeleri ve klein, mccartney'den albüm çıkış tarihini ertelemesini rica etti ve de ringo starr bu konuda aracılık yaptı. ancak mccartney, buna çok sinirlendi ve starr'ı evinden kovdu. bu olaydan sadece birkaç gün sonra mccartney, spector'ın yeniden düzenlediği ve let it be adı verilen bu albümü dinledi ve özellikle kendi şarkısı the long and winding road üstündeki değişikliklerden nefret etti. bu ipleri koparan son noktaydı. mccartney, 9 nisan 1970'te gazetelere ilk solo albümünün tanıtımı amaçlı bir röportaj metni gönderdi ve burada beatles'ın durduğunu, lennon ile tekrar şarkı yazma gibi bir planı olmadığını, klein ile iletişimi bulunmadığını, lennon ve ono'nun genel protest tavrından çok hoşnut olmadığını, solo kariyerinden çok memnun olduğunu anlattı. tüm bu açıklamalar "paul, beatles'tan ayrıldı" başlığı ile gazetelerde yer aldı. mccartney, burada durmadı. birkaç gün sonra allen klein'a bir mektup yazdı ve de spector'ın değişikliklerinin geri alınmasını sert bir dille bildirdi. ancak artık çok geçti. albüm, birkaç hafta sonra yayınlanmak üzere baskıya gitmişti. albüm kapağında prodüktör olarak phil spector'ın adı geçiyordu. bu da ayrı bir tartışma konusuydu. sonuçta spector, hazır kayıtlar üstünde düzenlemeler yapmıştı. orijinal prodüktör grubun sağ kolu george martin'di. proje bitip, şarkıları miksleyip albüm taslakları haline getiren de glyn jones'du. bu ikisine albüm kapağında sadece teşekkür edilmiş ve tüm pay spector'a verilmişti. george martin, bu durumu ti'ye alarak, spector'ın abartılı prodüksiyon tarzına gönderme olması için kapakta "produced by george martin, over-produced by phil spector" yazmasını teklif etmişti. ancak patron klein ne derse, oydu.


1. Two of Us

yayınlanan albümün ilk şarkısı two of us. hem get back belgeselinde olsun, hem de albümde olsun, paul mccartney ve john lennon ortaklığını en iyi gösteren eser, sözlerinin de etkisiyle, two of us denebilir. mccartney, şarkıyı o zamanki nişanlısı linda mccartney'ye yazdım diyor ve de doğrudur elbette, şarkı yazarına gidip de "yok yok sen lennon'a yazdın" demeyeceğiz. ancak şarkı sözlerindeki o başında kavak yelleri esme teması, bitmeyen yolculuk, biriktirilen anılar, güneş altında yağmurluk giyme gibi absürtlükler iki sevgiliden çok, iki grup arkadaşını çok daha iyi anlatıyor. bridge kısımları dışında da bütün şarkıyı paul ve john ikilisinin söylemesi de bu şarkıyı bir aşk şarkısından öte bir dostluk şarkısı olarak algılamamı sağlıyor. get back'te paul ve john'un bu şarkıyı ağızlarını kapayarak ve dişlerini sıkarak söyledikleri bir prova var ki ikilinin o enerjisini, mutluluğunu görmek, şarkının bu grup için anlamını daha da arttırıyor. ayrıca paul mccartney'in bu şarkıda bas gitar yerine lennon ile birlikte akustik gitar çalıyor olması da bir başka önemli nokta. bas gitarın boşluğunu ise george harrison'un elektro gitarda çaldığı notalar doldurmakta. ringo starr'ın davul ritmi oldukça düz. genel olarak bir country şarkısı havasını içimize soluyoruz. bir albüm açılışı için fazla iddiasız ama çok içten bir şarkı. mccartney'nin tek başına söylediği bridge kısmı, şarkının hem söz, hem de melodi olarak en duygusal kısmı. şarkının sonunda lennon'ın ıslık solosu ise en şeker kısmı. bu şarkının kaydında phil spector için hiçbir kötü yorum yapmak mümkün değil ancak baştaki "i dig a pygmy"'li espiri kaydının pek bir yeri olmadığını düşünüyorum. lennon'ın fazlasıyla british ve absürt bu tarz şakalarının albümde yer almasının mantığını anlamak bir kenara, aslında albümün başka bir şarkısına gönderme yapılan bu şakanın neden bu şarkının başında olduğunu anlamak da zor. zaten naked versiyonunda burası yer almamakta.

2. Dig a Pony

neyse ki bu bahsettiğim şakanın kaynağı olan şarkı dig a pony de çok geçmeden karşımıza çıkıyor. dig a pony, bir john lennon eseri. sözlerindeki absürtlük ve bilinç akışı zaten lennon diye bağırıyor. çokça düşünmeden yazdığı bu sözlerde aslında "herkes istediği gibi takılsın" gibi özgürlükçü bir mesaj verse de şarkının nakaratında "tek istediğim sensin, her şey senin istediğin gibi olmalı" derken biraz kendisiyle çelişiyor gibi bir durum var. belki de "terzi, kendi söküğünü dikemez" gibi şey anlatmak istiyordur. her ne olursa olsun, bence grubun en iyi işlerinden biri değil. evet, ağır ağır ilerleyen harbici bir old school rock şarkısı. introsu da ilginç, notalar hep olması gerektiğinden çok daha garip yerlere gidiyor gibi hissettiriyor ve bu muhteşem bir şey. ancak bestesinin özüne bakınca pek de bir şey bulamıyorum. genel olarak sürprizsiz, öylesine bir rock şarkısı gibi. george harrison, şarkıyı ilginç kılmak için elinden geleni yapsa da artık olduğu kadar. şarkının kaydı direkt rooftop concert'ten alınma. phil spector, nedense girişteki ve sondaki "all i want is"leri atmaya karar vermiş. kalsaydı şarkı daha iyi olmazdı ama atılmasının şarkıya ne yararı var, meçhul. hani şarkıyı kısaltmak istiyor olsa, başta hatalı girişi ve sonda lennon'ın "ellerim dondu" yorumunu tutmuş. bunları ekleyerek "bakın bu şarkı canlı kaydedilmiş ona göre" diyor olabilirler ama biraz gereksiz. naked versiyonda bu kısımlar yine başarı ile traşlanmış. daha da önemlisi billy preston'un orijinal mikste çok geride kalan klavyesini sağ olsunlar duyulur hale getirmişler de şarkı bir nebze daha dinlenebilir olmuş.

3. Across the Universe

lennon'ın çok sevmediğim bir şarkısından, acayip sevdiğim ve de bugün artık bir beatles klasiği dediğimiz across the universe şarkısına geçiyoruz. şarkıyı çok sevsem de bu albümde yer alması ne kadar doğru tartışılır. elbette albüm provalarında lennon bu şarkıyı ortaya koydu ama bu provalarda ortaya konan bin tane başka şarkı da var. get back belgeseline baktığımızda da bu şarkının öyle çok da denenmediğini görüyoruz ki albümde kullanılan kayıt da bu provalardan değil, şubat 1968'den gelmekte. aslında bu şarkı the white album için de düşünülmüş bir eserdi ve bence içindeki sakinlik ve bilgelik ile o albüme daha iyi uyardı. hatta o albüm için yazdığım entry'de de hayalimdeki tek lp'lik white album'ün açılış parçası olduğunu yazmıştım. ancak grup bu kayıttan bir türlü memnun kalamadı ve de sadece hayır amaçlı bir albümde yayınlandı. prodüktör phil spector, let it be albümünü toparlarken bu kaydı aldı ve yeniden paketleyerek albüme koydu. albümün ilk ciddi spector'lığı işte bu anda başlıyor. daha ilk saniyeden dig a pony'nin çiğ, canlı rock kaydı sonrası bir anda ses düzeyi artıyor ve çok farklı bir stüdyoda başka bir ekipman ile kaydedildiği çok bariz bir şarkı başlıyor. şarkı içindeki orkestra ve koro çok garip. daha ruhani bir havası olan şarkıyı bu kadar prodüksiyon anlamında büyütmeye gerek yok gibi geliyor. en azından orijinal kayıtta bulunan ve şarkıyı grubun saykodelik kataloğuna yaklaştıran ses efektleri şarkının içinde tutulmuş. tabii bir de spector, şarkıyı orijinal hızına geri çevirmiş, sağolsun. böylece lennon'ın sesi orijinal kayıttaki chipmunk halinden kurtulmuş. naked versiyonu da diğer şarkılar gibi cillop. şarkının kendisinden pek bahsedemedim ama yani çok klasik bir beatles sarkisindan bahsediyoruz. az çok herkes bilir. lennon'ın en iyi, en şiirsel sözlerinden birisi bu şarkıda yer almakta. benim için şarkı tüm duyularını tüm evrene açıp, varlığını sonsuzluğa sunan bir adamı anlatıyor. lennon'ın vokali çok içten. büyü gibi bir şarkı.

4. I Me Mine

bir george harrison bestesi olan i, me, mine aslında sadece bir şarkıcık. get back'te de gördüğümüz gibi harrison, "dün gece yazdım" diyerek gruba i, me, mine'ın kıta bölümünü sunuyor. bence bir başka büyü gibi bir şarkı daha. kendisinin de dediği gibi "ağır bir vals" ritminde olan bu şarkının ilk sunumlarında lennon ve ono'nun kendilerini tutamayıp vals yaptıklarını da görüyoruz. şarkının sözleri iyi günde de kötü günde de hep "ben" diyenleri ve bu insanların egodan kurtulamamalarını anlatıyor. bu sözler harrison'un etkilendiği doğu düşünce sistemleri ile uyumlu. "ben"den kurtulup evren ile bütünleşme hissiyatı da across the universe ile paralel. harrison'un vokali yumuşacık. kullandığı akorlar çok iyi. tabii tüm bu yorumlarım verse kısımları için geçerli. şarkının nakaratı ise oldukça basit ve standart bir blues şarkısına dönmekte. bu da çok büyük bir fırsat tepme bence. bana bu nakarat çok ucuz ve de "abi çal gitsin işte bir şey" tadında geliyor. zaten bu şarkıcığın kendisi de aslında iki kıta, bir nakarattan oluşan, normalde iki dakika bile sürmeyen bir çalışma. harrison ya da diğer grup elemanları şarkı üstünde oturup, çok da kafa yormamış gibi geliyor. zaten get back'te izlediğimiz o ilk tanıtımdan sonra şarkıya dokunmuyorlar. ancak "abiler, bu şarkı let it be filminde gözükecek. şuna adam gibi bir kayıt yapın" denince tam bir sene sonra ocak 1970'de kayda giriyorlar. bu kayıtlarda john lennon, tatilde olduğu için bulunmamakta ki şarkının anthology 3'te yayınlanan versiyonunda harrison, lennon'ın yokluğuna şakacı bir referansta bulunuyor. kayıtta yer almayan lennon'ın bu şarkıyı ilk duyduğunda verdiği tepkiler de çok acayip. tamam ono ile dans etmesi şarkıyı onore etmesi gibi algılanabilir ama get back belgeselinde gördüğümüz üzere kendisinin harrison şarkıyı çalarken dalga geçer gibi yorumlar yapması, harrison'ın çalışmasını pek de ciddiye almaması üzücü sahnelerdi. hatta bu küçümser gibi tavırları, egolardan bahseden bir şarkı için göstermesi ekstradan ironik. şarkının albüm versiyonuna phil spector, yine yaylıları ve üflemelileri yapıştırmış. ancak bence orkestra bu sefer çok abartılmadan yedirilmiş. şarkının sonlarına doğru çok uzaktan bir koro da duyuluyor gibi. spector, bir de nakaratı ve ikinci kıtayı copy paste ile şarkıya ekleyerek şarkıyı biraz daha uzatıyor. ona da açıkçası lafım yok. harrison'un gitarları zaten çok iyi kullanılmış. ringo starr davulunu bu şarkıya çok iyi yerleştirmiş. özellikle kıtaların sonunda yaptığı hareketler çok iyi. paul mccartney ise bence olağanüstü bir klavye performansı gösteriyor. çok sevmediğim nakaratlarda bile klavyenin kusursuz kullanıldığını düşünüyorum. naked versiyonunda orkestrasız dinlediğimiz şarkıda klavye çok daha iyi duyuluyor. bence konu itibariyle ve müzikal havası ile çok özel bir şarkı. üstüne biraz daha kafa yorulsa çok daha efsane bir şarkı olabilirmiş ama beatles'ın tam da dağılma dönemine ve motivasyon kaybına denk gelince kaçırılmış bir fırsat gibi ortada kalmış.

5. Dig It

i, me, mine için şarkıcık dedim ama bu durumda 50 saniyelik dig it için ne demek gerek? çoğu kişinin bildiği gibi aslında bu şarkı 10 dakikayı aşan bir jam session'dan alınan bir bölüm. albüme eklenen yerde lennon, bob dylan'ın like a rolling stone'una selam vererek aklına gelen isimleri sıralıyor. şarkının uzun versiyonlarında da söz anlamında pek bir şey yok. hatta bir versiyonda lennon, grubun şarkılarının isimlerini sıralıyor ki bu performans belgeselde yer almakta. bu versiyonu koysalar en azından grubun köklerine döndüğünü iddia ettiği bu albümde bir anlamı olurdu. albümün super deluxe versiyonunda dig it'in dört dakikalık bir bölümünün yanı sıra, şarkının can you dig it? adlı varyasyonlarından birisinin iki dakikalık kaydı var. bu jam session'larda müzikal anlamda da bir şey yok aslında. tamam, billy preston'un klavyesi, paul mccartney'in geri vokalleri güzel ama özel değil. bana garip gelen bir diğer nokta da hem orijinal 50 saniyelik eserde, hem de deluxe versiyonda yer alan iki kayıtta da şarkı sonuna john lennon'ın albüm başında yer alan şakacı anonsuna benzeyen bir georgie wood'lu anonsunu koymuşlar. albümde bunun zaten çok gereksiz olduğunu ekstradan tekrarlamama gerek yok ama bu şakacı anonsu ısrarla her versiyona eklemeleri de ayrı garip. albümün akışını aksatıp, bütünlüğünü bozan bu şarkı şaşırtıcı olmayan bir şekilde albümün naked versiyonunda yer almamakta.

6. Let It Be

beatles'ın herhalde dünyada en çok bilinen iki şarkısı yesterday ve let it be olsa gerek. ikisinin de mccartney'in gördüğü rüyalarla alakalı olması çok ilginç. yesterday'ın müziğini rüyasında besteleyen mccartney, çok stresli olduğu bir günün gecesi yıllar önce ölen annesini rüyasında görür ve "mother mary" şöyle der "let it be". sonrası da dünya çapında meşhur bir piyano ballad'ı. basit bir akor düzeni üstüne, akılda kalıcı ve duygusal söz ve müzik eklenince bir hit olmaması mümkün değil zaten şarkının. yine de get back filminde görüyoruz ki şarkı bir süre öyle pek de grup tarafından ilgi görmüyor. mccartney'nin bir kenarda piyanoda let it be üstünde çalışırken, kimseninin bu ikonik şarkının ortaya çıkışı ile ilgilenmeyip herkesin işine gücüne bakması benim için bu filmin en ilginç sahnelerinden biriydi. lennon'ın içine şarkı hiç bir zaman tam olarak sinmese de (ki albüm kaydında kendisini sadece geri vokallerde görüyoruz) grup, şarkının gücünü zaman içinde anladı ve üstünde çok çalıştı. şarkı, daha albüm çıkmadan ve phil spector albüm üstüne çalışmaya başlamadan, george martin prodüktörlüğünde bir single olarak yayınlandı. ilginçtir ki bu şarkı ingiltere listelerinde birinci olamadı ve aslında bir aktör olan lee marvin'in paint your wagon filmi için söylediği wand'rin' star adlı şarkının gerisinde kaldı. şarkı daha sonra da listelerde hemen yavaş yavaş aşağıya indi. bu da ingiltere'de beatles'a duyulan ilginin yavaş yavaş bittiğinin bir göstergesi olabilir. öte yandan abd'de ve dünyanın diğer bölgelerinde single iyi sattı. sonra da phil spector, şarkıya elini atarak albüme ekledi. kendisinin yine ilginç tercihleri olduğunu söylemek lazım. mesela davulun hi-hat'lerine ufak yankılar ekleyerek ve de perküsyon ve tom tomları öne çıkararak ritmi güçlendirdi. daha da önemlisi şarkının orijinalinde yer alan üflemelilerini de şarkıya iyice entegre ederek şarkıyı iyice büyüttü. bunlar yine eleştirilen tercihlerdi. özellikle ringo starr, davulunun sound'u ile bu kadar oynanmasından çok rahatsız oldu ve de naked versiyonunda spector'ın eklediği efektleri sildirdi, hatta eli değmişken orijinal single versiyonundaki tom tom fill'lerini de tamamen kaldırdı ve şarkının davulunu oldukça sadeleştirdi. spector'ın bir değişikliği de gitar solosu olarak da harrison'ın başka bir solo kaydını kullanması. bu konuda ise kendisini eleştirmiyorum, herhalde kulağım albüm versiyonuna daha alışkın diye. bu arada george harrison, maşallah her kayıtta farklı bir solo atmış. naked versiyonundaki solo da, anthology'deki solosu da hep ayrı ayrı. seç beğen al bir durum var ortada. bunlar dışında billy preston'un özellikle naked versiyonunda daha önce çıkan klavye performansına da ayrıca değinmek lazım. solo öncesi paul'un piyanoda çaldığı motifi, preston'dan dinlemek hep çok güzel gelmiştir bana. let it be, belki de artık o kadar çok dinlediğimiz için, belki de albüm prodüksiyonunun biraz fazla şatafatlı olduğu için, kulağa cheesy gelebilen bir parça ama tüm on yargılarımızı bir kenara bırakıp baktığımızda dört dörtlük bir ballad.

7. Maggie Mae 

let it be sonrası yine bir ufak kayıt dinliyoruz. maggie mae, lennon'ın the quarrymen zamanlarında çaldığı, o dönemler yerel ingiliz gruplarının da sıkça repertuarlarında yer alan bir liverpool türküsü. şarkı bir denizciyi soyduğu için tutuklanan hayat kadını maggie mae'yi anlatıyor. tam bir denizci kenti şarkısı yani. grubun köklere dönme konsepti altında bu şarkıyı anıp, çalmaları şaşırtıcı değil. ancak böyle bölük pörçük bir eserin albüme neden alındığını anlamıyorum. mesela herkes ilk kıtadan sonra bittiğini düşünürken lennon şarkıya devam ediyor ama o da sonra salıyor. mesela en azından sadece düzgün kaydedilmiş ilk kıtayı albüme koysalardı olabilirmiş. başka bir alternatif de get back filminde de gördüğümüz maggie mae versiyonu çünkü bu versiyonu mccartney daha önce yayınlanmamış bir beatles şarkısı olan i fancy me chances'a bağlıyor. o kayıt, albümdeki maggie mae kadar iyi değil ama en azından daha bir anlamlım bu arada kaydın two of us şarkısı üstünde çalışırken ortaya çıktığı çok belli çünkü mccartney ve lennon akustik gitardayken, harrison da elektro gitar çalmakta. grubun önceden hazırlanmadan bu şarkıya girip 30 saniye kadar oldukça düzgün çalmaları grubun yeteneğini ve de geçmiş ile korudukları bağı gösteriyor. ancak keşke böyle küçük küçük kayıtları bu albüme, özellikle bu sıralama ile koymasalardı diye düşünüyorum. albüm için yararlıdan çok zararlı tercihler bunlar. tabii ki de naked versiyonunda bu şarkı yer almamakta.

8. I've Got A Feeling

albümün önemli eserlerinden birisi i've got a feeling. get back belgeselinde grubun bu şarkıyı manyak gibi prova yaptığını görüyoruz. bunun bir nedeni herhalde şarkıyı çok sevmeleridir. diğer bir nedeni de aslında iki ayrı şarkının birleştirilmesinden oluşan bir eser olması ve bu yapbozu oturtma çabaları olabilir. birçok yerde şöyle der şarkı hakkında: mccartney'in yaşadığı aşk nedeniyle sahip olduğu mutluluk ile lennon'ın boşanması, ono ile beraberliğinin topladığı pek de olumlu olmayan ilgi, uyuşturucu bağımlılığının yarattığı hüznün bir sentezi. kağıt üstünde güzel bir tespit ama gerçek değil çünkü lennon'ın sözlerine baktığımızda aslında öyle depresif bir ruh hali yok. aksine hayatın inişleri ve çıkışları hakkında şeyler söylüyor. hatta dig a pony'de de gördüğümüz gibi bol tekrarlı, bir manadan çok kelimlerinin uyumu ve sözlerin akışının üzerine düşüldüğü bir tarzı var lennon'ın. mccartney ise standard bir aşk şarkısı tadında sözler yazmış. kendisinin vokalinin enerjisi aşırı yüksek. bu sayede şarkı çok pozitif tınlıyor. "all these years i've been wandering around" diye başlayan bölümde ise mccartney'nin yırtıcı vokali çok acayip bir iş yapıyor. albümde kısa süre önce yumuşak yumuşak let it be'yi söyleyen vokal kaybolup yerine helter skelter'dan aşina olduğumuz hard rock paul ortaya çıkıyor. i've got a feeling denince billy preston'ı anmadan olmaz. get back'te de gördüğümüz gibi bu şarkının provasında preston'ın şarkıya eklediklerini duyunca grup üyelerinin yüzlerinde açan güller herhalde filmin en sevimli anlarından biriydi. şarkının albümde yer alan versiyonu rooftop konserindeki ilk kaydı. aslında bu şarkıyı iki kez çalıyorlar konserde. naked versiyonunda iki kayıttan bir miks yapıp ortaya bir ürün çıkarmışlar. bir de orijinal kaydın sonundaki alkışlar ve de lennon'ın yorumları çıkarılıp şarkının daha bir stüdyo kaydı gibi duyulmasını sağlamışlar. lennon ve mccartney'in beraber çıkardığı we can work it out ya da a day in the life gibi bir klasik değil ama eli yüzü düzgün, bir klasik rock şarkısı.

9. One After 909 

get back'ten öğrendiğim şeylerden birisi lennon ve mccartney ikilisinin ne kadar fazla yayınlanmamış şarkıları olduğu ve de elemanların bu şarkıları hala hatırlıyor oluşu. bu şarkılardan one after 909 tüm bu eskiye dönüş anlarından arta kalan bir şarkı olarak albüme giren bir eser oldu. aslında grup şarkıyı 1963'te kaydetmişti ve bu kayıtların bir kısmı anthology 1'de yer aldı. ancak şarkının tarihi daha bile geriye gidiyor. daha beatles ismi ortada yokken grubun 1960'da evde dandik teybe kaydedilen provalarında da bu şarkıyı duyuyoruz. ben bu şarkıyı seviyorum çünkü grubun gençlik enerjisini içeriyor. tamam i've got a feeling de enerjik ama yine de şarkıda bir olgunluk, bir ağırlık var. bu şarkı ise standart bir blues temposunda ilerleyen, hareketli bir çalışma. sözler, grubun ilk yıllarındaki naiflikte, basit. mccartney ve lennon'ın vokallerindeki uyum çok güzel. ancak ikilinin bu albümde beraber söylediği şarkıların aksine burada bridge kısmını paul yerine john söylemekte. billy preston da yine boş durmayıp maşallah her boş noktayı klavyesi ile dolduruyor. bu arada bu şarkı da rooftop konserinde kaydedilen başka bir eser. i've got a feeling gibi yine alkışlar ve lennon'ın sözleri ile bitmekte. bu sefer lennon, ingiliz klasiklerinden danny boy'u mırıldanmakta. tabii bu anlar da bir önceki şarkıda olduğu gibi naked versiyonunda yer almıyor.

10. The Long And Winding Road 

geldik beatles'ı dağıtan şarkıya: the long and winding road. tabii ki mübalağa yapıyorum ama bu albüm özelindeki en büyük kafa karışıklığı herhalde bu şarkı nedeniyle ortaya çıktı. mccartney, let it be ile birlikte bu piyano ballad'ını da gruba sundu. let it be, daha pozitif, zor günlerden çıkış için umut veren, müzikal anlamda da tatmin edici bir şarkıydı. bir şekilde the beatles eserine çevrilebilirdi. the long and winding road ise daha ağır ilerleyen, yaşlı işi bir şarkıydı ki şunu unutmamak lazım, beatles üyeleri daha 30'lu yaşlarında bile değildi bu albümü kaydederken. şarkı aslında kötü bir eser değil. mccartney'nin karmaşasını söz anlamında iyi anlatıyor. hüzün ve karmaşadan uzaklaşmak için çıktığı yolun dönüp dolaşıp başa döndüğünü görüyoruz. mccartney kendine şunu demek istiyor: kendini yola vurarak olmaz, kaçış bir çözüm değil, başka bir çözüm bul. ancak işte pek kişisel, ağır bir ballad bu. grup üyeleri tam olarak bu şarkıda ne yapmaları gerektiğini bilmiyor, azar azar öylesine bir şeyler çalıyorlar. albüm için çalışmaya başladığında phil spector, eldeki grup kaydından hiç memnun olmadığı için orkestrayı toplayıp şarkıyı neredeyse yeniden yaratıyor. açıkçası şunu kabul etmeli, mccartney'in orijinal bestesi baştan cheesy, ağır, albümün genel havasına uymamakta. ancak spector'ın ağır ağır ileryen orkestral aranjmanı şarkıya dahil olunca iş iyiden iyi ninniye dönüyor. özellikle koronun şarkıya dahil olması ile gospele de göz kırpılıyor. böylece şarkı ne albümün genel "rock'n'roll'a geri dönüş" havasına uyuyor ne de mccartney'in bu şarkıya vermek istediği hüznü öne çıkarıyor. mccartney'nin en sinir olduğu şey ise şarkının sonuna eklediği piyano melodilerini neredeyse duyulmaz hale getiren bir arp bölümü eklemeleri. bu nedenle klein'a "şarkının orkestrasal düzenlemesinin sesini kısın" derken arp için "direkt silin" demekte. spector ise "elimdeki demolar çok kötüydü, ben de orkestra ile bu defoları kapamaya çalıştım" diyor ve "mccartney o kadar sevmediyse neden solo turnelerinde de şarkıyı benim orkestrasyonumla çalıyor?" diye soruyor. ben yine de mccartney'nin tarafındayım çünkü naked olsun, anthology 3 olsun, super deluxe versiyon olsun, diğer bütün versiyonlar albümdekinden daha içten bence. naked ve deluxe versiyonda mccartney'nin çaldığı keyboard soloları ya da harrison'un az ekolu gitarı, spector'ın eklediği her şeyden daha ilginç. ancak bence sıkıntı mccartney'in böyle bir aranjmanı davet eden bestesi. kendisi de zaten ray charles'ın orkestral caz düzenlemelerinden etkilenmiş. daha ortada spector yokken bile get back'te de bu şarkıya orkestra ekleme fikrinin dolaştığını görüyoruz. lakin sonuç olarak ortaya biraz bayık, fazla abartı, albümün genel havası ile ilgisiz bir şey ortaya çıkıyor. tabii ki bu sadece benim görüşüm. amerikan dinleyicisi belli ki böyle düşünmemiş ve single olarak yayınlanan bu şarkı, abd listelerinde beatles'ın son bir numara single'ı olarak tarihe geçmiş. bunun tek nedeni şarkının beğenilmesi değil tabii ki. bu çalışmanın grubun dağılmasının ayyuka çıktığı dönemde yayınlanması, satış rakamlarına da olumlu etkide bulundu.

11. For You Blue 

albümün klasik rock'n'roll havası for you blue ile geri dönüyor. bir george harrison eseri olan for you blue, aslında standart bir blues şarkısı düzeninde. sözler de oldukça klişe. bu nedenle büyük resme bakınca çok sıradan, gereksiz bir şarkı olarak görülebilir ve bence de albümün parlayan yıldızlarından biri değil. öte yandan bu bilindik yapıyı ilginç kılmak için de ellerinden geleni yapmışlar. öncelikle george harrison'ın vokalleri çok pozitif. sözlerdeki o saf aşkı başarı ile yansıtıyor. şarkının solo kısmındaki doğaçlama nidaları hem klasik blues sanatçılarına bir selam, hem bir mutluluk belirtisi, hem de john lennon için bir motivasyon. neden mi? buradan şarkının bir diğer güzelliğine geçelim. john lennon, bu şarkıda normalde kullanmadığı steel lap guitar dediğimiz enstrümanı kullanıyor ve de tüm şarkı boyunca durmadan çalan bu gitar şarkıyı daha da güzelleştiriyor. paul mccartney, şarkıda piyano çalmakta. kolayca fark edileceği gibi piyanonun sesi çok cızırtılı geliyor ama bu da yine standart blues şarkılarındaki eski tarz piyanoların havasını yakalamak için bilinçli yapılan bir şey. piyanonun telleri arasına kağıt konularak yakalanan bu sound'un oluşumunu get back belgeselinde de görmek mümkün. bence bir miktar kulak tırmalıyor ama yine de büyük bir problem değil. ringo starr'ın davulu da çok iyi bu arada. phil spector yine dayanamayıp şarkının başına bir john lennon'ın alakasız bir stüdyo konuşmasını iliştirmiş ama neyse artık...

12. Get Back 

get back belgeseli sağolsun, albümü kapatan get back'in nasıl ortaya çıktığını adım adım izliyoruz. paul mccartney'in elektro gitar ile denemeler yaparken bir rife takılması ve de harrison ve starr'ın mccartney'nin bir şey bulduğunu görünce enstrümanlarına geçip ona eşlik etmeleri ve de adım adım sözlerin gelişi, beatles hayranları için oldukça heyecan verici. sözlerin zaman içinde büyük bir değişim geçirdiği aslında belgeselden önce de biliniyordu. burada en önemli nokta şarkının ilk versiyonunun aslında göçmen meselesi ile ilgili olması. "no pakistani" diye de bilinen bu versiyonu yazarken mccartney, pakistan'ın bağımsızlığı sonrası yaşanan belirsizlikler ve hindistan ile yaşanan problemler nedeniyle eskiden bağlı oldukları birleşik krallık'a göç eden pakistanlıların tetiklediği göçmen karşıtı tepkiden ilham almıştı ve de bunu eleştirmişti. hatta sadece yaşadığı yer değil, abd'deki puerto rico'lular ve kızılderililere de değinmek istiyordu. ancak şarkının yaratacağı sansasyondan çekinip tüm bu göçmen göndermelerini sözlerinden kaldırdı. mccartney, aynı konsept üstüne doğaçlama olarak commonwealth diye bir şarkı da yapmıştı ki lennon'ın "yes"leri ve ringo starr'ın süper davul ritmi ile bu şarkı da çok akılda kalıcı ve eğlenceli bir eser olmuştu. ancak o da benzer korkularla tamamlanmadı. elimizdeki şarkı ise biraz havada kalan bir konu. jojo evinden kaçıp kaliforniya'ya gider, (ya da kaliforniya uyuşturucusunun müptelası olur), sweet loretta martin ise kadın olduğunu sanan bir heriftir. şarkıda da bunlar için "evine dön" denir. aslında toplum normlarına uymayanlara gösterilen tepkiyi anlatan bir şarkı diyebiliriz ama get back belgeselinde de görüyoruz ki mccartney, bu sözleri çok düşünmeden şarkıya uysun diye sallıyor. yani çok ciddi bir alt metin aramaya gerek yok. şarkı, for you blue'da olduğu gibi biraz standart bir rock şarkısı olsa da önemli noktalar var. bunun birincisi gitar sololarını yine john lennon'ın atması. hatta kendisine iki kez solo için yer bırakılmış. öte yandan lennon, grup dağıldıktan sonra "mccartney, biraz bana acıdı da ondan gitar solosu lütfetti" ya da "mccartney, get back'i bence yoko ono'ya yazdı. bu sözleri söylerken de yan yan ona bakıyordu" gibi bence aslı astarı olmayan sözler ile şarkıyı eleştirdi. george harrison ise all things must pass albümü kayıtlarında get back'i çalarak şarkıdan hoşnut olduğunu bir bakıma söylüyor. ringo starr da bu şarkıda en iyi performanslarından birini gösteriyor bence. tabii ki billy preston'ı da anmadan olmaz. kendisinin keyboard solosu şarkıyı kesinlikle daha güzelleştiriyor. zaten önceden söylediğimiz gibi kendisi, get back single'ında ana şarkıcı olarak anılmakta. tabii single çok önceden çıktığı için albüm hazırlanırken phil spector yine makası eline alıp, bir şeyler değiştirdi. single versionundaki biraz manasız ekoyu temizlemesi bence iyi. normalde kendisinin eklediği stüdyo konuşmaları bana saçma gelse de bu şarkı sonuna lennon'ın rooftop konseri sonunda söylediği "grup ve kendimiz adına size teşekkür etmek istiyorum, umarım seçmeleri geçmişizdir" şakasını eklemesi güzel. the beatles hikayesi biterken lennon'ın bu şakacı tavrı ile kitabı kapamak bana çok hoş geliyor. öte yandan şarkı başındaki konuşmalar ve de şarkının orijinal fake bitişinin yer almaması biraz kötü.

mayıs 1970'te albüm yayınlandı

albüm ingiltere'de sadece box set olarak yayınlanmıştı. normal albümlerin iki katı fiyata sahip let it be, kayıtlarda çekilen fotoğraflardan ve de albüm hakkında bazı yazılardan oluşan bir kitap ile satılıyordu. ancak bu kitapların kalitesi çok kötü olup, hemen dağıldığı için bu proje biraz fiyasko olmuştu. hemen ardından let it be filmi de sinemalara girdi. tüm bu pazarlama bombardımanı aslında grup menajeri allen klein'ın son bir para toparlama çabasından farklı bir şey değildi. klein, bu albümden kısa süre önce de hey jude adlı bir toplama albümle de abd dinleyicisinden iyi bir para kazanmıştı. tabii ki bu albüm de hem abd'de hem de ingiltere'de birinci sıraya yerleşti, iyi sattı. albüm, bir film ile ilintili çıktığı için 1971 yılında hem grammy'lerde hem de oscar'larda en iyi film müziği albümü dalında aday gösterildi ve de iki ödülü de kazandı. hatta grammy ödülünü paul mccartney gidip aldı. tabii phil spector da "benim düzenlemelere laf ederken iyiydi de grammy'ye ödül almaya koşa koşa gidiyorsun" diye laf çaktı ama sonuçta spector'ın düzenlemeleri için bu ödülleri vermediklerine göre, bu projeyi başlatan ve de uzun süre itekleyen mccartney'nin bu ödülü alması çok saçma değil.


mccartney, bir yandan beatles'ı temsil etmeye çalışsa da bir yandan da eski grubunun yasal olarak da dağılması için yasal süreci yürütüyordu

her ne kadar ringo starr, o muazzam naifliği ile early 1970 adlı şarkısında grubun tekrar buluşmasını umduğunu söylese, harrison ve lennon da bir geri dönüş kapısını kapatmasa da mccartney tüm yolları kapatmıştı. diğer üçlü birbirlerine solo çalışmalarında yardımcı olsa da mccartney bir süre daha kendi başına takılacaktı. bu kimsenin tamamen haklı olmadığı bir kavgaydı. lakin zaman mccartney'i diğerlerine göre biraz daha haklı kılacaktı. keza john lennon, zaman içinde allen klein'ın sadece para kazanmak düşünen bir adam olduğunu anlayacaktı. george harrison da bangladeş için verdiği konserdeki gelirin bir kısmının klein tarafından cebe indirilmiş olma ihtimalinden şüphelenecekti. sonuçta ikisi de klein ile yollarını birkaç sene içinde ayırdı. phil spector ise bu ikilinin solo albümlerinde bir süre çalıştıktan sonra bir kenarda bırakılacaktı. pek kimsenin iş vermediği spector, 80'ler ve 90'lar boyunca hazırdan yiyecek, 2000'lerin başında ise kendisine istediği ilgiyi göstermeyen bir garson/oyuncuyu öldürerek hapse girip çürüyecekti.

let it be, gördüğümüz gibi the beatles'ın en tartışmalı albümlerinden birisi

en kötüsü değil tabii. belli bir konsepte oturtulmak için çok çaba verilse de albüm hakkındaki son kararlar ile ortaya karman çorman bir şey çıkıyor. bunun da nedenlerini anlamak için baktığımızda, beatles'ın dağılma hikayesi ortaya çıkıyor. yani içindeki şarkılardan ise oluşma ve piyasaya çıkma süreci daha ilginç. peter jackson da get back belgeseli ile bu sıradan diyebileceğimiz albümü daha değerli kılarak, zaman içindeki algısını değiştirdi, daha da ölümsüz hale getirdi. kayıtlar döneminde, anlatıldığı gibi o kadar da kavga-gürültülü bir durum olmadığı ortaya çıktı. ancak belli ki lennon ve harrison, grubu kafalarında bitirip solo kariyerlerine açılmaya karar vermişlerdi. mccartney'nin çabaları grubu bir arada tutmaya yetmediği gibi kendisi bu dönemde biraz da kötü adam durumuna düşmüştü. yani albüm çok karambol bir ortamdan gün ışığına çıkmayı başararak takdir topluyor ve de her şeye rağmen içinde çok güçlü eserler de barındırıyor.

3/5